Editör Temmuz 2023, Sayı: 347, Sayfa: 1
Türkiye, küresel salgın, savaş, enerji krizi, iklim krizi ve doğal afetler, enflasyon vb. gibi birbirini izleyen makro düzeydeki siyasi krizlerin ortasında 14-28 Mayıs seçimlerini yaptı. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu gerçeklik, milletin Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tarihsel tecrübesinden çıkardığı sonuçların ve bunların ışığında kendisine nasıl bir varoluş tarzı seçtiğinin özeti gibidir. Uzun zamanlı krizlerin yarattığı korku ve güvensizlik hissiyatına seçimlerin akabinde dünyanın farklı bölgelerindeki yeni krizler eklendi. Rusya’daki Wagner isyanı ve Fransa’daki olaylar bu çerçevede anılabilir.
Dış politikada öne çıkan bir diğer hadise ise NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin onayına ihtiyaç duyan İsveç’teki Kur’ân-ı Kerim yakma alçaklığıydı. Hâliyle bu olay sebebiyle dış politika daha Kurban Bayramı’nın ilk gününden itibaren hayli gerilimli ve hareketliydi ki elan vaziyet değişmiş değil. Zira İsveç tam bir utanmazlık örneği sergileyerek inatla “Bizde ifade özgürlüğü oldukça geniştir ve bu tür gösterilerin yapılabiliyor olması da demokrasimizin bir parçasıdır!” noktasında... Aslında böylesi hadiseler Batı toplumlarında İslâm düşmanlığının gittikçe yükseldiğini, kurumsallaştırılıp normalleştirildiğini kanıtlıyor. Tüm bunlar olup biterken Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a terör örgütlerine imtiyaz tanıyan İsveç’in NATO üyeliğini onaylama çağrısı yaptı. Scholz’un böyle bir çağrıyı yapma hakkını kendisinde nasıl gördüğüne şaşmamak elde değil!
Şüphesiz sömürgeci Avrupa devletleri tarihlerindeki muhtelif safhalarda Müslüman olmayı neredeyse bir suç kılmaya çalıştılar. Fakat asıl belirtmek istediğimiz yeni ve rahatsız edici nokta, liberal demokrasileri kendinden menkul günümüz rejimleri tarafından İslâmofobiye açıkça kucak açılmasıdır. İslâmofobinin dine değil, siyasete dair olduğunu iddia eden Deepa Kumar’ın bu durumla siyaset alanında mücadele edilmesi gerektiğini savunması sebepsiz değildir. Hakikaten dikkatle bakıldığında görülecektir ki, Müslümanlar böylesi hadiselere karşı durabilmek üzere koordineli gayretler ortaya koyup bunları sürdüremedikleri müddetçe İslâmofobi neşvünema bulmaya devam edecektir.
***
Seçim tarihimizin daimi mağlubu CHP’nin başını çektiği muhalefet cephesi 2023 Mayıs’ındaki seçimlere giderken “Mutfaktaki yangının götürmeyeceği iktidar yoktur!” sözüne ve iktidarın farklı alanlardaki hatalarına bel bağlamıştı. Bu yüzden sonuçlar, muhalefet kanadında epey çalkantıya yol açmış görünüyor. İttifak tahayyülüne son verdiği intibaı uyandıran muhalefetin en temel zaafı siyaset üretememesi ve milletin beklentileri noktasında sergilediği düşük performans. Kendisini hükûmete karşı hakiki ve inandırıcı bir alternatif olarak sunamayan muhalefet saflarında seçimlerin akabinde ayyuka çıkan değişim söylentisi ise gerek dünyadaki gerekse ülkedeki kriz alanlarına dair sahici teklifler içermiyor. Parti içi baş/muhalifler ve hevesi kursağında kalan elitler şifreyi andıran değişim kavramından medet ummanın ötesine geçemiyorlar. Sürekli konuşmalarına bakarak kendi aralarında çok üst entelektüel seviyede sosyolojik ve felsefî sohbet yapıyorlarmış zannına kapılabilirsiniz ama durum öyle değil.
Seçimler geldi geçti fakat muhalefet cephesi aldığı sonuçlar karşısında uğradığı çok yönlü hayal kırıklığını, kapıldığı karamsarlık havasını bir türlü dağıtamadı. Seçimler kendileri tarafından kaybedildiği takdirde artık ülkenin bir daha serbest seçim görmeyeceğini iddia etmeye kadar giden muhalefet liderlerinin dünyadaki krizlere dair soğukkanlı değerlendirmeler yapamadıkları da ortada. Anlaşılan o ki Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler olmasa eteklerdeki tüm taşlar dökülecek, böylelikle karmaşık hislerin, taşkın heyecanların, yönlendirilmiş çıkar beklentilerinin birleşiminden oluşan muhalefet cephesindeki öfke ve yası daha iyi kavrayabileceğiz. Ne ki kapıldıkları “Galiba yerelde de kaybedeceğiz!” endişesi şimdilik çoğu şeyin söylenmesine mâni oluyor, dahası yutkunma siyasetine pazarlık intibaları eşlik ediyor. Durum böyle olunca da iç siyasetin hareketli ve hararetli tek konusu CHP’deki kronik kurultay ve koltuk tartışmaları ki bu da çoğu zaman siyasi analizin değil mizahın konusudur.
Bilindiği üzere “yeni” CHP’nin birkaç seçimdir uyguladığı strateji, muhafazakârlaşma eğilimi yönündeydi. Partinin başörtüsü meselesinde yumuşamaya gitmesi hatta başörtülü adaylar göstermesi, tarafsız devlet aygıtı vurgusu, kucaklaşma, helalleşme siyaseti, dinî bir jargonla muhalefet üretmesi ve yeni moda çıtkırıldım laflarla bezeli çıkışları yanında muhafazakâr partilerle kurduğu ittifaklar dümenin merkez sağa doğru kırıldığını göstermekteydi. Bugünlerde bir zamanlar siyasi tahayyülüne övgüler düzülen Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki analizler öyle şekillere sokuluyor ki insanın bunları okuyunca şunu sormaması imkânsız: Hiç mi tarih bilginiz ve vefa duygunuz yok! Partinin rotası tayin edilirken neredeydiniz? Buna mukabil milletin kimlik merkezli duruşundan vazgeçmemesi CHP’nin durduğu yere olan mesafesinin derinliğini ortaya koyduğu gibi, siyasette ideallerin belirleyiciliğinin de bir göstergesi şeklinde okunmalıdır. Hâsılı CHP neden kaybetti, sorusunun cevabı esasa bakılarak araştırılmalıdır.
Cumhur İttifakı partileri seçim sonrasına ahenkli ve istikrarlı bir şekilde girerken yeni hükûmet iki konuyu öne alarak işe başladı: Bunlardan birisi terörle mücadelenin kararlı bir biçimde sürdürülmesi; ikincisi ve belki de daha öncelikli görüneni, hayat pahalılığının giderilmesi, toplumsal refahın artırılmasıdır. İktidarın ekonomik ve teknik konuların yanında ilgilenmesi gerekli esas alan toplumun geleceği ile ilgili sosyal alanlardır. Mesela eğitim ve kültürle bağlantısı kurularak 2023 Mayıs seçimlerinin ortaya koyduğu gerçekliğin kuşaklar açısından çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Çünkü Türkiye’de her geçen gün gelişen ve derinleşen bir kuşaklararası fay hattı söz konusudur. Bu görülmeli ve kabullenilmelidir.
Ancak şunu şimdiden kesinlikle söyleyebiliriz ki Türkiye’de siyasi alan yeniden kurulmak zorundadır. Dolayısıyla reformun, rehabilitasyonun ötesinde yenilenmeye ve yeni paradigma inşasına ihtiyaç var. Zaten reform talebinde bulunanlar da ya muhalifler gibi 1990’lara dönüşü istiyor ya da naif iktidar çevreleri gibi 2018’lere yani yeni sistem öncesine dönüşü… Hâlbuki geriye dönmek veya senteze gitmek yerine yeni merkez ekseninde yeni paradigma kurmak çok daha meşru, kalıcı. Bunun için radikal kamucu zihniyet ortaya koymalı. Kişilerin, kurumlarını millet adına çalıştırdığı düşüncesini öne çıkarmak gerekmektedir. Bu icraat, sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değil, aynı zamanda toplumun bizzat kendi iktidarı içindir. AK Parti, genel projesini zaman zaman gözden geçirmelidir. Toplumun teveccühü ve oyu her hâlükârda çantada keklik görülmemelidir. Parti bu konuda ciddi bir başlangıç yapmış ve bazı önemli sonuçlar da alınmıştır. Ama istikbalini elde etmek için ülkenin önünde uzun bir yol vardır. İktidar, icraatlarını artık devam eden teknolojiden sosyal alana kaydırabilmelidir.
Cumhuriyet modernleşmesinin Kemalist kanadını temsil edenlerce kültürel iktidar, aydınlanma ideolojisinden esinlenen insan, evren, tabiat, tarih, zaman, mekân, toplum, devlet, din, bilim, Tanrı tasavvurunun kamusallaşmasını temin eden yumuşak güç şeklinde öne çıktı. Aslında Türkiye aydınlanma ideolojisinin referans sistemleriyle yüzleşmek-hesaplaşmak yerine, kozmetik değişimlerle yetinmeye çalışarak çok ciddi bir bilinç krizi yaşadığını ortaya koyuyor. Kültürel iktidarın serbest etkinliklerle değil etraflı bir düzen teşkiliyle inşa edildiği gözden ırak tutulmamalı. En başta zihin dünyasının yaşayan hâli kültürü benimseyecek insanların ekonomi-politikçe belirgin standartlara kavuşması gerekir. İktisadi, hukuki, kamu düzeni ve özgürlükler açısından rahatsızlıkların en aza indirildiği siyasal alan kültür savaşını başarıya ulaştırır. Başta cemaatler olmak üzere toplumun bütün örgütlü yapılarına çok büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Devlet erkini elinde tutanlar ise en azından 2017 Kültür Şûrası’nda alınan tavsiye kararların yürürlüğe girmesi için inisiyatif alabilir.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…
Umran