Editör Haziran 2021, Sayı: 322, Sayfa: 1
Uzun zamandır vekâlet savaşları, biyolojik savaş, biyoterör, genetik manipülasyon, ticaret savaşları, ekonomik krizler, ırkçılık, büyük sıfırlama, dijital diktatörlük, din istismarı, küresel iklim değişikliği, salgın hastalıklar, yoksulluk ve daha pek çok gelişmeyi eş-zamanlı olarak tecrübe ediyoruz. Arsızlaşan sosyal medyanın kuşatması altında tarihî, sosyal ve kültürel eksenli büyük dönüşümler yaşanıyor. Hâliyle bunların memleketimize, yakın coğrafyamıza etkileri sandığımızdan daha büyük. Bizi biz kılan gelenekler çözülüyor, toplumsal bağlar zedeleniyor, inançlar sulandırılıyor, ahlaki ve insani değerler aşınıyor…
Kritik bir dönemde yaşıyor, düşünüyor, yazıyoruz. Türkiye’nin uluslararası sahada hak ve menfaatlerini koruması, bağımsız politikaizleyebilme kabiliyetini artırması dünya egemenlerini endişelendirmekte. Bu nedenle, ülkemizdeki siyasi, ekonomik ve toplumsalkırılganlıklara oynuyorlar. Maalesef içerideki bazı mahfillerden de destek alabiliyorlar. Son haftalarda sosyal medya üzerinden açılan kampanyanın, Türkiye’yi içe kapatma ve dizleri üzerine çökertme stratejisi ile bağlantısı özel bir ilgiyi hak etmektedir.
Koparılan gürültüler bir yana insanın dünyayı anlamlandırma, birey, tabiat ve yaratıcı ilişkilerini yeniden tanımlama çabalarına şahit oluyoruz. Son yıllarda Hristiyan dünyanın kendi iç krizlerinden doğan deizm popüler kültürün önemli terimleri arasındaki yerini aldı. Açıkçası mevcut tartışmaların ne Orta Çağ ne de Aydınlanma Dönemi’ndeki derinliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yine de deizm adına bir çıkarımda bulunacaksak, tarihselcilik tartışmaları, mucizelerin gerçekleşmediğine dair birtakım iddialar, vahyin ezeli kelamınbir unsuru olarak değil de peygamberin ifadeleri olarak anlaşılması, her ne kadar teolojik derinlikten yoksun olsa da pratik anlamda deizm değirmenine su taşımaktadır. Bu yönüyle kanaat teknisyenlerinin önemli bir kısmı Z Kuşağı tanımlaması üzerinden yürütülen“deizm” operasyonunun gönüllü taşeronluğunu üstlendiler. Öğrenci hareketlerinden ümidini kesen sol çevreler amorf bir kitle üzerinden geleceği şekillendirme çabası içerisindeler. Ayrıca Marx’tan ziyade deizm denildiğinde ilk akla gelen isimlerden Spinoza’ya yönelmeleri de bunun bir göstergesi kabul edilebilir.
Popüler anlamda deizm, dünyayı yüce bir varlığın yarattığını, daha sonra kendi başına bıraktığını ileri sürer. Gerçek manada deizm ise, dünyanın ilahi bir yaratıcısının var olduğunu kabul ederken, buna karşın herhangi özel bir ilahi vahyi reddederek, tek başına insan aklının doğru bir ahlaki ve dinî yaşam için gerekli olan her türlü bilgiyi bize sağlamada yeterli olduğunu iddia eder. Başka ve daha bir kritik tanıma göre ise deizm “tabiatüstü ve pozitif dinî tecrübeleri bulunan Hristiyanlığın aksine, müşterek ahlaki ilkeler üzerine oturur, kanunları görünür ve insanların kalplerine kazınmış bir üstün varlığa ibadeti içerir.” Buna göre deizm Tanrı’ya ibadeti esas alır fakat kaynağını dinden almayan seküler bir ahlaka dayanır.
Son kertede aşkın bir din ve Tanrı anlatısına sahip olmayan deizm bir din olgusu değil, bir yanlış Tanrı tasavvurudur. Dini vicdanlara hapseden bu süreçte dinimsi yapılar sürekli gündemde tutularak insaf, israf, adalet başta olmak üzere insanın hırsını gemleyen ne kadar değer varsa tümü rafa kaldırılır. Liberallerin istediği, dünyaya müdahale etmeyenTanrı telakkisi bakımından Simon Critchley’in şu sözleri oldukça manidardır: “Liberalizmin siyasi teolojisi her tarafa yayılmış zayıf bir deistik Tanrı’dır. Liberal kişi, (…) bir Tanrı ister, ama istediği Tanrı dünyada etkin olan bir Tanrı değildir.” Oysa Müslümanlık soyut birTanrı inancına sahip olmak değildir, dini yalnızca Allah’a has kılmaktır. Bu ise O’nun (Tanrı’nın) dinini kabul etmek demektir. Kur’ân’ın bütünlüğünden anladığımıza göre Allah’ın halis dinini kabul etmek, onun ulûhiyetine şirk koşmadan edilen bir iman, bu ilahın ahlakiilkelerini/hayatın tümüne ilişkin yasalarını mutlak bir kabul, ahiretle ilgili kesin bir teslimiyet demektir. Bu bakımdan günümüzdeki popüler deizm tartışmalarının ötesine geçip meseleyi hakkıyla ele almak için işe liberalizm ve onun şekillendirdiği dünya tasavvurundan başlanmalıdır.
Deizm geçmişte genelde bir grup filozofun Tanrı görüşüydü. Şimdilerde yeni yetme marjinal bir gençlik kesiminin Tanrı anlayışı sanılıyor. Maalesef konu bununla sınırlı değildir. Günümüzde deizmin belli mahfillerde özellikle köpürtülmesi ve medyanın çeşitli mecralarında sıkça duyulması ile “kapitalist-neoliberalist küreselleşmenin sömürü düzeni arasında” sanılanın ötesinde bir bağ vardır. Ekonomiden siyasete, sanattan dine kadar pek çok alan liberalleşmiş durumdadır. Tüketim özgürlüğü ise bir türlü sorgulanmamaktadır. Bunun neticesinde yeni birey ve toplum tasavvuruna eşlik edecek “liberal bir Tanrı” telakkisi pompalanmaktadır; seküler putlarla gücün temelleri asla sorgulanamamaktadır. Deizm tanımlamaları bir kez daha göstermektedir ki deizmin, ateizmden önceki son durak olduğu yabana atılacak bir yaklaşım değildir. Pagan Yunan’dan Aydınlanma Dönemi’ne kadar Tanrı, hayatın içinde oldukça dinamik bir varlık olarak kabul edilirken, modernleşme sürecinin itikadi temayülü olan deizm varlığın “otonomluğu” tezi üzerinden Tanrı’nın hayattan kovulduğu yeni bir çığır açmıştır. Evreni var eden ve onun gidişatında etki sahibi olan yüce bir varlığa ve o varlığın dünyaya vahiy gönderdiğine itiraz eden ateizmin de yaslandığı otonom varlık ve evren düşüncesi hâlihazırda yaşadığımız zaman dilimini de etkilemiştir.
Bu bakımdan ateizmle, tabiatın düzenine, insanın kaderine ve eylemlerine müdahale etmeyen, tabir caizse “münzevi Tanrı” anlayışının şekillendirdiği deizmin müşterekliği söz konusudur. Deizmin yayılışından kaygı duyup şikâyet eden geniş bir kitle şöyle ya da böyle bir deist inanca sahiptirler. “Kur’ân şöyle buyuruyor.” dediğinizde umursamadan işlerini, “Allah akıl vermiş!” diyerek hiçbir vahyi ilkeye ihtiyaç duymadan çözümleme gayretine düşen insan, hangi dinî etiketi taşırsa taşısın deist bir tutum sergiliyor demektir. Aslına bakılırsa deizm tartışması siyasal bir gündem önermektedir. Kendilerini deist olarak tanımlamasa bile yetişkinlerin önemli bir kısmının, liberal bireyciliğin egemenliği ve dinin bütüncül algılanmasının noksanlığı nedeniyle pekâlâ deist olarak nitelenmesi mümkündür. Bütün bunların ardından şunu söylemek mümkündür: Türkiye’de ve dünya genelinde umumiyetle deist bir ortam vardır. Modern bilim, teknik, siyaset, vb. gibi modern kültür ögeleri şüphesiz doğrudan deizm üretiyor değildirler. Ama deizme yönelimde önemli etkilere sahiptirler. Türkiye’de 14-20 yaş aralığındaki gençliğin deizme yönelimiyle ilgili araştırmalar, bunda gençlerin dinle diyalojik ilişkilerinin değil mevcut siyasal kutuplaşmaların belirgin bir rolünün olduğunu göstermektedir. 2000 sonrasında dünyaya gelenbugünün gençliği anneleri, babaları ve dünyanın tamamı gibi öncelikle iyi eğitim, iyi-rahat-bol maaşlı iş, konforlu bir hayat beklentisi içinde. Hâliyle dijital tekno-kültür kuşağın dinî inançları ve beklentileri milenyum öncesinin çevrede yer alan ve merkezin nimetlerinden ve tercihlerinden yoksun bırakılan kuşaklarından büyük ölçüde farklı. Muhafazakâr kesim ilk defa uzunca bir süre iktidarda kalıyor-tabiatıyla iktidarlar da doğası gereği bazı yan etkiler oluştururlar-. Popüler deizm bu yan etkilerden biri şeklinde okunabilir.
Esasen, dünya ölçeğinde ele alındığında deizmin sadece gençlerle ilgili/sınırlı olmadığı çok açıktır. Sonuçta insan kararlarında neyi ölçü alıyorsa tanrısı odur. Zira Tanrı kural koyandır. Bu durumu deistler iyi düşünmeli. Madem bir Tanrı varsa, onun insanla/evrenle irtibat kurmaması mümkün değildir. Deizmin yani “akıl dini” rüyasının gerçek olmaya başladığını haber veren insanlık 2.0, dijital çağ, evrensel bildiriler, yapay zekâ gibi gelişmeler var olan popüler tartışmaların ötesine geçmeyi gerekli kılmakta. Deizmin, dinle ilgili tartışmaların etrafında döndüğü merkezî mefhum olduğunu düşünenlerin, bu bakış açısının küresel elitlerin “küresel din” telakkisiyle ilişkisini dikkate alarak yola çıkmaları gerekir.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…
Umran