YÜZYILLIK DENKLEM ÇÖZÜLÜRKEN
-Siyonist İşgal, Kudüs Trajedisi ve Ortadoğu’nun Geleceği-
Editör Ocak 2018, Sayı: 281, Sayfa: 1
Ortadoğu tam bir kargaşa ve hengâme içindeyken Kudüs, tarihin kalbi olduğunu bir defa daha ispatladı. Ortadoğu söz konusu olduğunda sıklıkla konuştuğumuz Filistin, Ürdün, Mısır ve İsrail gibi başlıkların merkezinde Kudüs’ün yer aldığını bir kere daha gördük. Modern tarihin, peygamberlik misyonuna tanıklık eden şehirleri unutturma, onların yerine aydınlanma aklının inşa ettiği “rasyonel” şehirleri ikame etme çabasına rağmen Kudüs, her fırsatta, tanıklık ettiği tevhidi mirası hatırlatmakta ve insanlık ailesine, tarih bilincinin “ilerleme” putunun tasallutundan kurtularak inşa edilmesi gerektiğini haykırmaktadır.
Şurası açıktır ki Kudüs, vahyin insanlık tarihindeki hayati rolünün ete kemiğe büründüğü müstesna bir beldedir. Bu açıdan Kudüs Türkiye’de ve İslâm âleminde sadece İslâmcıların meselesi değildir. İsrail’in bastığı Kudüs haritasında Müslümanlara ve Hıristiyanlara ait dini ve tarihi mekânların silinmesinin anlamı üzerinde düşünmek lazım… Kudüs’ün bugün ‘Siyonist işgal’le anılıyor olması, sadece Müslümanlar açısından değil hakkaniyetten nasibi olan tüm Yahudi ve Hıristiyanlar için de trajiktir. İsrail’in bütün dünyanın gözü önünde işlediği cinayetler/barbarlıklar, bir şiar olarak Kudüs’ün hürmetine aykırılık teşkil etmektedir. Rahmetli Âkif Emre’nin ifadesiyle “Kudüs savunulmadan insanlık savunulamaz. Kudüs’ün özgür olmadığı bir zamanda İslâm âleminin özgürlüğünden bahsedilemez.”
Siyonist propaganda tarihi uzun zamandır mağduriyet efsanesini Filistinlileri katletmeyi, topraklarını işgal etmeyi haklılık stratejisine
dönüştürmeyi başardı. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD, İsrail’in bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuştu. Fakat Batı ittifakının hasmı durumundaki Sovyetler Birliği de ertesi gün İsrail’i tanıma kararı alacaktı. İsrail 1947’de BM’de Filistin’in taksim edilmesi planıyla ele geçirmiş olduğu yüzde 56’lık toprağı, savaş sonunda yüzde 78’e çıkarmayı başardı. 1947’deki taksim planına Türkiye red oyu vermişti. Türkiye’nin İsrail karşıtı aldığı bu tutum daha bir süre devam edecekti. Ne var ki İsrail’in ABD desteğiyle kazandığı zafer, Türkiye’nin Sovyet tehlikesine karşı NATO’ya girme konusundaki talebi 1949’da İsrail’i tanımakla neticelenecekti.
Onca işgal, savaş ve zulmün ardından Filistin’in sürgünde dahi olsa bir devlet olarak ortaya çıkması ancak 1988’de gerçekleşebilecekti. BM’ye üye 103 ülke tarafından tanınmakla birlikte Filistin hâlâ BM nezdinde bir devlet değil. 2012’de Birleşmiş Milletler Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünde tanımladı. Bu karara dahi ABD itiraz etmiştir. Filistin’in devlet olma yolunda attığı bu adım BM’de 138 oyla kabul edilmişti.
Kudüs özelinde ise hâlihazırdaki durum aslında malumun ilamıdır. Nitekim ABD’nin 1995’ten beridir Kudüs’ü İsrail başkenti olarak
tanıma niyeti olduğu bilinen ancak farklı gerekçelerle ABD başkanları tarafından ötelenen bir gerçektir. Şimdiki tek fark, bu kararın Donald Trump tarafından hayata geçirilmesidir. Ona kadar Amerikan başkanlık seçimlerinde adayların büyük kısmı seçim vaadi yahut “rüşveti” olarak Kudüs’ü başkent tanıyacakları yolunda vaatlerde bulunur ancak Beyaz Saray’a yerleştikten sonra vaadini unuturdu. Trump ise seçim kampanyası sırasında olanca İslâmofobik söylemlerin yanı sıra ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağı, yani BM kararlarına rağmen Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağı vaadinde bulunmuştu. Nitekim bu vaadini uygulamaya koymak yönünde karar da aldı. Her ne kadar kararın bağlayıcılığı olmasa da kararın İsrail açısından önemli bir kazanım olduğunu söylemek mümkündür.
İslâm İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere uluslararası kurumların üzerinde durdukları işgal öncesi Kudüs’e tanınan uluslararası statünün
gerçekçi bir çözüm, adil bir yönetim biçimi olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak Siyonist işgalin Kudüs’e tanınan bu statüyü
de çiğneyerek açıktan BM ve uluslararası topluluğu karşısına alması her şeyden önce siyasi bir tehdittir, dikkafalılıktır! Bu yönüyle işgalci İsrail’e destek çıkan Amerika’nın kararı BM çatısı altındaki küresel topluluğa da bir meydan okumadır. Şu ana değin umduğunu bulamasa da İsrail yönetiminin bundan sonraki hedefi, ABD’nin de destekleriyle başta Avrupa olmak üzere olabildiğince çok devletin Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanımasını sağlamak olacaktır. Zira İsrail, BM kararlarının uygulaması konusunda hiçbir baskı görmediği gibi, alınan kararlar ABD tarafından sürekli veto edildi. En tarafsız olanlar da İsrail’in oldubittileri karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Buna rağmen işgal altındaki Kudüs’ün statüsü konusunda istediği desteği arkasına alabilmiş değil. Malum BM, Kudüs’ü İsrail’in tek taraflı olarak başkent ilan etmesini ve de 1967 sonrası işgal ettiği topraklardaki varlığını kabul etmiyor. Son oylama da bunu göstermiş oldu aslında, bir bakıma insanlık ABD ve sömürgeci İsrail’e “dur!” dedi.
İslâm İşbirliği Teşkilatı, Kudüs’le ilgili olarak aldığı kararla Amerika’nın hamlesine cevap vermiştir. Önümüzdeki süreçte bu kararın devamı niteliğinde yapılacaklar oluşan yeni pozisyonu Filistin lehine çevirebilir. İsrail hükümeti Trump’ın seçim vaadi olarak verdiği sözü yerine getirmesini isteyerek Amerika’nın bu hamlesi ile fiili bir durumu resmiyete taşımaya çalıştı. Şimdi İslâm İşbirliği Teşkilatı ise, aldığı
bu kararlarla BM’nin belirlediği özel statüde olması gereken ancak gerçekte var olmayan bir realiteyi resmiyete ve hatta biraz daha
fazlasını isteyerek Doğu Kudüs’ü ‘başkent olması’ pratiğine taşımaya çalışıyor.
İslâm ülkelerinin ortaya koydukları bu net tavır ve eylem planının, önemli bazı küresel aktörleri kendi yanına çekeceği baştan belliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki liderliği belli ki, sadece zirveyi toplayıp net bir karar aldırmakla kalmamış, onun çok ötesine uzanmıştı. Erdoğan, bir duyguya karşı mücadele etmenin tek yolunun ondan çok daha güçlü olan başka bir duygu geliştirme olduğunun farkındaydı. Bu konuda yapılan hızlı temaslar hem Erdoğan ve Türkiye’nin liderliğini pekiştirdi hem de daha baştan olumlu sonuçlar doğurdu. Tasarının kabul edilmesi hemen başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurulacak anlamına gelmiyor elbette. Ancak hak ve adalet zemininde ABD ve İsrail’i ilzam edecek çalışmalar meşruiyet kazandı. Orta ve uzun vadede İslâm ülkelerinin kararlı duruşu, dünya ülkelerinin oylarını da kendi yanlarına çekecek ve işgalci İsrail’e dünyayı dar edecektir. İsrail’in savaş ve askeri yaptırımlarla değil hukukun içine çekileceği bir mücadele dönemi başlamıştır. Filistin sorununun, her şeyden önce ve nihai olarak Kudüs sorunu olduğunu, Kudüs sorunu çözülmeden Filistin sorununun çözülmesinin mümkün olmadığını bir defa daha anladık. Bölgesel bir alana sıkıştırılamayacak kadar önemli olan Kudüs konusunda BM’de alınan tarihi kararı bu açıdan anlamlandırmak gerekir. Şurası açık ki, Ortadoğu meselesi artık Türkiye dış siyasetinin çok önemli bir parçası haline gelmiştir ve partiler şu ya da bu sebeple konuyla ilgilenmek zorunda kalacaklardır.
Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü kutsal beldesi olan Kudüs’ün önümüze getirip koyduğu gerçek şu: Türkiye siyaseti Ortadoğu’dan kaçamaz ve bölgeye ilişkin olarak seküler kesinliklerin ötesine geçen yaklaşımlar geliştirmek zorundadır. Temennimiz Ortadoğu’ya dönük ilginin bir tür fırsatçılıkla malul olmaktan öteye geçerek uzun soluklu bir stratejiye uzanabilmesidir. Hâsılı kelam, İslâm dünyasının selameti, lider ülkelerin kendi kültürel havzalarıyla hak ve adalet zemininde buluşma koşullarının temin edilmesinden geçiyor. Bölgenin bu anlamda yeniden inşa sürecine girdiği bir dönemde bu kapının sonuna kadar açıldığını görüyoruz.
Umran