EDİTÖR Ekim 2013, Sayı:230, Sayfa:1
Modern paradigmaya ve inşa etmek istediği dünyaya karşı değişen tonlarda muhalif (veya düşman) bir tavır sergilemenin altında yatan sebep eğer İslâm’sa, bu İslâmcı olarak anılmak için yeter bir sebeptir. İslâm’ı referans alarak bireysel ve toplumsal sorunların çözümü için entelektüel çaba sarf etmenin varacağı menzil (her ne kadar klasik/yeni sol gelenek bunu sağcılık bağlamında değerlendirmede ısrar etsede) İslâmcılık olacaktır. Hayatı bir bütün olarak ele alan İslâm için herhangi bir düalizmden ya da parçalı hakikatten bahsetmek mümkün değildir. Dünyada yaşanan hayatı ahiretten bağımsız görmeyen, ölümü sadece hakikatin bir boyutundan diğerine geçiş olarak anlamlandıran İslâm için din, hayatın tüm alanlarını kapsayan, insanı yaptığı her eylem için her an sorumluluk altında gören bir dünya görüşü, hayat tarzıdır. Kabul etmeliyiz ki yaygın İslâmcı ifade biçimleri postmodern ilkeleri, felsefi anlayışı ve yeni birey vedevlet kavramını bünyelerine çabucak yerleştirmiş görünüyor. Bunun İslâmcıların kendilerinden kaynaklanan nedenleri olduğu gibi uluslar arası sistemle bizdeki devlet anlayışının büyük etkisi bulunuyor. Devlet Müslümanları kamusal alanda kıstırıp, devlet kapısında bekletince, İslâmcılar kaçışı/açılımı özgürlük söylemleri, yerellik, kültürel çoğulculuk ve belki de en çok “hakikat” anlayışını Batılı yeni yönelimlere uygun şekilde düzenlemekte buldu. Neoliberal demokrasinin temel politikalarından biri olarak karşımıza çıkan kültüralizm bağlamında İslâm da yani Müslümanlar da geçmiş modern dünyanın lanetlileri olarak yeni durumda kendi hakikatlerinden bahsedebilme özgürlüğüne sahip kılınıyor. Peki Müslümanlar/İslâmcılık buna nasıl tepki verecek? Davet edildikleri bu dünyada kendi düşünsel auralarının sahihliğini koruyabilecek bir düşünsel biraradalık oluşturabilecekler mi? Ya da mezkûr yeni dünya onlara nasıl bir hayat vaat ediyor ve onların bu davete icabetleri nasıl oluyor/olacak? Meseleye Türkiye özelinde bakıldığında şöyle bir durumla da karşı karşıya olduğumuz göz ardı edilmemelidir. AK Parti’nin art arda gelen üç zaferinin ardından Türk siyasal hayatı hakkında yapılan analizlerin ya AK Parti üzerine ya da AK Parti’yi İslâmcı kökenli bir parti olarak görüldüğü için İslâmcılık üzerine yoğunlaşmasına neden oldu. Bir anlamda Türk siyasal hayatının son dönemini anlamak için AK Parti analizleri yapılmaya başlanmıştır ve AK Parti’nin daha iyi anlaşılması için ise Türkiye’de İslâmcılığın sathi bir arkeolojisinin yapıldığı görülmektedir. İslâmcılık başlangıçta geleneksel İslâm telakkisinin ana kaynaktan, İlahi Vahiy’den kopukluğu gerileme sebeplerinin başında sayılırken Büyük Doğu’dan Diriliş’e doğru ilerleyen haliyle yeniden geleneğe yaslanma ihtiyacı hissetmiştir. Nitekim bu iki fikir hareketinin uzantısı ve talebesi sayacağımız Türkiye’de iktidara talip olan gerek Necmettin Erbakan ve gerekse Recep Tayyip Erdoğan hareketlerinin her ikisinde de muhafazakâr görüntü inkılâpçı ruhun önüne çıkmaktadır. Öte yandan sürekli tekrar edilen bir Kemalizm eleştirisinin hangi araçlar ve olgular vasıtasıyla 1970’li yıllardan farklı bir dille, daha gerçekçi ve etkili bir eleştiriye dönüşebileceği sorgulaması İslâmcı fikir çevrelerinin en kısa zamanda tartışması gereken konudur. Mevcut hükümetin siyasal merkeze doğru ilerleyen yürüyüşü sürdükçe bu sorgulama gereği, Müslüman entelektüellerin sırtında büyüyen bir kambura dönecektir. Müslüman hâkim unsurun seksen yıllık trajedisi entelektüel cemaatin üzerindeyken, Müslüman entelektüellerin kendisini bu trajediden soyutlamaya yeltenmesi geri dönüşü imkânsız bir hatanın kapılarını aralar. Müslüman hâkim unsurun trajedisi AK Parti eli ile yavaş yavaş/kısmen izale edilirken Müslüman fikir adamları bu mücadelede kenara çekilme tercihinde bulunursa, İslâmi çevrelerin kesimin yeni atlatılmaya çalışılan trajedileri kısa vadede umulmadık hızla tekrardan yaşatılabilir!... Bu felaketin mesuliyeti ise en çok fikir çevrelerine tahvil edilecektir. Gündemle ilgili olduğu kadar, belli oranda refahın yaygınlaşması ve İslâmcıların da kısmen bundan faydalanması sebebiyle İslamcılar genel olarak yoksulluk ve adalet konularında büyük bir sessizlik içindeler. Birkaç silik, temelsiz ve öykünmeci ses, dışında Türkiye’deki gelirin eşit dağıtılması hususunda yüksek ses çıkaran İslâmcılar bulunmuyor. Siyasette olduğu gibi kültürde de ihtiyacımız olan hareket fıkhının farkındalığıyla birlikte, ahlaki süreklilik, sadakat ve sabır. İşte bunlardan yoksunlukta enerjimizi daha acil sayılan konulara yoğunlaştırırken hayati meseleleri çoğu zaman hazırlıksız yakalanıyoruz. Akleden bir kalple, hikmetle sorunların üzerine gideceğimiz yerde, komplo teorilerinin baskınına uğruyor, bu teoriler üzerinden varlık mücadelemizi tanımlamayı ve tasvir etmeyi sürdürüyoruz. Süreklilik ve sadakati, öze sadakati merkeze yerleştirecek bir ahlak anlayışını İslâmcıların kurmasından başka çıkış gözükmüyor. Bu vesileyle Kurban Bayramı’nın İslâm âlemi ve insanlık için hayırlara vesile olmasını diler, bütün Müslümanların bayramını tebrik ederiz. Yeni sayımızda buluşmak üzere...