EDİTÖR Şubat 2006, Sayı:138, Sayfa:1
“Gerçekte senin, kullarımın üstünde herhangi bir zorlayıcı gücün/tahakkümün olmayacak.” (Kur’ân: tsrâ 17/65) Değerli sosyolog Mustafa Aydın hocanın, Umran'ın bu sayısındaki yazısında vukûfiyetle tahlil ettiği üzere, hegemonya; güç çevresinde kurulmuş bir şiddet, baskı ve tahakküm politikasıdır; ne ahlâkî ne de etik ilke tanır. Kamuoyunun ve içinde bulunduğu toplumlann kanaatini hiçe sayan, çevreyi kesin bir şekilde dost ve düşman kategorilerine ayıran ve herkesi bir biçimde bu kategorilerden birisinde yer almaya zorlayan, tarafsızlığı bile kabul etmeyen tehditkâr bir oluşumdur. Aslında bir devlet tipi olan hegemonya, genel olarak bir ülke veya devletin, öbür ülkeler veya kendi halkı üzerinde özel olarak bir baskı politikası uygulaması anlamında kullanılmakladır. Sosyal bihmlere Althuser tarahndan kazandırılan bu kavram yeni kazandığı anlamıyla sadece devletler arasındaki ilişki biçimini değil, bir ülke içindeki gizli baskı yapılarını da ifade anlamında da kullanılmaktadır. Hegemonyanın yani tahakkümün günümüzdeki en önemli görünümü; bir ulusal rejimin halk desteğinin yeterli olmadığı, veya küresel iktidarın, çevrenin, kendi iktidarını yeterince onaylamadığı kanaatine vardığı ortamlarda başvurduğu baskıcı tutumudur. Burada hegemonyacı güç odaklarının ontolojik güven bunalımı açığa çıkar; zira onlar kendi sistemlerinden ve değer yargılarından kuşku içindedirler. Bu yüzden de güç ve imkanlarını en radikal şekliyle kullanmaktan çekinmezler; keskin bir taraftar ve karşıt ayırımı oluştururlar. Küresel ölçekte ABD-çevre ilişkisi tam anlamıyla bir hegemonya/tahakküm örneğidir. Ona göre dünya kötü bir yapılanma içindedir ve güç kullanılarak ‘kötüler’ terbiye edilmelidir. Burada tarafsız kategorisi yoktur; dost değilseniz mutlaka düşmanımızdır. 11 Eylül sonrasında ‘terörle mücadele’ adı altında sürdürülen saldırganlık, bu şeytanî hegemonyanın yansımasıdır. Yerel ölçekte ise, bir dönem ülke içinde erkinden şüpheye düşen siyasal sistem 28 Şubat olarak bilinen süreçte tam anlamıyla bir hegemoni yaşatmıştı. Buna göre toplumun yarısı dost, diğer yarısı da kendisiyle savaşılması gerekli “iç düşman”dı. İrtica yaygaraları, başörtüsü yasağı, İmam-hatip okullarını ve Kur’ân kurslarını engelleme çabaları bu şer tahakkümün çeşitli göstergeleriydi. İster küresel ölçekte ister yerel ölçekte olsun, hegemonyanın zorbalığını ve baskısını zirveye çıkardığı dönemler, kendine güveninin de en az olduğu ve hatta kendine olan inancını kaybettiği dönemlerdir. İmdi, doğayı sömürülecek bir meta, kendilerinden olmayan halkları da köle ve hayatlarının ortadan kaldırılmasında mahzur olmayan insan dışı varlıklar olarak gören bir anlayışa sahip ABD merkezli Küresel Hegemonya; hem Latin Amerika’da hem de İslâm dünyasında zincirleme gelişen ‘demokratik’ başkaldırılarla sarsılmakta ve çözülmektedir. Hem de mi militer saldırganlığının dünyayı esir alma sürecinde olduğu bir zaman diliminde!...Merkezi ele geçiren Batıcı ve halkına yabancılaşmış bir elit taifesinin oluşturduğu Yerel Hegemonya, çevreyi hizaya getirmek için yaklaşık on yılda bir darbe operasyonları tezgahlamış, bunlardan sonuç alamayınca 28 Şubat postmodern sürecini denemiş ama ülkenin dokusal yapısında meydana getirdiği bütün tahribata rağmen sonuncusu da ters tepmişdi. Eğer insanlar ve toplumlar, yalnızca Allah’a kul olma kararlılığını sergileyebilirlerse, şeytani güçler onlar üzerlerinde bir “sulta/tahakküm” kurmayı başaramayacaktır. Umran'ın kapak dosyası ve diğer yazıların çoğu bu tarihi hakikati belgeliyor. Mustafa Aydın, Tevfik Emin, Dilaver Demirağ, Mustafa Özcan ve Michel Chossudovsky’nin yazıları küresel hegemoninin iflasını sergilerken; A.Cemil Ertunç, Mustafa Miyasoğlu, Muammer Yalçın’ın yazıları ile D.Mehmet Doğan, Cevat Özkaya’nın katıldığı açıkotum da yerel hegetnoninin çıkmazını ortaya koyuyor. Yeni Umran’larda buluşmak duasıyla...