Editör Mayıs 2023, Sayı: 345, Sayfa: 1
14 Mayıs 2023 tarihindeki cumhurbaşkanlığı seçimleri sadece Türkiye’de değil dünyada da ilgiyle takip ediliyor. Uluslararası basında gün geçmiyor ki, seçimlerle ilgili bir haber çıkmasın. Tekrar söylemiyle kurgulanan bu haberlerde, 2023 yılında dünyada yapılacak seçimlerin en önemlisinin Türkiye’deki 14 Mayıs’taki seçimler olduğu ifade ediliyor. Erdoğan’ın NATO üyeliği için Finlandiya’ya izin verirken İsveç’e izin vermemesi Erdoğan’ın Batılı ülkelerin her dediğini yapmadığının bir göstergesidir. Dahası da var: Erdoğan hem Rusya hem de Ukrayna ile ilişkileri iyi tutması ve Suriye, Libya ve Irak’tan başlayıp Katar ve Somali’ye kadar Ortadoğu ile Afrika’nın çeşitli bölgelerine askerlerini yerleştirmesiyle Batılıların gözünde affedilmesi mümkün olmayan işlere imza attı. Şu anda muhalefet cephesini meydana getiren kadroların ABD, Avrupa Birliği ve NATO’yu memnun etme isteği bir de bu açıdan ele alınmalıdır. Öte yandan Arap dünyasındaki belli başlı haber sitelerindeki okuyucu yorumlarında İslâm dünyasında hâlâ en fazla tartışılan, değer verilen ve savunulan liderin Erdoğan olması sebepsiz değildir.
Türkiye’de yaşananlar -sorunlar bir yana- esasen 2002’de başlamıştır. Bu tarihten itibaren, öze dönüş özlemi yaşayan milletin de büyük teveccühünü kazanan Recep Tayyip Erdoğan 21 yıldır, şu ya da bu şekilde ülkenin tarihsel misyonunu güncellemeye çalışmaktadır. Seçimlerle elde edilmek istenen, son zamanlarda daha bir kendine gelmeye çalışan Türkiye’nin tarihsel misyonunun önüne geçmektir. Dünyanın dönüştüğü bir zaman diliminde herhangi bir ülkenin kendi bağımsızlığını sürdürebilmek için güçlü devlete duyduğu ihtiyaç daha iyi anlaşılıyor. Bu ise Türkiye’de yanlışları ve hataları ile birlikte, Erdoğan’ın gerçekleştirdiği ve perçinlediği bir durumdur. Bunu tam da şu zamanda kaybetmek yalnızca Türkiye için değil bütün bölge için bir felaket olacaktır.
2010 sonrasında Türkiye’deki siyasetin din ve devletin makul birlikteliğinden güç aldığı hesaba katılmalıdır. Hâliyle devletin kazanımlarıyla iktidar çevresinin kazanımlarının örtüştüğü bu konjonktürde seçimler, millî iradeyi merkezde konumlandırma çabası ile seçilme lüzumunu hissetmeden iktidar kullanma ayrıcalığını terk etmek istemeyen dış destekli vesayet kalıntılarının ve onların siyasi ve sermaye uzantılarının mücadelesi şeklinde geçecek. Mesela anlı şanlı sosyalist aydınlar âdeta akıl tutulması yaşayarak ‘tekrar ishali’yle yaptıkları analizlerini 2002 sonrasındaki seçimlerle iş başına gelen iktidarın askerî darbelerden daha beter bir yönetim biçimi sergilediğini ileri sürerek tamamladılar. Hâlbuki sadece “Erdoğan kaybetsin de ne olursa olsun!” anlayışını savunan bir siyasi yaklaşımın, seçimi kazansa da ülkeyi yönetmesi mümkün görünmüyor. Seçim günü yaklaştıkça seçim atmosferinin gerilim dozunun yükselmesi Erdoğan karşıtı bu söylemin ülkeyi her türlü kargaşaya açık hâle getirebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla seçimi bir iktidar değişiminin ötesinde rejim değişikliği oylaması hâline getiren husus da budur. Bu konjonktürde, Necip Fazıl’ın “Millet DP’yi seçmedi, başındaki CHP’yi attı!” dediği gibi, toplum, yeni bir 14 Mayıs’ta başında kimlerin olup olmayacağından çok hangi politikaların devam edip etmeyeceğini oylayacak aslında.
Türkiye’de tartışılan her meselenin içinde az ya da çok muhakkak İslâm’a dair meseleler vardır ve var olmaya da devam edecektir. Siyasetin bugünkü durumunu tahlil etmek için önce bunun altını çizmemiz gerekmektedir. Seçimler, helalleşme çağrıları, iç içe geçmiş ideolojik bloklar ve yeniden tavır alışlarla bugün net olarak nereye gittiğine dair yeterli tanımlama ve kavramsallaştırma yapamadığımız bir siyaset dünyamız var. İttifaklar zincirine bakıldığında Türkiye salt ideolojik bakımdan değil farklı saiklerle ikiye ayrılmış durumdadır. Aynı düşüncenin farklı fraksiyonlarının değişik ittifaklar içerisinde yer alması, Türkiye açısından ilginç bir görüntünün ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Seçim tartışmaları ve ayrışmaları içinde her ideoloji büyük çelişkiler ve çatışmalarla birkaç parçaya bölündü.
Henüz canlı olmasından ötürü içinde yaşadığımız süreç hakkında tam bir analiz yapma imkânından mahrum olsak da yakın tarihe bakıp bugünü ve yarını görmemiz mümkün. Türkiye’de inanç üzerine yapılmış bir araştırmaya göre dindarların yüzde 22’si kendisini laik-Müslüman olarak tanımlarken, ankete katılanların yüzde 73’ü laik bir devlette dini rahat bir şekilde yaşayabileceği fikrini benimsemiştir. Şüphesiz böylesi veriler yorumlanırken, son birkaç sene içinde, artık herkese açık ve günümüzün yeraltı edebiyat ortamı olan sanal dünya üzerinden sağlı sollu salvolarla bir nice sosyal mühendislik ve operasyon gerçekleştirildiği nazarı itibara alınmalıdır. Din ve bilim gibi ya da demokrasi ve otoriterlik gibi en sık kullanılan karşıtlıklar, Türkiye için planlanmış yeni bir siyasi ve içtimai düzenin kenardan kenardan hazırlığının bir parçası olarak okunmaya müsaittir. Batılı kaynaklara göre şekillenmiş zihnî kategoriler hem klasik şarkiyatçı tezleri hem de aktüel siyasi kavramları bir araya getirerek ciddi bir tahribat yapıyor. Bu hem tartışmanın düzleminin belirlenmesi hem de hikâyenin ucunun bırakılmaması açısından hayli mühim bir başlangıç noktasıdır. Nitekim sosyal medyada birkaç yıldır sürekli görülen/gösterilen manzaralar şunlardır: Bir yanda layık oldukları işleri bulamadıklarından ülkeyi terk edip Batı’ya göçen yetenekli doktor ve mühendisler; özgürlüğünü ve çağdaş yaşam biçimini korumak için yine Batı’ya hicret eden kültürlü aydın ilericiler; hiç olmazsa Iphone’un son çıkan modelini alabilecek bir refaha kavuşmak arzusuyla Batılı ülkelerin elçiliklerinde kuyruğa giren gençler… Kısacası Türkiye’nin geleceğinden ümit kesmiş ve kapağı müreffeh ve güçlü Batı’ya atmak isteyen ‘mazlum, mağdur yurttaşlar’ ve bunlara veri taşıyan eski ve yeni garpzede muhafazakârlar! Muhalefetin farklı dünya görüşlerini bir araya getirmek şeklindeki ‘demokratik konsensüs’ bir de bu açıdan tahlil edilmelidir.
Elbette birçok noktada iktidarın dili, politikaları, kararları eleştiriyi hak ediyor ama buradan hareketle ülkemizde artan seküler gerilimin CHP’li bir iktidar tecrübesi ile aşılabileceğini sanmak, dolayısıyla ‘dindar bilinç’ üzerine yıllardır aşina olunan tezleri yeniden tedavüle sokmak büyük bir yanılgıdır! Açık seçik ve altını çizerek belirtmek gerekiyor ki yapılması gereken, var olan güven bunalımını aşacak bir fikrî yenilenmedir. Bunu yapması gereken de bu ülkenin muhafazakâr-dindar-İslâmcı çevreleridir.
Bu yüzden seçim ve seçim sonrası hakkında konuşmak kadar, asli meselelerimizi mercek altına almak da hayli önemlidir. Şurası da açık ki 2023 seçim süreci Türkiye’de insan ve toplum gerçekliğinin değiştiğini gösterdi, eski mensubiyetler ve fay hatları ‘anlam’ını kaybediyor, yeni anlam ve değer dünyaları da değerlerimize, tasavvurumuzdaki Türkiye gerçeğine uymuyor. Tarihin akmakta olduğu istikametin değişmemesi için siyasetin, entelektüel ortamın gelecek dönemde demografiyle bizi biz kılan değerleri yeniden buluşturmasına yönelmesi gerekecek. Toplumsal değişim ve yeniden yapılanma amacına yönelik çalışmalar bir seferlik uğraşla gerçekleşecek tekil bir “olay”, “devrim” vb. gibi görülmemeli, “kendisini sürekli yeniden örgütleyen toplumsal süreçler” şeklinde kavranmalı ve geliştirilmelidir.
Nezih kalemiyle, cevval fikirleriyle yüksek bir şöhret kazanan merhum Ömer Ferid Kam’ın Ayasofya Camii’nde üst düzey bir ayrıcalığın paylaşımı olarak değil, hayati bir gereklilik olarak yaptığı konuşmalar 1919-1920’de Sebilürreşad dergisinde yayımlanır. Konuşmalarının bütününü, dinin esasının korunması zarureti üzerine bina eden mütefekkirimiz hikmetli vasıtalarla, akli ve ilmî müdafaalarla herkesin, dilinin döndüğü, kudretinin yettiği mertebede hak ve hakikati savunmakla mükellef olduğunu hatırlatır. Unutulmamalıdır ki en güzel tarzdaki mücadele, söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. Muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir. Herkesin, kendi nefisleri aleyhine de olsa hakkı ayağa tutup kaldırması ve adaleti hâkim kılması şarttır hatta zorunludur. Demek oluyor ki, derdimizin esası budur.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.
Umran