GELECEK TASAVVURUNU DÜŞÜNMEK -İslâm Dünyasıi Post-Sekülarizm ve Yarının Tarihine Bakış-
Editör Nisan 2021, Sayı: 320, Sayfa: 1
Seküler ideolojilerin sunduğu ütopyaların ardından günbegün yaygınlık kazanan distopyaları anlamlandırıp bir karşılık verebilmek, geleceği sömürgeleştirilmekten kurtarmak amacıyla gerekli donanıma sahip olabilmek için meselenin ciddiyetle araştırılıp işlenmesinin elzem olduğu anlaşılıyor. Ayrıca günlük hayatta gittikçe daha derinden nüfuz eden teknolojik gelişmelerle beraber beliren toplumsal ve ahlaki sorunları önceden kestirip cevaplar ortaya koyabilme zarureti geleceği tasavvur etmenin önemini bir kat daha artırıyor. Batılılar küresel egemenlikte yeni vizyonlarını ortaya koymak için, bir taraftan, salgının küresel ekonomiye etkilerini, diğer taraftan çevresel, sosyal ve teknolojik gelişmelerin oluşturduğu karmaşık sorunlar karşısında, büyük sıfırlama, dördüncü sanayi devrimi, kapsayıcı kapitalizm gibi konuları tartışırken, İslâm dünyası, gelecek konusunu doğru şekilde ele alarak çalışmaya başlamadığı için idealinde olanı gerçekleştirme imkânına kavuşmaktan uzak ve gelecekler içinden kendisine dayatılanları kabul etmekle yüz yüze.
Hâlbuki İslâm âleminin güçlü bir örgütlenme ve nitelikli projelerle yaygın bir çalışma içine girmeleri elzemdir. Müslümanların sorumluluğu arasında işsizlik, internet, iklim değişikliği ve yapay zekâ tehlikesi ile ilgili çözümler sunmak yer almalıdır. Çünkü nihayetinde insanın dünya ve ahiret saadetini temin edecek bir dine iman ediyoruz. Adaleti, ehliyeti ve insanı esas alan bir sistemin inşası için, toplumsal sorunlarla ilgili konularda, uzmanların görev alacağı komisyonlar kurularak, siyasal, kültürel, hukuki, ekonomik ve sosyal alanlarla problemlere yönelik çözüm projeleri hazırlanmalıdır. Zira ancak tüm boyutlarıyla düşünülüp tasarımlanmış organizasyonlar başarıyı getirir.
Uzun zamandır gerçek bir gelecek tasarımının ancak İslâm’a göre oluştuğunu unutmuş durumda çoğu insan. Bir düşünürün belirttiği üzere “siz geleceği nasıl şekillendireceğinizi bilmezseniz, gelecek sizi şekillendirir.” İslâm; insan, toplum ve tabiatı ilahi iradenin katalizörlüğünde birleştiren barışçı bir sistemdir. Onun için sahte gelecek tasarımlarının en sevmediği din İslâm’dır. Öte yandan post-sekülerizm kavramı, seküler bilginin rehberliğinde yol almanın nihilizm duvarına toslattığı Avrupa’nın geleceği hakkında fikir verebilir. Dinin, hayata daha fazla müdahil olmasını istemek zorunda kalması Avrupa için ciddi bir handikap gibi görünüyor.
İslâm açısından gelecek, bu dünya ile sınırlı değildir. İnsan için nihai hedef, insani eylemler bakımından bu dünyanın nesnel sınırlarını aşabilmektir. Ne var ki mevcut tasarımlar İslâm’ın ifadeleriyle çoğu kere dünyevidir ve ahir geleceğini yok sayarak işlemektedir. Bu seküler dünya görüşünün en önemli araçları da bilim ve teknolojidir. Bunun ikisi de nihai gelecek tasarımına destek olmazlar değil, olamazlar. Müslüman için zaman tek boyutlu değil; geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde üç boyutludur. Dahası Kurân sadece Müslümanlara hitap eden ilahi bir buyruk değildir. Müslümanlar için bir hidayet rehberi, bütün insanlar için de –inansın inanmasın- sığınacakları ilahi bir adalet şemsiyesidir. Böyle bakarsak Müslümanın geleceği, bu dünya ile de sınırlı değil, ahirete kadar uzanır. Yapıp ettiklerimize hem bu dünyada karşılıkları nedir neler olmalıdır, diye bakar ve değerlendiririz, hem de ahireti daima göz önünde bulundururuz. Onun için Müslümanın gelecek tasavvuruna, inanmayanın akıl erdirmesi biraz güçtür. Bu bakımdan İslâm’a göre ne geçmiş ve ne de gelecek mutlak iyi, güzel ve doğrunun kaynağı olamaz. Doğrunun kaynağı zaman değil, ilahi mesajlardır. Buna dayanmayan geniş kapsamlı eylemler çoğu kere sorunludur. İslâm, bu konuda yapılmaması gerekenlerin altını sıklıkla çizer. Bunların en belirgin olanları; fitne, fesat, fücur, nifak, yalan ve zulümdür.
Tarihî, sosyolojik ve stratejik olarak kendimiz olamazsak, kendimize de sahip çıkamayız, kendimizi de derinden ve yeniden kazanamayız. Yeni bir zihinle özümüze dönüp kendimizi yeniden inşa edebilirsek ancak o zaman kendimize ve değerlerimize olan yabancılaşmayı aşabilir, yaşanan her türlü sorunu giderebilir ve İslâm düşüncesinin bütünlüğünü kavrayıp onunla yeniden hayat bulabiliriz. Müslümanlar tarihî tecrübelerini hususiyetle son iki yüzyılda yaşadıklarını iyi değerlendirmelidirler. Eğer bunu bihakkın yaparlarsa hem yaşadıkları düzlemi tarihsel nedenleriyle anlarlar hem de geçmişi kavrayıp şimdiyi düşünerek geleceği nasıl tesis edeceklerini planlayabilirler. Böylelikle şirazesinden çıkan insan (fıtrat)-doğa-yaratıcı dengesini inşa edebilirler.
Dolayısıyla, gelecek tasavvuru mevcut durumun ve bunun arka planını oluşturan medeniyet hafızasının iyi araştırılmasını gerektirir. Çünkü geçmiş ile gelecek arasında bir bağ vardır. Bugüne geçmişin üzerine basarak gelinmiştir, buradan da geleceğe doğru yol alınır. Geçmişi bugüne aynen aktarmak mümkün değil. Zaman akıp gidiyor, güneş her gün doğuyor ve batıyor, tabiat her sene yenileniyor, bir nevi ölüyor ve tekrar diriliyor fakat iki bahar, iki kış, iki yaz, iki güz hiç aynı olamıyor. Her bir insan anbean nefes alıyor lakin aldığımız her nefes aynı değil.
Fiiliyatta hiçbir şey, yaratılmışların en hayırlısı ve ilk numune-i imtisali Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in getirdiği güzel ahlaktan daha önemli olmamalıdır; ancak bunun sahası, Müslümanların sadece bir kısmının inhisarında değildir, toplumun bütününün bunu başarmaya çalışması gerekir. İşte o zaman, değerler bizi birleştirdiği müddetçe fikirlerin bizi ayırıp ayırmamasının bir önemi olmaz, yeter ki karşı gelinmez bir emir olan Âl-i İmrân suresi 110. ayetteki gibi “insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” olmayı gerçekleştirmek için bir adım da olsa birlikte ilerleyebilelim.
Bu vesile ile Ramazan-ı Şerifin, geleceğin bugünden ve bizden bağımsız olmadığını ve bundan hareketle gelecek konusunu nasıl ele almamız gerektiğini sağlıklı bir şekilde düşünmeye vesile olmasını Cenâbı Allah’tan niyaz ederiz.
Umran