Eski/Yeni Siyasal İlmihal Tartışmaları -Değişim Talepleri, İstisnâ Hali ve Organik Krizler-

 

EDİTÖR                                                  Kasım 2016, Sayı:267, Sayfa:1

Türkiye’nin içinde olduğu savaşın öncekilere hiç benzemediğini pekâlâ herkes kabul ediyor. Bilhassa geçtiğimiz bir buçuk-iki yıllık dönemde muhatap olduğumuz saldırılar dünya ölçeğinde yürütülen propaganda faaliyetleri ile beraber düşünülünce ortaya çıkan manzara, klasik muharebe mantığından yahut bildik gerilla yöntemlerinden birçok bakımdan ayrışan ilginç savaş formlarıyla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Ülkemiz yeni nesil politik mücadele yöntemlerinin sınandığı bir tür laboratuvara dönüştürüldü âdeta. 15 Temmuz’da darbeyi püskürten ortak irade, aslında toplum üzerinde uygulamaya konan bu deneysel politikayı da sekteye uğratmış oldu. Buna karşın, hâlen aynı anda birkaç terör örgütüyle birden savaşmak gibi tarihte benzerine az rastlanır bir çatışma sürecinden geçmekteyiz. Tozun dumana karıştığı böyle bir vasatta biraz duraksayıp başımıza ne geldiğini ve nereden geldiğini ciddiyetle sorgulamanın birçok yönden faydalı olacağı da aşikâr. Ayrıca bu savaşın politik koşullar itibariyle neden tam da böyle cereyan etmek zorunda olduğunu ve hukuki alandaki mücadelenin niçin başka türlü ilerleyemeyeceğini anlamamıza yardımcı olması niyetiyle, Carl Schmitt’in “topyekûn savaş” hakkındaki yorumlarının yararlı olabileceği açıktır. Türkiye’nin “biz”i, 15 Temmuz’da maskesi bütünüyle düşen düşmanlarının karşısında bir politik birlik hâlinde duruyor, bu duruşuyla hem cephede asker tarafından verilmekte olan savaşın hem de yargıda cezalandırma, medyada ise propaganda biçiminde yürütülmekte olan mücadelenin psikolojik dayanağını oluşturuyor. Bütün düşmanlarına karşı şöyle sesleniyor: “Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz.” Yeni savaş tarzı yanında Türkiye ölçeğindeki siyasal tartışmalara da bakılması geride bıraktığımız süreçte politik aktörlerin nasıl konumlanmaya başladığını da gözler önüne serecektir. En “romantik” çevre olarak Kemalistler 27 Mayıs ve 28 Şubat’ta olduğu üzere askerle işbirliği ve hatta askere akıl hocalığı yaparak eski imtiyazlı günlerine tekrar dönme çabalarını sürdürdüler. Ama şimdi, özellikle de 15 Temmuz darbe girişimi üzerinden açık-seçik anladılar ki artık milletin desteğini almadan, ideolojik unsurlarından Halkçılıklarının gereği olan “halka rağmen halk için” anlayışının gereklerini uygulayarak iktidar olmaları; iktidardan pay kapmaları mümkün değil. Bu sebeple yeni bir strateji belirleme ihtiyacı hissetmiş olmalılar. Bunu 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında olanca açıklığıyla ortaya koydular ve “sistemin fabrika ayarlarına dönüş” çağrısı yapmaya başladılar. Ancak toplumsal hafıza “fabrika ayarlarını” unutmuş değil.” Onlar “fabrika ayarları” ile de 30-40’lı yılların Türkiye’sini kastediyorlar. Bundan dolayı, kamusal alandaki çeşitli tartışmaların ortak keseni cumhuriyet nosyonunda düğümleniyor. Farklı siyasal ideolojiler farklı cumhuriyet anlayışlarına yaslanmaktadırlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin temsil ettiği cumhuriyet kavrayışı Frankafon laisist bir anlayıştır. Fransız telakkisinde Cumhuriyet demek esasen laiklik anlamına geliyor. Kemalistlerin Türkiye’de cumhuriyet tartışmasından ziyade “laiklik” merkezli bir söylem kurmalarının nedeni bu olsa gerek. Fakat bu noktada farklı siyasal çevrelerin kimi zaman dillerine doladıkları “Kemalist hegemonya” kavramsallaştırmasının teknik olarak yanlış olduğu belirtilmelidir. Zira Kemalizm’in iktidarı sürdürme biçimi asla rıza imalatına dayalı olarak gelişmedi. Demokrat Parti’yle gelişen karşıt hegemonik stratejilerin önünün darbelerle kesilmiş olması Kemalist iktidar bloğunun rıza unsuruna esasen dayanmadığını gösterir. Türkiye’de o nedenle bir hegemonyadan söz etmek yanlıştır; hegemonyadan ziyade biz de geçerli olan hegemonya stratejileridir. Farklı siyasal partilerin bayraktarlığında ilerleyen hegemonya stratejileri (AK Parti, MHP, CHP ve HDP) asla diğerinin rızasını kazanacak biçimde genişlememektedir. Siyasal partilerin etrafında dolaştığı parlamenter sistem, başkanlık sistemi, özerklik mücadelesinin oturduğu esas sorun “Nasıl Bir Cumhuriyet?” sorusunda düğümleniyor. Türkiye’nin organik krizlerini aşacak yöntemin bu soruya cevap olarak ortaya çıkması gerekiyor. Aksi halde organik krizleri çözmeyecek, siyaseten keyfiliklerle belirlenmiş siyasal stratejiler ülke ve toplumun yeni bir aşamaya geçmesini engelleyecektir. Bunun yanında vurgulamak gerekir ki cumhuriyet krizinin aşılamaması Türkiye’nin krize girmesine neden olacaktır. Karmaşık, çelişkili ve uyumsuz üst-yapılar alanında bu krizleri daha da derinleştirecek tavırlar sergilemeksizin, kılı kırk yararcasına kritikler yapmak, öylece çözümler üretmek son derece önemlidir! Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348