Acil Gündemler Kronik Sorunlar -Sömürgecilik, İslâm Âlemi ve Parçalanma-

 

EDİTÖR                                           Kasım 2017, Sayı:279, Sayfa:1

Türkiye’nin bugünkü ortamında taban tabana zıt bir tutum, tavır ve söylem gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın ve siyasi iktidarın söylediği ve yaptığı her şeyi güzel ve doğru, muhalefetin yaptığı ve söylediği her şeyi kötü ve yanlış…  Ya da Cumhurbaşkanı’nın ve siyasi iktidarın söylediği ve yaptığı her şeyi kötü ve yanlış, muhalefetin yaptığı veya söylediği her şeyi güzel ve doğru olarak gören ve yorumlayan bir anlayış vardır. Balfour Deklarasyonu’nun yüzüncü yılında Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman olarak kabul eden, Allah’a ve ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle, Müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin takınacakları ortak tavır,  adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır. Meseleler her ne olura olsun basiret ve ferâset sahibi olma zamanıdır.  Uzun yıllar kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşlik olmalıdır. Bunun aksi tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik hastalığının dışa yansıması olup bedeli, hem bu dünyada hem de ahiret hayatında helak olmaktır.   Türkiye acilen, muhafazakâr demokrasiyle milliyetçi söylemin oluşturduğu ittifakın etkisiyle son yıllarda dozu gittikçe artan milliyetçi perspektifi terk etmelidir. Bu perspektif birleştirici değil parçalayıcıdır. Birlikte yaşadığımız Kürtlerin, özellikle genç kuşaklarının, bu söylemden incindikleri ve seküler/sol/Stalinist Kürtçülüğün anaforuna doğru sürüklendikleri unutulmamalıdır! Nasıl ki Cumhuriyet Türkiye’si yeni bir ulus yaratma sürecinde Türklerin İslâm öncesi meziyetlerine vurgu yaparak, İslâm’ın en büyük hizmetkârı ve koruyucusu olarak Türk kimliğini öne çıkarmış ve zımnen, İslâm’ın Türklere değil de Türklerin İslâm’a şeref kazandırdığını iddia etmişse, aynı şekilde bölgemizde terviç edilen seküler/sol Kürtçü söylem, İslâm’ın Kürtleri asimile ettiğini, oysa ki Kürtlerin İslâm’la tanışmadan önce de gıpta edilecek özelliklere sahip olduğunu, dolayısıyla “İslâm kardeşliği”  klişesine kanmamak gerektiği tezini işlemeye başlamıştır.  Türkiye’nin görevi, paramparça edilmek istenen İslâm coğrafyasına önderlik etmek olmalıdır; böyle bir sorumluluğu vardır. Türkiye, İslâm ülkeleri ile arasında olan sorunları, bu sorumluluk çerçevesinde ele alarak çözmek zorundadır. Geçmişe takılıp kalmak, bugün için yapılabilecek en büyük hatadır. Geçen sayımızda da belirttiğimiz üzere meseleyi Kürt etnisitesi üzerinden izaha kalkmak, savunmak ya da karşı çıkmak, büyük fotoğrafı görememek demektir. İttihatçıların, Şerif Hüseyin ve oğullarının, 100 yıl önce göremeyip düştükleri tuzağa ve Molla Mustafa Barzani’nin düştüğü tuzağa, bugün Müslüman hassasiyeti olan hiç kimse düşmemelidir. Ortadoğu, 100 yıl önceki gibi,  yeniden bölünmek, daha küçük parçalara ayrılarak daha kolay yutulmak istenmektedir. Yeni düşmanlıklar ihdas edilerek çatışmalar ve savaş ortamı oluştulmaya çalışılmaktadır. Acil gündemlerin en kışkırtıcı yanı, insanı serinkanlı düşünmekten, sağlıklı kararlara varmaktan uzak tutma kabiliyetidir. Böyle durumlarda insan tek başına kalmamalı, mutlaka istişare hukukunu gözeterek “hayırlı işleri genişçe yaymak” yani “birr” ödevini yerine getirmelidir. Aksi halde acil gündemin dümen suyunda aşırı duygusal davranma tehlikesi mevcuttur. Bu tehlike bireylerin kendi zihin ve kalplerini zincirlemelerine benzemez. Bütün toplumun zihnini ve kalbini zincirleyebilir. En azami dikkat, özen, titizliğin gösterilmesi gereken böylesi durumlarda, yöneticiler asla yalnız bırakılmamalıdır. İnsanı serinkanlı düşünmekten alıkoyan acil gündemin bir başka boyutu, dar alana sıkışmaktan kaynaklanabilir. Kimi düşünürlerin bir alanda uzmanlaşma meselesine yaklaşımında da görülen aynı durumdur. Uzman, alanının dışına dair çoğu kere kör ve sağır kalabilmektedir. Alana aşırı bağlanmanın yarattığı bu marazi durumdan elbette kurtulmak isteyen için imkânlar vardır. İtidalin kök anlamında “uzak durmak, içine almak” gibi sanki birbirinin zıddıymış gibi görünen iki tutum karşımıza çıkmaktadır. Aslında burada İlahi Hitabın Müslümanlara davranış, hal ve gidiş ödevi gibi öğrettiği “emr-i bi’l-marûf ve nehy-i ani’l-münker” ifadesinin sağlam bir tefsiri yatmaktadır. İtidalde hem uzaklaştırma hem de yakınlaştırma tavrıdır. Marûfu iş edinmek biçiminde anladığım ifade ise, “arefe” kelimesinin türevi olan marûfun bir anlamı da, insan fıtratına yatkın olan her iş’tir. Öyleyse insan fıtratına yatkın olanı benimsemek, onu içselleştirmek marûftur. İnsan fıtratının ittiği, beğenmediği, uzaklaştırdığı ise münkerdir. Mutedil insan aynı zamanda marûfu benimseyen, içine alan, münkeri reddeden, dışarıda tutan, kendinden uzaklaştıran kimsedir. Türkiye’nin, mevcut iktidar üzerinden hareketle düşmanları tarafından köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı bu süreçte, toplumun daha kenetlenmesi, mezhep, meşrep ve sivil organizasyonların, ötekileştirici, dışlayıcı, tahkir edici dili bırakıp ciddi bir itidal diline sarılmalarının vaktidir. Elbette bu tutumun yukarıdan aşağıya doğru yansıtılması en doğrusu olacaktır. Herkesin takdir edeceği üzere bu bağlamda, öncelikle siyasilerin çok daha hassasiyet göstermeleri gerekiyor. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348