Gün Olur Asra Bedel Şer İttifakı, Kemalizmin Rehabilitasyonu ve Gelecek Hal

 

EDİTÖR                                                    Ağustos 2016, Sayı:264, Sayfa:1

15 Temmuz’daki darbe girişiminin örgütleyicilerinin başarısızlığa uğraması Türkiye’nin çok daha kapsamlı acılar yaşamasının önüne geçmiştir. TBMM’yi bombalayan, sivil vatandaşlara yaylım ateşi açtıran gözü dönmüş cuntacılığın iktidara el koyabildiği bir Türkiye’de neler olabileceğini tasavvur etmek bile ne kadar ürkütücü!  Batı ve onların içerdeki uzantıları “Tayyip Erdoğan’ın devrilmemiş olmasının” hayal kırıklığını yaşıyor. Tarih yazan milleti küçümsüyorlar. Çeşitli mahfillerdeki «Tayyip düşmanlarının» panikleri yeni boyutlar kazanıyor. Darbeyi “hafife almayı” denediler. “Tiyatro” gibi laflar buradan çıktı. 15 Temmuz yalnızca ordu-siyaset ilişkileri bağlamında değerlendirilebilecek, “askerî” bir girişim değildir. Zira planlanmış olan darbe girişimi ortaya çıktığı boyutlarıyla çok daha kapsamlıydı ve keskin bir cunta olarak tahayyül edilmişti. Kimin nereye atanacağı en ince ayrıntısına kadar hesaplanmışsa, böylesi bir darbe ancak küresel ölçekte bir ayar ve ilişkinin sonucudur. Hele hele İncirlik kullanılmışsa, ABD’nin yaşananlardan bihaber kalması aklın alacağı iş değildir. Gülen’in,  darbe girişiminin ardından New York Times gazetesinde yazdığı makalede “Batılı demokrasilerin ılımlı Müslümanlara ihtiyaç duydukları bir dönemde, ‘hizmet’ içindeki ben ve arkadaşlarım Batı’nın yanında yer aldık” argümanı üzerinde durulmalıdır. Batı medyası darbe girişiminin bastırılmasını, “İslâmcı otoriterleşme”, “Erdoğan’ın radikal yetkilerle güçlenmesi” ve hatta “Erdoğan’ın intikamı” olarak mahkûm etmekte gecikmedi. Gülencilik, tıpkı batıcılar gibi Türkiye’de bürokrasi ve ordu ittifakı sağlandığında bir şeylerin gerçekleştirilebileceğini düşünmektedir. Gülen hareketi, PKK, IŞİD gibi örgütler, şer ittifakının birer taşeron örgütüdür. Bu açıdan bakıldığında darbe süreci bitmemiştir. Küresel kompozisyonun bir parçasıdır ve elde edilmek istenen sonucu sağlamak için çalışanlar çalışacaktır. Gülenciliğin bu darbe girişiminde oldukça merkezi bir yerde olması dikkati dağıtmamalı. Bu darbe girişimi bir konsorsiyum tarafından yürütüldü. İşin içerisinde ağırlıklı olarak Fethullahçılar, müzmin Erdoğan karşıtları, memnuniyetsizler, muhterisler ve zımni destek sunanlar var. Ancak gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, girişimin sinir uçlarını NATO’cuların oluşturuyor olmasıdır. 2011 seçimlerinden sonra sürekli biçimde olumsuzlaştırılan bir Erdoğan profili ile karşı karşıyayız. Darbe teşebbüsünün son derece iyi planlanmış, organize bir kalkışma olması, FETÖ’nün gerek askeriyede gerekse devlet içerisinde özellikle son yıllarda etkin bir konuma gelmiş olmasıyla alakalıdır. 7 Şubat 2012 MİT krizi ve akabinde 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilişkileri tamamen kopan ve o tarihten bu yana devletin hışmına uğrayan paralel yapı mensuplarının son bir çare olarak darbeye cüret etmesi durumu söz konusudur. Bu badire Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın kararlı liderliğiyle aşıldı. Hiç kuşkusuz o dik duruş olmasaydı darbeciler amaçlarına ulaşacaklardı. Darbeciler bu sürece gelene kadar, özelde AK Parti’yi destekleyen kesimlerin, genelde ise Türkiye halkının eriştiği siyasi bilincini ve 28 Şubat sürecinden, 2007 muhtırasından, Gezi Parkı kalkışmasından ve 17/25 Aralık’tan neler öğrendiklerini görmezden geldiler. 2002’de, 28 Şubat’a karşı gelişen hareket ve devamı, aşamalı olarak siyasal iktidarın sahipliğini değiştirdi. Kentli, elit/ Batılı, militarist, laikçi siyaset tabanı yerini taşralı, muhafazakâr, siyaset ve kamusallık öngören bir tabana bıraktı. Kabul edilmelidir ki bu kanlı kalkışma, Türkiye siyasetinin sadece gündemini değil, dinamiklerini de değiştirmiştir. Türkiye artık yeniden yapılanmak durumundadır. Gülenciliğin  17-25 Aralık operasyonları sonrasında AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhtarı uluslararası kampanyaya “gözü kara” katkılarda bulunmasını göz ardı ederek hâlâ bu operasyonlardan yahut Gezi kalkışmasından medet uman siyasi partilerin de kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. Sürecin gün yüzüne çıkardığı gerçeklerden bir tanesi de darbe teşebbüsü ihtimalinin Türkiye özelinde her daim ihtimal dâhilinde olduğu gerçeğidir. Bu tarz teşebbüslerin önlenmesi yahut başarısız kılınması güçlü bir Türkiye ile ancak mümkündür. Alınacak tedbirlerin kapsamlı olması son derece önemlidir. Bununla beraber bu düzenlemelerin salt TSK ile sınırlı tutulması yetersiz olacaktır. Kurumsallaşma kültürünün kamu başta olmak üzere tüm alanlara hâkim kılınmasının, kurumsallaşmaya özel çaba harcanmasının gerekliliği açıktır. Türkiye’de siyaset, “gelecek tasavvuru” üretmek ve bunu inşa etmeye çalışmak durumundadır. Başarısız darbe girişimi neticesinde artan bir ivme ile “Kemalist nostalji”yi merkeze yerleştirmekten kaçınılmalıdır. Elbette millet, siyaset kendini sorgulamalıdır fakat aynı ölçüde ordu mensuplarının da kendilerini gözden geçirmeleri zorunludur. Bu çevreler şunu göz ardı ediyor: Türkiye’de devlet kurumları halka hizmet vermekten ziyade, halkı kontrol altına almak ve çizgiden saptırmamak esası üzerine kurgulanmıştır. Halkın inanç, düşünce ve eylemlerini ötekileştiren ve Batı değerlerine göre kurulmuş sistem, kendi değerlerimize göre yeniden yapılandırılmalıdır. Devletin emrinde bir millet değil, milletin emrinde bir devlet inşa edilmelidir. Türkiye’nin ana sorunu da zaten bu tezattır. Tüm darbeler, halkını düşman gören bir yabancılaştırmanın ürünüdür. Aşırılıklardan uzak, ortalama din anlayışına sahip, Müslüman kimliğiyle mücehhez güçlü liderlerin etrafında toplanan genel millet bağı bu ülkede kurulan yapının genel geçer ifadesi. Milyonlarca insanın sokağa çıktığı, hatta bir devrimin yaşandığı, 250’ye yakın insanın öldüğü, iki binin üstünde insanın yaralandığı bir büyük sivil direnişte meydana gelen cüz’i olayları gündeme getirerek, “darbeye karşı olmaya evet ama bir de linç kültürü var” diyerek münferit bir takım olaylara bu muhteşem halk hareketini eşitlemek, hamakat değilse en hafif tabiriyle hasettir, kötü niyetliliktir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin  tümelinin ne olduğu sorusunun cevabı, meydanlarda tarih yazan millet mensuplarının Allahüekber haykırışlarıdır, salalardır. Milletin, “sorunları kısa yoldan çözme” vaadinde bulunan darbeciliğe destek vermemesinin ötesinde ona bedel ödemeyi göze alarak karşı çıkması, cuntacılık virüsünün bünyemizden bir daha geri dönmemek üzere atılabilmesi yolunda atılacak adımların başlangıcıdır. Darbe günü ve sonrasında büyük bir kitap yazan bu “millet” ilahi değişim yasalarının temel ilkesi olan “Kendinde olanı değiştirme” (Ra’d, 13/11) ilkesini yerine getirdiği için elbette bunu da başaracaktır. Zira millet bu duruşuyla, “Rabbim, ben değiştim, üzerimdeki korkaklığı ve pısırıklığı attım; hak ve adalet eri oldum, artık sen de benim makûs talihimi değiştir!” demiş oldu. Yeni sayımızda görüşmek temennisiyle.


  • Sayı: 367
  • Sayı: 366
  • Sayı: 365
  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356