Umran'dan

 

"Celâli isyanlarından bıı yana milletin üzerine sin­
miş korkuyu kaldırmak lazım. Bu korkuya dayalı 
olarak siyaset yapanları da iyi tanımak gerekir.”
1950’ li yılların ortalarında dönemin Başbakanı 
Adnan Menderes bir konuşmasında bu tespitte bu­
lunmuştu. Ve yine bir başka konuşmasında “Türki­
y e’ de, halk kendisini seçmemiş de olsa, kendini 
meşru iktidar görenlerin var ve etkin olduğunu bil­
mek gerekiyor" diyordu.
Türkiye'de bugün yaşanan duruma baktığımızda 
Ibıı Haldun’un “Geçmişler geleceğe, suyun suya 
benzediği kadar benzer” sözüıüi doğrulayan yuka­
rıdaki tespitlere birebir uyan hadiseler yaşıyoruz.
Gerçekten bugün, halkın vermediği iktidarın sahip­
leri, hukuku yok sayan bir maııtıkkı toplumun bü­
yük bir kesimi üzerinde korku rüzgarları estirmeye 
çalışmaktadırlar. Toplumun dörtte birinin oyunu 
akın bir parti, hiçbir makul gerekçe olmadan Ana­
yasa Mahkemesi kıskacına sokulmuş ve o partiye 
oy verenler adeta suçlu pozisyonuna düşürülmüş­
tür. Hemen hemen tümüyle halkın yardımlarıyla ve 
devletin okulları olarak inşâ edilmiş eğitim kurum­
lan olan imam Hatip Liselerini orta kısımları yine 
hiçbir ciddi gerekçe göstrilmeden kapatılmıştır. Ay­
rıca lise bölümünün de akibeti meçhıd bırakılarak, 
insanların oraya yönelmeleri engellenmiştir. Bu 
okullardan mezun insanlar ise “sakıncalı” duru­
muna düşürülmüştür.
Ve nihayet MGK genel sekreterliği tarafından ha­
zırlandığı söylenen bir tasarıya göre, dinî hayata 
taalluk eden en ufak bir davranış bile şiddetli ceza­
yı gerektiren suç kapsamına alınmak istenmektedir

 

EDİTÖR                                      Eylül-Ekim 1997, Sayı:39, Sayfa:1

"Celâli isyanlarından bu yana milletin üzerine sin­miş korkuyu kaldırmak lazım. Bu korkuya dayalı olarak siyaset yapanları da iyi tanımak gerekir. ”1950’ li yılların ortalarında dönemin Başbakanı Adnan Menderes bir konuşmasında bu tespitte bulunmuştu. Ve yine bir başka konuşmasında “Türki­ye’de, halk kendisini seçmemiş de olsa, kendini meşru iktidar görenlerin var ve etkin olduğunu bil­mek gerekiyor" diyordu. Türkiye'de bugün yaşanan duruma baktığımızda İbn Haldun’un “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzediği kadar benzer” sözünü doğrulayan yuka­rıdaki tespitlere birebir uyan hadiseler yaşıyoruz. Gerçekten bugün, halkın vermediği iktidarın sahip­leri, hukuku yok sayan bir mantıklı toplumun bü­yük bir kesimi üzerinde korku rüzgarları estirmeye çalışmaktadırlar. Toplumun dörtte birinin oyunu akın bir parti, hiçbir makul gerekçe olmadan Ana­yasa Mahkemesi kıskacına sokulmuş ve o partiye oy verenler adeta suçlu pozisyonuna düşürülmüş­tür. Hemen hemen tümüyle halkın yardımlarıyla ve devletin okulları olarak inşâ edilmiş eğitim kurum­lan olan imam Hatip Liselerini orta kısımları yine hiçbir ciddi gerekçe göstrilmeden kapatılmıştır. Ay­rıca lise bölümünün de akibeti meçhul bırakılarak, insanların oraya yönelmeleri engellenmiştir. Bu okullardan mezun insanlar ise “sakıncalı” duru­muna düşürülmüştür. Ve nihayet MGK genel sekreterliği tarafından ha­zırlandığı söylenen bir tasarıya göre, dinî hayata taalluk eden en ufak bir davranış bile şiddetli ceza­yı gerektiren suç kapsamına alınmak istenmektedir. Bütün bu saydığımız olaylar ve benzerleri toplu­mun büyük bir kesimi üzerinde korku ve dehşet ya­ratmaya dönük, planlı, programlı hadiselerdir. Gerçekten de, eski içişleri Bakanı Meral Akşener’in tabiri ve tarifiyle “elitist, oligarşik dikta” nın dikte ettiği bir taşeron iktidarın uygulamaya koy­duğu bu dayatmalar toplumun keskin kamplara bö­lünmesi tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Nitekim laik-antilaik diye isimlendirilimeye çalışı­lan bu kamplaşma normal halk kitleleri arasında bile psikolojik olarak kendini hissettirmeye başla­mıştır. Ve her baskı döneminin tabii bir sonucu olan iftira, ihbar kampanyaları revaç bulmaya başlamıştır. O kadar ki, istihbarat toplama işi devletin resmî gö­revlilerinin çoluk çocuklarına kadar indirgenmiş­tir. Herkes kendisinin daha ilerici olduğunu ispat etme gayretine düşmüştür. İslâm’a ilişkin bir konu­da en ufak bir davranış ve söz devlet katında "ten­zil” sebebi olmaya başlamıştır. Çok hassas olan bazı kavramlar ve konular düşünülmeden, tartışıl­madan, dayatılan biçimiyle kabul edilmeye başlan­mıştır. (Bu ortamın oluşmasına bir kısmı medyanın olağanüstü katkılarını da unutmamak gerekir.) Do­layısıyla zaten kısıtlı olan fikir özgürlüğü daha da kısıtlı hale gelmeye başlamıştır. M. Kemal’in ekonomi danışmanı A.H.Başar şunla­rı söylüyor: “Bana nazaran kendilerini İslâm kül­türüne daha yakın tanıdığım arkadaşlara mesela, Hasan Ali ve hatta Memduh Şevket Beylere bile bu bahiste birşey açamıyordum. Mürteci ve dindar gö­zükmemek için herkes elinden geleni yapıyordu.” Ayrıca bu çok mantıksız, manasız, hukuksuz dayat­malar insan ruhunda isyanlar meydana getirecek bir periyotta devam etme eğilimini göstermektedir. Sayın Akşener’in söylediği kadarıyla 28 Şubat MGK’ smda alman kararlar ısrarla ve her ne paha­sına olursa olsun yürürlüğe konacaktır. Ve uygula­maya konacak her karar toplumdaki parçalanmış­lığı derinleştirecek sonuçlar doğuracaktır. Bu top­lumsal parçalanmışlık ve kutuplaşma kendini güçlü hisseden bir takım dayatmacıların, işine gelse de, toplumun menfaatlerine uymadığını hepimiz biliyo­ruz. Burada önemle üzerinde durulması gereken konu şudur: Bu, dayatmalara halkımız ilk defa muhatap oluyor değildir. Türkiye ]940'lı yılların faşizminiyaşamıştır. Türkiye’yi yönetenlerin ve yönetime râm olanların dışında, herhangi bir kimseye en ufak bir hürriyet kırıntısının bile verilmediği bir dönemi yaşamıştır. Milli Şefin iradesinin kanun olduğu, “milletin bir düşman kabul edildiği” en ufak bir özgür düşünce kırıntısının “cahilâne iti­raz" ve “rejime muhalefet" kabul edildiği ve her câhilâne itiraz ve teşebüsün “kanunen ve cebren" bertaraf edildiği dönemleri yaşamıştır. Dolayısıyla bugünkü içine sürüklenmek istendiğimiz ortam ni­hayet “Milli Şef’ döneminin kötü bir taklidi ol- maktan öteye gitmeyecektir. Bundan ise milletin el­de edeceği müsbet hiçbir kazanım yoktur. Hukuk­suzluğu, zulmü ve dayatmayı yapanlara tarihte ol­duğu gibi sadece bir utanç kalacaktır. Aksini iddia edenlere Cumhuriyet dönemi demokrasi tarihinin kesintili bölümlerini okumaları tavsiye olunur. Son olarak şunu söylemek istiyoruz. Bu şedid, hu­kuksuz ortamın uzun süreli olması ihtimali yoktur. Bu bir ara dönemdir. Bu ara dönemin süresini uzatmak, dayatmalarına meşruiyet kazandırmak için müslüman insan unsurunu tahriklerle kanun­suzluğun içine çekmek isteyebilirler. Buna asla fır­sat vermemek gerekir. Hele şiddeti çağrıştıracak en ufak bir harekete bile teşebbüs edilmemelidir. Ancak kanuni, meşru, hukuki tüm hak koruma vası­taları bu dayatmalar karşısında kullanılmalıdır. Bu dayatmaların fikri, teorik ve eylem zemini irde­lenmeli ve teşhir edilmelidir. Daha önce yapılan hatalardan ders alınarak çifte standartlı davranış­ları ortadan kaldırma gayretinde olmalıyız. Huku­kun bir gün hepimize lazım olacağının kesinlikle bilincinde olmalıyız. Bu bağlamda hatırlanacak örnek bir olay DEP’lilerin meclisten atılması olayıdır. Eğer RP, DEP'tl­lerin düşüncelerine karşı olduğunu ilan ederek, ama onların fikirlerini mutlaka bu meclis platfor­munda söylemeleri gerektiğini ve DEP’le yapıla­cak siyasi mücadelenin meclis platformunda yapıl­ması gerektiğini söylemiş olsaydı, elbette daha tu­tarlı olurdu. Kısaca dayatmayı, “benden yana ve ondan yana diye” niteleyip tavır almak yerine, da­yatmanın her türüne karşı olmak gerekmektedir. Tutarlılık budur. Eski hataların kritiğini yaparak yeni döneme iliş­kin politikalar üretmek, bu tereddüt ve korkunun kol gezdiği ortamı aşmak, müslüman siyasilerin ve entellektüellerin öncelikli görevidir. Tarihimizin kırılma noktalarından birini yaşadığımız şu anda, çok küçük ve güncel menfaatler karşılığı dayat­maların yanında yer alanlar çok yakın bir gelecek­te utanacaklardır. Umalım ki, dayatmalar karşısın­da bugüne kadar çok iyi bir imtihan vermemiş olan bugünkü meclisi teşkil eden milletvekilleri bundan sonra gelecek olan dayatmalara, temsil ettikleri kurumun onuruyla mütenasip bir karşılık verebil­miş olsunlar. Şöyle elli yıllık tarihe bakarlarsa, yaşadığımız dönemin geçici bir ara dönem olduğu ve bu dönemlerde tutarlı davranış gösterenlerin milletin gönlünde yaşadığım görürler. Hukuk dışı dayatmacı zihniyet sahiplerine de şunu hatırlatmakta yarar var: Tarih, dayatmaların ve zulümlerin uzun ömürlü olamadıklarını gösteriyor. Öyle ki, bütün milleti muhalif ve bütün muhalifleri yoketme sevdasında olanların, ismi cismi unutulmuş ama, onlara karşı çıkanların bugüne intikal eden şahane dörtlükleri kalmıştır, işte bir örnek: “Padişahım, bir drahta (ağaç) döndü kim güya vatan, Bir baltadan bir şâhı (dal) hâlî kalmıyor. Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi; Gitgide zulmetmeye elde âhâli kalmıyor. "Mülkü ve iktidarı korumak adına ahaliyi yoketmelc isteyenlere ithaf olunur. Selamlar

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353