Zor Zamanlarda Sorumluluklarımız -İslâm Âlemi, Yüzyılın Antlaşması ve Arayışlar-

 

 Editör                               Şubat 2020, Sayı: 306, Sayfa: 1

Tarihin dönüm noktalarından birini yaşıyoruz. Birleşmiş Milletler’de dünyanın büyük bir kısmını karşısına alarakABD Büyükelçiliği’ni Telaviv’den Kudüs’e taşıyan ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden Donald Trump, şimdi de Filistin topraklarının tamamını zalim, işgalci İsrail’e peşkeş çekme peşinde. Adına “Yüzyılın Antlaşması” dediği ihanet-işgal planını tüm dünyaya duyurdu. Trump, damadı ve aynı zamanda danışmanı Jared Kushner ile Ortadoğu ÖzelTemsilcisi Jason Greenblatt’la hazırladığı ihanet planını Siyonist İsrail’in Başbakanı Benyamin Netenyahu ile birlikte açıkladılar. Açıklamanın yapıldığı salonda Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır ve Umman’ın büyükelçileri de hazırbulundu. Olaya daha geniş bir açıdan bakarsak bu proje İsrail’in şu ana kadar işgal ettiği toprakları, işgal ettiği yerlerdeki yapılanmaları meşru kabul ettirmeyi hedeflemektedir.

Ortadoğu’da yaşanan trajediyi Ortadoğu’nun Batısı olan Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’tan oluşan mağrip ülkelerine de taşımak için uğraşan küresel siyasetteki yeni gelişmeler eskisiyle-yenisiyle dünya düzeninin İslâm ve Müslümanlarla sorununun olduğunu gösteriyor. İslâm’ın, dünyaya yeni bir nefes, yeni bir ruh verecek değerlere sahip olduğunu biliyorlar. İslâm dünyasında İslâmî birikimler arttıkça tedirgin olmaya başladılar. Kendi tefessüh etmiş cahili düzenlerine karşı İslâm’ın bir kurtuluş reçetesi olmasını engellemek, küresel bir alternatif olmasını önlemek için İslâm dünyasında yükselen direniş bilincini kırmak, önünü kesmek istiyorlar.

Müslüman toplumların bugününü esir alan ve gerçek anlamda yüzleşme yapılmadığında gelecekte de edilgen kılıcı etkisi devam edecek olan “işraki din dili” teşrih masasına yatırılmalıdır. Küresel sistem bir yandan Suud tarafından temsil edilen Neo-Selefilikle İran eksenli Şiilik arasındaki gerilimi kendi lehine kullanırken; diğer yandan da işraki geleneğin edilgen kılan perspektifini özendiriyor. İslâm dünyası, ümmeti uçurumun eşiğine itebilecek bir dağınıklık ve iç savaş hâli yaşıyor. Müslüman toplumlar olarak ağır imtihanlara tabi tutulduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Müslümanların bulunduğu her beldeden alevler ve feryatlar yükseliyor! Soğuk Savaş sonrası dünya hâkimiyet mücadelesinde; hegemonik güçler İslâm’ı hedef olarak seçtiler. Dünyada İslâm’a karşı bir kuşatma hareketi var. Avrupa ile Amerika sathında aşırı sağ yeni bir nesil ortaya çıkaran sıkıntılar Müslüman kimliklerinin dünya sathında gittikçe daha fazla siyasi rol üstlendiğinin bir göstergesi. Ne hazindir ki bugün dünyada Müslümanları temsil eden, haklarını savunan, ayrım yapmadan onların dertleriyle dertlenen bir devlet ve kurum, siyasi odak yok… İşin tuhafı bunu kendine dert edinen Türkiye hariç kimse yok. Son yıllarda Transatlantik ve Avrasya Blokları arasında belirgin tercihler yapmayıp üçüncü yolu tercih eden Türkiye’nin kuşatılmasına da bubağlamda bakmak gerekiyor. Elazığ’daki depremde de görüldüğü üzere toplumumuz ana çizgileriyle bir ruhi deprem yaşamıyor. Deprem gibi bir felaket karşısında gösterdiği gayretle tek bilek, tek yürek hâline gelmiş olması da bunu göstermektedir. Bu toplum tüm sıkıntılı zamanlarında bu tavrı göstermiş, bir organizasyonun içinde yer almayanlar bile insanı duygulandıran fedakârlıklar sergilemişlerdir.

Kabul etmek gerekir ki, yaşadığımız süreç Müslümanlar olarak bize yeni sorumluluklar yüklemektedir. Gayret göstermesi gerekenlerin gayretsizliği bu zilletin sebebidir. Hedefsiz, morali bozuk, neyi ne kadar, nerede, ne zaman yapması gerektiğini bilmeyen aciz ve zayıflık içindeki umudunu kesmiş bir topluluk hiçbir şey yapamaz. Uyarıcı-diriltici düşünce; yerel sorunlardan hareketle temel paradigmaya dayanan yalın, kesin ve net çözümler içeren somut fikirlerdir. Şayet bu uyarıcı-diriltici düşünce temel paradigmaya aykırı olursa topluma etkisi olmayacağı gibi tam tersine tepki de yaratır. Fransız tipi laikliğin savunulması tepki uyandırır; ancak ‘dinde zorlama yoktur’ temel paradigmasına uygun bir uyarıcı-diriltici düşünce kabul görecektir. Biz kendimiz olamadıkça; kendi değerlerimizle dirilmedikçe; iki asırdır başımızda döndürülen oyunlara uyanıp bu oyunları bozma kararlılığı gösteremedikçe; ezilmekten, horlanmaktan, katliamlara, tahkirlere maruz kalmaktan, piyonlarca yönetilmekten kurtulamayız. Çıkış yoluna dair müzakere ve tartışmalar; ümmeti aşağılık duygusuna sokacak kasıtlı bir eleştiri veya hayali bir ütopyanın ve ucuz kurtuluşun peşinden koşturup yeni bir hayal kırıklığı yaratacak gerçekten ve gerçeklikten uzak bir balon çözüm ve uğraş olmamalıdır.

Aslında Hz. Âdem’den bu yana bütün elçiler, Kur’ân’ın zikir diye adlandırdığı temel paradigmalar olan tevhid, risalet ve ahireti anlattılar. Ancak bu elçiler, temel paradigmaların yanında bu paradigmalara dayanan uyarıcı ve diriltici mesajlarla Kur’ân’da kıssaları anlatılan toplumların sorunlarını ön plana almış, onlara kısa basit yalın hedeflerin çözümlerini önermiş, o toplumların uyanan kadrolarını ve kitlelerini harekete geçirmişlerdi. İslâm aleminin alimlerininve aydınlarının ilk ve önemli görevi: Temel paradigma olan vahye dayanan uyarıcı-diriltici ve güncel çözümler üretmeleri, kitlelere bunu basit, açık ve çarpıcı mesajlar şeklinde ulaştırmalarıdır. Açık söylemek gerekirse çağdaş hayattan zaman itibariyle kopuk, soyut düzeyde kalan ‘temel paradigma’nın kavramlarıyla çağımız insanlarını harekete geçiremezsiniz. Unutmamak gerekir ki sabır beklemek değil, inandıklarımız uğruna çalışırken iyi tutumumuzu her zaman koruyabilmektir.

 

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.
Umran

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348