Editör Ocak 2012, Sayı: 209, Sayfa: 1
Modern çağa ve onun oluşturucu gücü olan kapitalizme ruhunu veren atomcu birey anlayışı, atom altı fiziğindeki değişimler ile krize girmiş durumdaysa da neo-liberalizm ideolojisi içinde klasik liberalizmden çok daha saldırgan ve zorba bir anlayışla muhafaza edilmekte. Bu açıdan hem temel noktalarda hem de yardımlaşma gibi pratikler bakımından dayanışma hayati önem taşımaktadır.
Dayanışma ya da dayanışmak; toplum üyelerinin, kişilerin ortak çıkarlarının sağlanması, bütünlüğün korunması için karşılıklı olarak birbirlerine bağlılık göstermeleri, birbirlerine dayanıp çeşitli alanlarda yardımlaşarak birbirini tamamlamalarıdır. Sosyal dayanışma, çalışma güç ve kudretinde olmayan ya da çalışmakla ihtiyaçlarını tamamen karşılayamayan fakir ve yetimlerin, muhtaç ve düşkünlerin temel ihtiyaçlarının toplum tarafından karşılanmasıdır. Kısaca sosyal dayanışma; toplumdaki her bir ferdin, kendi üzerinde topluma karşı yerine getirilmesi gerekli olan bir takım görev ve sorumluluklarının olduğunu bilmesi, hissetmesi ve bu uğurda üzerine düşen görevi yapması demektir.
İslâm Müslümanları kardeş kılmıştır ve kardeşlerin birbirleriyle dayanışma içerisinde olması gerekir. Fakat dayanışma nedir ve hangi şartlarda ve hangi tarzda olması gerekir? Dayanışma denildiğinde ilk önce sadece yardımlaşmanın mı anlaşılması gerekir? Her faaliyetin olduğu gibi Müslümanlar arasındaki dayanışmanın da sağlam esaslara dayanması gereklidir. Eğer ‘esaslar’ yani ‘temel’ sağlam olmazsa, bina da sağlam olmaz. İslâm hem bireyi ve hem de toplumu tutan, bireyi toplumla, toplumu da bireyle tamamlayan bir teori ve pratiktir. Aileden topluma, oradan tüm insanlığa uzanan pratikler bütünü toplumsal ortamda insanın bireycileşmesini ve sapkın davranışlar içinde olmasını engellemeye dönüktür. İnsan biri biyolojik biri de sosyal olmak üzere iki “rahim” içinde şekillenir; annenin ki insanın biyolojik gelişmesinin rahmi olurken, aile de insanın sosyal gelişmesinin rahmini teşkil eder. İnsan kendini aile içinde “tamamlar”.
Sosyal dayanışma açısından düşündüğümüzde bireye bireysel açıdan bakacak olursak, onun kendi iradi ve ihtiyari hareket ve davranışlar içerisinde sadaka, hayır ve bağışlarla çepe çevre kuşatıldığını görürüz. Aynı bireye toplum açısından baktığımız zaman eğer o zengin ise hukuki mecburi-zorunlu bir davranış ile yani zekat yükümlülüğü ile karşı karşıya olduğunu görürüz. İslâm’ın dünyada karşılaşılan meselelerde bilhassa ekonomik alanda sadece devlet türü otoriteleri değil Müslümanları da sorumlu kılan bir bakışı vardır. Kur’ân’da Tevbe suresinin 60. ayetinde devlet bütçesinde payları olan 8 sınıf zikredilmektedir. Bakara suresinin 177. ayetinde akrabalar, yetimler, yoksullar, yolcular, dilenciler ve kölelerden bahsedilmektedir. Ayrıca yine aynı surenin 215. ayetindede ana-babalar, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolculardan bahsedilmektedir. Bu sınıflar da kişilerin yardım ve yardımlaşmaya verdikleri değer kadar kendi gönüllerinden ihtiyari olarak yapacakları maddi yardımlarla kendilerine düşen hisselerini almış olacaklardır.
Çağdaş toplumda kabul edelim ki akrabalık bağlarını artık insanlar bir yük olarak görmektedirler. İnsanın insana yabancılaşmasının, içine düştüğü kahredici yalnızlığın sebebini burada aramamız gerekirken bunun yerine kurumsal dayanışma türleri oluşturularak çok ta farkında olmadan rasyonel ilişkilerin dünyasına kendimizi hapsetmekteyiz. Dayanışmayı farklı açılardan ele alan dosyamızda Abdurrahman Arslan, M. Kürşad Atalar, Yıldız Ramazanoğlu ve Dilaver Demirağ’ın yazıları yer alıyor. Ayrıca Yaşayan İslam bölümünde de konuya ilişkin olarak Abdullah Yıldız ve Vahap Yaman’ın yazıları konuyu daha somut düzlemde, gözlemleri ve izlenimleri ile ele alıp anlatıyorlar. Gündem bölümünde daha çok Ortadoğu’daki gelişmeleri analiz eden yorumlar yer alıyor. Düşünce sayfamızda yer alan burjuva sınıfının oluşumu ve felsefe konulu iki yazı ise ele aldıkları konuyu vukufiyetle tartışmaları bakımından önemli.
İyilik ve takva üzere yardımlaşmaların artması dileğiyle.
Umran