EDİTÖR Ocak 2014, Sayı:233, Sayfa:1
Doktrinel bir varoluş, mekân, zaman ve her türlü alt kimliğin üstünde, ilkesel bir varoluştur. Siyaseti de yine bu çerçevede daha geniş bir varoluşsal kimlik olarak okumak gerekir. Bir varoluş meselesi olarak siyaset anlayışı, herkesi ve her kesimi bu yönüyle güncel politik angajmanlardan daha sağlıklı bir okumaya, daha doğru bir pozisyon almaya yöneltecektir. Zira o zaman devrede insani, adli, ahlaki ve ilkesel unsurlar olacaktır; güncel politik angajmanlar değil… Son yıllarda kendisine “hizmet” hareketi adını veren Fethullah Gülen hareketi ve ona bağlı yayın kuruluşları, AK Parti hükümetinin çözüm süreci ve demokratikleşme gibi iç siyasetine; İran, İsrail ve Ortadoğu politikaları bağlamında dış siyasetine karşı amansız bir muhalefet sergiliyordu. Bu muhalefeti devlet kurumlarındaki bağlılarıyla birlikte sabotaj ve darbe teşebbüslerine dönüştürdüklerini 17 Aralık operasyonu sonrasındaki gelişmelerle şimdi daha net görebiliyoruz. Siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak amacıyla yapılan “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” ile ilgili iddialar elbette yok sayılmamalı, üzeri örtülmemelidir! Polis-yargı denkleminde oluşan yapıyı dağıtmak, meselenin çözüldüğü anlamına gelmemelidir. Ancak bu, iddia edilen rüşvet ve yolsuzluk olaylarını yok saymak şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksi durum, daha da tehlikeli bir şekilde, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının doğru olduğu kanaatini kuvvetlendirebilir. AK Parti ve Fethullah Gülen hareketi arasındaki restleşme artık geri dönülemez bir sürece girmiştir. Bu restleşme gerek AK Parti gerekse Gülen hareketinin Türkiye sınırları içindeki güçlerini aşan özgül ağırlık ve hacimlerde devam etmektedir. Dolayısıyla bu restleşme ve gerginlikte “uluslar arası” boyutu gözden çıkararak bir okuma yapmamız sağlıklı da değildir, olası da değildir. Bu konuda ortaya çıkan semptomlar çok net bir biçimde ortadadır. Uluslararası boyut; dışarıdan Türkiye’ye sürekli çekilmeye çalışılan dizaynda, Müslümanların araçsallaşması gibi inkar edilmez bir gerçeği bize faş etmektedir. Öyle görünüyor ki, küresel politikaların belirleyicileri, Türkiye’de hâlâ sıkıntıları olduğunu düşünmekte ve buna yönelik bir ‘tedbir’ alma ihtiyacı duymaktadırlar. Bu çevrelerin, giderek daha yüksek bir sesle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “gereğinden fazla büyüdüğünü” ve ‘frenlenmesi’ gerektiğini dillendirmeleri boşuna değildir. Böylesi zor bir süreç insanların yazılarını, konuşmalarını ve sosyal medyadaki mesajlarını da olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Olağan dönemlerde olduğu kadar, olağan dışı zamanlarda ve öfkelerin kabardığı anlarda da ağızlardan çıkan sözleri kulakların duyması ve sözün en güzelinin seçilmesi gerekir. Aksi halde kızgınlıkla rastgele söylenen sözler, şeytana prim verdiği gibi, şeytani güç odaklarının müminler arasındaki sorunları daha da derinleştirmelerine, ayrışmalarına ve hatta çatışmalarına imkân sunar: “Kullarıma de ki; sözün en güzelini söylesinler! Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ 17/53) Muhakkak ki insanların ve toplumların başına gelenler, yaşadıkları şeyler, zihniyetlerinin ve kendi elleriyle yaptıklarının bir sonucudur. Herkes işlediklerinin karşılığıyla baş başa kalacaktır!… Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.