TÜRKİYE NE ZAMAN KENDİNE GELECEK? Sürüp Giden Dünya Savaşları, Tuhaf Hadiseler ve Sekülerleşme

 

          Editör                                 Şubat 2024, Sayı: 354, Sayfa: 1

Devam eden Gazze Savaşı, öte yandan sırasıyla 7,7 ve 7,6 şiddetinde iki depremin meydana geldiği 6 Şubat sarsıntılarının seneidevriyesi, şehirlerimizin kimin tarafından ve nasıl yönetileceği üzerine karar vereceğimiz mahalli seçim sürecine rastladı. Yaşadıklarımız, bizi var eden temel sorularla küresel ve yerel ölçekte sınandığımız olayların gölgesinde cereyan ediyor.

Gazze savaşı, dünya çapında Filistin’e ilgiyi canlandırdı. Bilhassa Batı’da, İsrail'in Filistinlilere yönelik süregelen suçlarına ve ABD ve Avrupa’nın, sömürgeci zihniyetiyle bağlantılı mutlak desteğine karşı büyük halk hareketlerine yol açtı. Bu destek, İsrail’i soykırım suçlamalarıyla Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) getiren benzersiz bir savaşa yol açtı. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM), 7 Ekim 2023’ten beri İsrail devlet yetkilileri aleyhinde, Gazze’de işlenen çok ağır ve ciddi uluslararası suçlar hakkında delilleriyle birlikte sunulan birçok suç duyurusunda ve başvuruda bulunuldu. Bunlarda anılan suçlar Roma Sözleşmesi’nde suç olarak düzenlenen soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçlarıdır. Mahkemede belirtilen suçlardan ötürü İsrail devlet yetkilileri aleyhine UCM savcılığı tarafından henüz bir dava açılmadı. Ancak savcılık tarafından sürdürülen soruşturmalar var.

Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı davada UAD 26 Ocak 2024’te konunun acil durumuna uygun bir biçimde ara kararını açıkladı. Kararda İsrail’in soykırımı engellemek zorunda olduğuna hükmedildi. Güney Afrika’nın başvurusunun reddedilmemesi ve belirtilen tedbirlere hükmedilmesi soykırım tehlikesi ve mevcudiyetinin UAD tarafından reddedilmediği anlamına geliyor. Alınan ara karar, UCM’de İsrail devlet yetkilileri aleyhine açılması gereken davanın gerekliliğini kuvvetlendirecek şekilde etkiledi.

 Türkiye 6 Şubat 2023 günü hem şiddet hem de büyüklük bağlamında son yüzyılın en büyük beşinci depremine maruz kaldı. Karadeniz’den Orta Anadolu’ya geniş alanda hissedilen deprem sonrasında farklı alanlarda hayat kurtarma ve depremzedelerin ihtiyaçlarının karşılanması başta olmak üzere farklı sahalarda kriz yönetimi uygulandı. Hayat kurtarma ve depremzedelerin ihtiyaçlarının karşılanması sorununa yönelik, depremin ilk anlarında alarm düzeyi dördüncü seviyede ilan edildi ve uluslararası yardım çağrısında bulunuldu. Ardından yaraların hızla sarılması için olağanüstü bir seferberlik başlatıldı.

Şüphesiz Türkiye’de çok sayıda deprem kuşağı var. Yerleşim alanlarının çoğu bu kuşaklar üzerinde. Şehirler, ilçeler, kasabalar ve köyler, maalesef deprem riski açısından güvenli değil. Küçük depremlerde bile büyük kayıplar veriliyor. Büyük depremler ülke çapında bir afete dönüşüyor. Gidenleri geri getirmek mümkün değil fakat depremin yol açtığı maddi zararları telafi etmek, yıkılanın yerine sağlamını inşa etmek, gerekli tedbirleri almak bizlerin elindedir. Artık bu işe bir çözüm bulmanın zamanı çoktan gelmiş durumda. Kriz kelimesinin aynı zamanda dönüm noktası ve karar gibi anlamlarının olduğu hatırlanırsa herkesin elini taşın altına koyarak gerekeni yapması lazım. Bu ise, büyük ölçüde afet yönetiminden ziyade risk yönetimine ağırlık vermesi gereken hükûmetin ve belediyelerin sorumluluğunda. Kurallara uygun davranmayanlara gerekli cezaları uygulamakta gene aynı şekilde beldelerin doğru ve dayanıklı imarından sorumlu olanlarda…

Dünyanın her bir tarafında sıkıntılar ve sorunlar var. Bu önemli ölçüde, modern kültür ortamında siyasetin yalnızca güce dayanmasıyla bağlantılı… Değerlerin üzerinde ikamet etmekte olduğu ahlakın siyasetten uzaklaştırılmasının üzerinden en az yüzyıl geçmiş bulunuyor. Değer gibi gözüken ilkeleri belirleyen etken, arkalarındaki güçlerdir. ABD, Ortadoğu ile İslâm dünyasını kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Batı’nın bu tarihî misyonu gününüzde daha bir güncellenmiş, istikbal sorunu hâline gelmiştir. Sallanan Batı için bu bir zorunluluktur. İsrail desteği de buradan doğmaktadır.

Öte yandan Türkiye’de 28 Mayıs 2023’teki genel seçimlerden bugüne kadar başta futbol maçları olmak üzere birçok alanda ilginç olaylar vuku bulmaktadır. Meydana gelen bu olayların bir kısmı 28 Şubat, bir kısmı da Taksim kadife darbe sürecindekilere benzemektedir. Yaklaşan yerel seçimler için Abdülhamid merkezli eski tartışmaları yeniden gündeme getiren bir ‘sanatçının’ “Ya gerici ordular, avcı taburları ya da hareket ordusu kazanacak!” diye kamusal alana müdahaleyi de imleyecek şekilde belli bir çevreyi hedef göstermesi tevekkeli değildir. Farklı bir sol tahayyülünde bulunan cenahlarda bile İslâm’ın/İslâmcıların ‘despotik’ olduğuna dair homurtular analiz olarak sunulabiliyor. İşte tam da burası, yeniden kurucu nostaljiyi harlayan tarihsel blokçularla neredeyse bir ömür düşünsel nostalji peşinde koşanlar arasındaki mesafenin hızla kapandığının göstergelerinden biri. Şüphesiz bu durum hedef gösterilenler başta olmak üzere toplumdaki ahlaki, kültürel ve fikrî sorunları yok saymak veya görmezden gelmek anlamına gelmez. Anlaşılan o ki Türkiye’de Kemalizm’in, otokolonizasyon projesi olarak gördüğü işlevi tüm yönleriyle teşrih masasına yatırmadan kimlik sahibi bir toplum olma vasfı kazanamayacağız. Zıvanadan çıkan futbol taraftarlığı, mülteci karşıtlığı, İslâm düşmanlığı üzerinden “sokak Kemalizm’ine” alan açmaya çalışan Şer İttifakı’nın pis oyunu, stratejisi ancak uzun vadeli, uzun soluklu ve kuşatıcı bir stratejinin uygulamaya sokulması ile çok rahat bir şekilde bozulabilir. Şer İttifakı’na karşı şuurlu geniş bir cephe kurmak gerekmektedir.

Aradan geçen yılların ardından dönüp 28 Şubat sürecine yakından bakıldığında ortaya anlaşılması güç görüntüler çıkmaktadır. Burada üzerinde durulup muhasebe edilmesi gereken durum, uzunca bir süredir iktidarda olan muhafazakâr karakterli bir partiye rağmen gündelik hayatın sekülerleşmesi ve bunun dinin aleyhine olacak şekilde dönüşmesidir.

Günün birinde dünya hayatından sonra başlayıp hesaba çekileceğimiz bir ahiret inancımız var. Bundan dolayı Allah’a imanla ahiret gününe iman Kur’ân’da sık sık ve birlikte zikredilmek suretiyle bunun ne kadar önemli olduğuna dikkat çekilmiştir. Ölüm, kıyamet, diriliş, hesap, mizan, cennet, cehennem, haşir gibi kavramlarla irtibatlı olan ahiret inancı, bizim davranışlarımıza, diğer insanlarla, tabiatla, çevremizle ilişkilerimize yansıyor. Bütün bunlar bizim içinde bulunduğumuz mekânları da etkiliyor. Allah’ın bizleri yalnız bırakmadığını ve başka insanlara karşı bir mesuliyetimiz olduğunu hatırlamalıyız. Başkalarının varlığıyla, başkalarına karşı sorumluluğumuzla çeşitli şekillerde sınanıyoruz. Bugün hem Gazze ile hem depremzedelerle hem göçmenler başta olmak üzere çeşitli şekillerde yoğun bir sınavdan geçiyoruz. Bu konularda yapıp ettiklerimiz muttakilere yaraşır biçimde olması gerekiyor. Uzak yakın komşularımız açken tok yatıyorsak, öte dünya inancımız yok demektir. Zira ahiret, sadece basit bir görüş belirtmekten ibaret değildir. Yaptığımız her şeyden, hatta yapabileceğimiz hâlde mazeretler üretip, bahanelere sığınıp yapmadığımız her şeyden hesaba çekileceğimize dair etkili bir teyakkuz hâlidir ahiret inancı. Bu sebeple başkasına karşı sorumluluğumuzun ertelenmesine yer bırakmaz.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353