İslâmcılığa Bakışlar Kaynaklara Dönüş, Sekülerizm Ve Kenar Notları

      Editör                                                             Mayıs 2013, Sayı: 225, Sayfa: 1

 

Gerek Ortadoğu’daki gerekse Türkiye’deki gelişmeler, değişim ve dönüşümler vesilesiyle kendisinden
sıklıkla söz edildiğini duysak da, Türkçedeki İslâmcılık literatürünün gelişkin olmadığını,
belli dönemlerin temalarının ötesine geçemediğini söylemek mümkündür. Siyasal düşünce dünyası
bakımından güncelliğini korumaya devam eden İslâmcılığın, dünyada ve Türkiye’de farklı dönemlerde,
farklı tarzda yorumlar ve eleştirilerle karşılandığını ifade etmek yanlış olmaz. Mesela sol-Kemalizm’in
egemen olduğu yıllarda kaleme alınan eserlerde İslâmcılık akımı mücadele edilmesi gereken siyasal
bir gericilik olarak addedilmiştir. İslâmcılığa ilişkin “tanım” karmaşası akılda tutulmak kaydıyla
Cumhuriyet Türkiye’sinde İslâmcılık literatürünü derin bir biçimde etkileyen bir çalışma dikkat çekmektedir.
1962 yılında yayınlanan Tarık Zafer Tunaya’nın İslâmcılık Cereyanı başlıklı çalışması hem
dönemin koşullarını iyi bir biçimde yansıtmakta, entelektüel çevrelerde Demokrat Parti üzerine oluşan
hayal kırıklığına dair izlekler oluşturmakta hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine oluşturulan
siyasî tarih metinlerinde usulü ve çuvalı doldururken kullanılan veriler bağlamında oldukça etkili olmuş
gibi gözükmektedir.
Milliyetçi perspektifle kaleme alınan eserler ise milli ajitasyon siyasetinin isterleri doğrultusunda
dönem dönem farklı yaklaşımlar sunmuşlardır. Afgani değerlendirmelerinin ağırlıklı olarak Elie
Kedourie ve Nikki R. Keddie’nin duygusal ve kasıtlı hükümlerinden beslendiğini hatırlatmak gerekir.
Afgani’yi tarihi gerçekliği içinde hakkaniyetli olarak değerlendiremeyen çevrelerin Afgani konusundaki
kanaatlerinin bir benzerini Seyyid Kutub üzerinden de ortaya koymakta, Kutub’a karşı Said Nursi’yi
öne çıkardıkları görülmektedir. İslâmcı söylemin din ve İslâm anlayışında öne çıkan kaynaklara dönüş
düşüncesi çoğu aman Protestanlık kavramı etrafında yorumlanmıştır. İslâmcılığın başlangıçtaki hali ile
sonraki halleri arasındaki farklılıklar da bir başka önemli konu.
İslâmcılığın aslında ‘modernleştirici’ yahut ‘sekülerleştirici’ bir hareket olduğu yönündeki tezler, esas
itibarıyla isabetli değildir. Çağdaş dönem siyaset bilimciler ve sosyologları bu tür sözleri seviyorlar, ama
bence yanılıyorlar. Bu da onların, İslâmcıların ‘temel’ görüşleri bağlamında bir değerlendirme yapmamaları
yüzünden oluyor. Hep tali noktaları öne çıkarıyorlar ve onun üzerinden bir sonuca varıyorlar.
Gene soğuk savaşın sonlarına doğru Amerika’da kaleme alınan çalışmalar İslâmcılarla uzlaşılmasının
gerekliliği üzerinde durmuşlardır.
Türkiye’de ise İslâmcılık akımı konuşulurken uzun yıllar ve halen daha çok gelenek modernlik karşıtlığı
üzerinden yapılan bir okuma ile karşılaşmak bu düşünceye ilişkin sağlıklı yorumlar yapılmasını
engelliyor. Aslında bu, tipik manada modern dönem akademik çalışmalarına damgasını vuran yaklaşımdır.
Bunu, Batılı akademisyenler yapabilir; çünkü bu tarzı zaten onlar icat etmişlerdir; ancak bizde
de aynı yaklaşımın çoğunlukla hâkim olduğunu görüyoruz. O nedenle, bu temel yanlış düzeltilmeden,
İslâmcılık tartışmalarından sahici bir netice alınması pek mümkün değil. İslâmcılık akımının önemli
temsilcilerinden olan Mehmet Akif’in birkaç mısraı üzerinden yapılan birbiriyle çelişkili yorumlarla
bir düğüm noktasına dönüşen bu yaklaşımın aşılması gerekir artık. Öte yandan dünyadaki İslâmcılık
düşüncesi ve akımları üzerine yeterince analitik çalışma yok Türkçe’de. Mesela Müslüman Kardeşler
konusunda 1952 sonrasında veya 1966 sonrasında yaşanan değişmeleri sağlıklı bir biçimde takip edebileceğimiz
çalışmalar yok elimizde. Aynı durum Cemaat-i İslâmi için de geçerli.
Bu bakımdan bu sayımızda İslâmcılık konusunda Türkçe’de yer bulan çalışmalarda karşımıza çıkan
temalara, çatışmalı yorumlara dikkat çeken yazılara yer verdik. Söz konusu yazıların İslâmcılık tartışmalarının
mahiyetinin akademide bile salimen yapılamadığını gösterdiği kanaatindeyiz. Fakat asıl olarak
1960 sonrası gelişmeler konusunda hâlen bir belirsizlik var. Bu yıllara ilişkin yayımlanan anıların bu
sürece ilişkin önemli bilgiler sunduğunu/sunacağını da ifade etmeliyiz. Esasen 2001 sonrası gelişmelerin
İslâmcılığın ele alınışını nasıl etkilediğini ise gelecek birkaç yılda daha sağlıklı olarak görebileceğiz.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle..
Umran

     Gerek Ortadoğu’daki  gerekse Türkiye’deki gelişmeler, değişim ve dönüşümler vesilesiyle kendisinden sıklıkla söz edildiğini duysak da, Türkçedeki İslâmcılık literatürünün gelişkin olmadığını, belli dönemlerin temalarının ötesine geçemediğini söylemek mümkündür. Siyasal düşünce dünyası bakımından güncelliğini korumaya devam eden İslâmcılığın, dünyada ve Türkiye’de farklı dönemlerde, farklı tarzda yorumlar ve eleştirilerle karşılandığını ifade etmek yanlış olmaz. Mesela sol-Kemalizm’in egemen olduğu yıllarda kaleme alınan eserlerde İslâmcılık akımı mücadele edilmesi gereken siyasal bir gericilik olarak addedilmiştir. İslâmcılığa ilişkin “tanım” karmaşası akılda tutulmak kaydıyla Cumhuriyet Türkiye’sinde İslâmcılık literatürünü derin bir biçimde etkileyen bir çalışma dikkat çekmektedir. 1962 yılında yayınlanan Tarık Zafer Tunaya’nın İslâmcılık Cereyanı başlıklı çalışması hem dönemin koşullarını iyi bir biçimde yansıtmakta, entelektüel çevrelerde Demokrat Parti üzerine oluşan hayal kırıklığına dair izlekler oluşturmakta hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine oluşturulan siyasî tarih metinlerinde usulü ve çuvalı doldururken kullanılan veriler bağlamında oldukça etkili olmuş gibi gözükmektedir.

     Milliyetçi perspektifle kaleme alınan eserler ise milli ajitasyon siyasetinin isterleri doğrultusunda dönem dönem farklı yaklaşımlar sunmuşlardır. Afgani değerlendirmelerinin ağırlıklı olarak Elie Kedourie ve Nikki R. Keddie’nin duygusal ve kasıtlı hükümlerinden beslendiğini hatırlatmak gerekir. Afgani’yi tarihi gerçekliği içinde hakkaniyetli olarak değerlendiremeyen çevrelerin Afgani konusundaki kanaatlerinin bir benzerini Seyyid Kutub üzerinden de ortaya koymakta, Kutub’a karşı Said Nursi’yi öne çıkardıkları görülmektedir. İslâmcı söylemin din ve İslâm anlayışında öne çıkan kaynaklara dönüş düşüncesi çoğu aman Protestanlık kavramı etrafında yorumlanmıştır. İslâmcılığın başlangıçtaki hali ile sonraki halleri arasındaki farklılıklar da bir başka önemli konu.

     İslâmcılığın aslında ‘modernleştirici’ yahut ‘sekülerleştirici’ bir hareket olduğu yönündeki tezler, esas itibarıyla isabetli değildir. Çağdaş dönem siyaset bilimciler ve sosyologları bu tür sözleri seviyorlar, ama bence yanılıyorlar. Bu da onların, İslâmcıların ‘temel’ görüşleri bağlamında bir değerlendirme yapmamaları yüzünden oluyor. Hep tali noktaları öne çıkarıyorlar ve onun üzerinden bir sonuca varıyorlar. Gene soğuk savaşın sonlarına doğru Amerika’da kaleme alınan çalışmalar İslâmcılarla uzlaşılmasının gerekliliği üzerinde durmuşlardır.

     Türkiye’de ise İslâmcılık akımı konuşulurken uzun yıllar ve halen daha çok gelenek modernlik karşıtlığı üzerinden yapılan bir okuma ile karşılaşmak bu düşünceye ilişkin sağlıklı yorumlar yapılmasını engelliyor. Aslında bu, tipik manada modern dönem akademik çalışmalarına damgasını vuran yaklaşımdır. Bunu, Batılı akademisyenler yapabilir; çünkü bu tarzı zaten onlar icat etmişlerdir; ancak bizde de aynı yaklaşımın çoğunlukla hâkim olduğunu görüyoruz. O nedenle, bu temel yanlış düzeltilmeden, İslâmcılık tartışmalarından sahici bir netice alınması pek mümkün değil. İslâmcılık akımının önemli temsilcilerinden olan Mehmet Akif’in birkaç mısraı üzerinden yapılan birbiriyle çelişkili yorumlarla bir düğüm noktasına dönüşen bu yaklaşımın aşılması gerekir artık. Öte yandan dünyadaki İslâmcılık düşüncesi ve akımları üzerine yeterince analitik çalışma yok Türkçe’de. Mesela Müslüman Kardeşler konusunda 1952 sonrasında veya 1966 sonrasında yaşanan değişmeleri sağlıklı bir biçimde takip edebileceğimiz çalışmalar yok elimizde. Aynı durum Cemaat-i İslâmi için de geçerli.

     Bu bakımdan bu sayımızda İslâmcılık konusunda Türkçe’de yer bulan çalışmalarda karşımıza çıkan temalara, çatışmalı yorumlara dikkat çeken yazılara yer verdik. Söz konusu yazıların İslâmcılık tartışmalarının mahiyetinin akademide bile salimen yapılamadığını gösterdiği kanaatindeyiz. Fakat asıl olarak 1960 sonrası gelişmeler konusunda hâlen bir belirsizlik var. Bu yıllara ilişkin yayımlanan anıların bu sürece ilişkin önemli bilgiler sunduğunu/sunacağını da ifade etmeliyiz. Esasen 2001 sonrası gelişmelerin İslâmcılığın ele alınışını nasıl etkilediğini ise gelecek birkaç yılda daha sağlıklı olarak görebileceğiz.

     Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle..

                                                                                                              Umran

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353