EDİTÖR Haziran 2013, Sayı:226, Sayfa:1
Ortadoğu’da yaşanan değişimler yanında Suriye’deki kriz bölgede ciddi değişimlerin arifesinde olunduğuna ilişkin yorumların yapılmasına sebep oluyor. Suriye’de yaşananlar karşısında İran’ın reel politik bir yaklaşımla İslâm Cumhuriyeti olarak değil, sıradan bir ulus devlet tavrı sergilemesi ve ardından Hizbullah aracılığıyla Suriye’ye müdahil olması önümüzdeki süreçte Filistin meselesinde de farklı gelişmelerin yaşanacağını düşündürtmektedir. Nasrallah’ın açıkça deklare ettiği Hizbullah’ın tavrının resmileşmesi ile ülkeden bölgeye yayılma riski olan mezhep çatışması/savaşı yeniden tartışılmaya başlandı. Diğer taraftan sorun artık sadece Suriye’nin ve bölgenin sorunu olmaktan çıktı ve uluslararasılaştı. Suriye’de krizin üç sene içerisinde siyasal ve toplumsal açıdan derinleşmesi Esed’in muhtemel devrilişinin ardından ortaya çıkacak siyasal organizasyon biçimlerini de tartışmaya açmış bulunuyor. Bunlar arasında artık en fazla dikkate alınması gereken Suriye’nin toprak bütünlüğünün devam ettirilmesinin pek mümkün gözükmemesi… Rusya’nın çağrısı ile Suriye için II. Cenevre Konferansı tartışılırken uluslararasılaşan Suriye sorununun taraflarının Suriye’ye dönük politikalarının temel hatlarıyla ortaya konulması geleceğe ilişkin daha sağlıklı perspektifler oluşturulmasını sağlayacaktır. Bu çerçevede an itibariyle iç içe geçmiş üç halka olarak değerlendirilebilecek boyutlardan ilkinde yani uluslararası boyutta sürecin tıkandığının altı çizilmelidir. Bununla birlikte Irak, Suriye ve Türkiye özelinde Kürt sorununun yeni bir aşamaya geldiğinide dikkate almak lazım. Kürt meselesinin jeokültürel/jeoetnik temelinde de Kürt nüfusunun Ortadoğu’nun diğer üç önemli yerleşik unsuru olan Türk, Arap ve Acem nüfusunun etkinlik alanlarına yayılmış olması yatmaktadır. Bu sebepledir ki bu üç temel unsur ile ilişkili politika geliştiren her büyük güç Kürtleri şu ya da bu şekilde stratejik denklemin bir yerine yerleştirmeye çalışmaktadır. Yetmişli yıllarda Sovyet yanlısı Baas rejimi karşısında baba Barzani liderliğindeki bir Irak meselesi haline dönüşen Kürt meselesi, İran Devrimi’nden sonra bir İran meselesi haline getirilmiştir. Soğuk Savaşın sona erme sürecinin getirdiği dengelerde Türkiye’nin Asya derinliğini tehdit eden PKK ile bir Türkiye meselesi haline getirilen Kürt meselesi, Körfez Savaşı’na koşut bir tarzda da oğul Barzani öncülüğünde bir Irak meselesi olma niteliğini sürdürdü. Meseleye Türkiye açısından bakıldığında, görülen o ki, Türkiye bu defa yıllardır başına örülen PKK şiddetinden/sarmalından kurtulacak gibi görünüyor. Zira sorunun çözülmesine hiç bu kadar yaklaşılmamıştı çünkü. Özellikle askeri ve bürokratik vesayetin geriletilmesi AK Parti’nin Kürt meselesi bağlamında daha cesur, daha kontrollü, daha kararlı adımlar atabilmesinin, risk alabilmesinin önünü açmıştır. Balyoz ve Ergenekon yargılamaları sürecinin sonlarına gelinirken Çözüm Sürecinin daha güçlü şekilde ilerlediğini görmek memnuniyet vericidir. Askeri ve bürokratik vesayet ne kadar gerilemişse AK Parti risk çıtasını o kadar arttırmıştır. Askeri vesayetin geriletilmesiyle birlikte, 2009’da PKK’nın temsilcileriyle Oslo’da gizli görüşmelerin yapılması iradesini ortaya koymuştur. Daha yolun başında olunduğu gerçeği, çözüme dair umutlu bekleyiş yanında belirsizlikleride göz önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Şimdilerde herkes merak ve birazda endişeyle işin sonucuna odaklanmış durumda. Yani konu hakkındaki merak ve endişeler, “Hükümet bunu gerçekten başarabilecek mi?” sorusundan çok, “bundan sonrası ne olacak?” sorusu etrafında kümeleniyor. Şunu da unutmamak gerektiğine inanıyoruz: “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah onun durumunu değiştirecek değildir.” (Ra’d, 13/10) Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.