Çankaya Nöbetinin Sonu

 

C umhurbaşkanlığı makamının konumu ‘Türkiye’yi kimin yöneteceği?’ sorusuyla doğrudan alakalıdır.
10 Ağustos 2014, Türkiye’de gerçekleşen seçimlerden birisi olarak tarihin sayfalarına kaydoldu.
Elbette ülke düzeyinde gerçekleşen her seçimin kendisine özgü bir önemi vardır; bazısında ülke yönetiminin
önemli aktörlerinden milletvekilleri seçilir, bazısında ise yerel yöneticiler. Ancak 10 Ağustos’ta
gerçekleşen seçim çok daha başka bir sebepten dolayı da önemlidir; zira siyasal rejimin sembolü
niteliğinde olan kişinin seçimi gerçekleşti; Türkiye’nin on ikinci Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip
Erdoğan seçildi. Kuşkusuz, seçilen kişinin siyasal sistemdeki kilit konumu, seçimi önemli yapmaya
fazlasıyla yeter de artar bile. Bu sebeple de gerçekleşen seçim, tarihin hafızasında her zaman önemli
bir yere sahip olacaktır.
Bu açıdan ister “Yeni Türkiye” diyelim, isterse başka türlü isimlendirelim, 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı
seçimi ile Türkiye yeni bir döneme adımını atmıştır. Bürokratik vesayetin tanzim edici ve
koruyucu kurumu olan cumhurbaşkanlığı makamının, ‘doğrudan halkın seçtiği’ bir kişi tarafından
doldurulması ihmal edilemeyecek bir öneme sahiptir. Halkın, ilk defa, doğrudan cumhurbaşkanını
seçmesinin Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili geleneği nasıl alt üst ettiğini; çok daha da
önemlisi, bu seçimin sosyolojik anlamda Türkiye Cumhuriyeti’ndeki merkez-çevre ilişkileri açısından
cumhurbaşkanlığı nöbetinin sonu olup olmadığını anlamak için öncekileri genel hatlarıyla hatırlamak
ta yarar var. 1950’ye kadar gelen dönemde Türk siyasi yaşamına egemen olan güç, Cumhuriyet Halk
Fırkası ile partinin toplumsal tabanını oluşturan ve ideolojisini belirleyen asker-sivil kökenli “devletçi
seçkinler”dir. Bu dönemde hem Parti’nin hem de bürokrasinin siyaset ve yönetim anlayışı aynıdır.
Her ikisi de (esasında böylesi bir ayrışma tamamen zihinseldir, gerçekte tek yapı vardır) büyük ölçüde
eğitim imkânlarından mahrum kalmış halka, adeta “güdülmesi gereken bir sürü” anlayışıyla yaklaşırlar.
Halkın “karar verme” yeteneği olduğunu kabullenmezler.
1960 yılı asker-siyaset ilişkisinde yeni bir süreci başlatır. Devletçi seçkinlerin silahlı kanadını teşkil
eden asker bu tarihten itibaren her on yılda bir olmak üzere toplam üç defa siyasi yapıya doğrudan
müdahale eder ve işleri kontrolüne alır. Dördüncü müdahalenin tarihi biraz gecikir ama bu dördüncüsü
dolaylı ve çok daha etkili bir müdahale olur. Beşincisi de yine bir on yıl sonra, 2007 yılında Abdullah
Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimi aşamasında devreye girer. Bu müdahaleler Türkiye’nin ideolojik,
siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel sürecine yeni boyutlar ve anlamlar kazandırır. Kabul edilmelidir
ki seçimlerle iktidara gelen siyasilerin Türkiye için tasavvur ettiği vizyon ile, bürokratik elitin tasavvur
ettiği vizyon birbiri ile uyumlu olmamıştır. Bu uyumsuzluk, devletin yönetiminde düzensizliği ve
erkler arası bir çatışmayı meydana getirmiştir. Bu sürece bürokratik iktidar elitinin radikal müdahaleleri,
siyaset alanının daralması, siyasetin güdükleşmesi sonucunu doğurmuştur. Cumhurbaşkanının
ilk defa halk tarafından seçilmesinin hem parlamenter siyaset hem de devlet yönetimi açısından
neler getireceğini önümüzdeki yıllarda daha yakından göreceğiz. Bunun yanında kongre ve kurultay
süreçlerinin ardından siyasal partilerin vakit geçirmeden 2015 genel seçimleri için hemen çalışmaya
başlayacaklarını öngörebiliriz. Son on yıldır Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi hiç kuşkusuz
muhalefet sorunudur. Muhalefet partilerinin bir türlü AK Parti’ye alternatif bir politika üretememesi,
ülkenin ve toplumun değişim ihtiyacını fark edip alternatif bir değişim programı sunamaması ve
aksine hâlâ statükoda ısrar edişi Türkiye’de büyük bir muhalefet boşluğu yarattı. Bu boşluk AK
Parti’yi kendi siyasetini uygulama konusunda oldukça rahat bıraktı. Türkiye’de hem AK Parti hem de
muhalefet partileri açısından önümüzdeki yılın Haziran ayında yapılacak seçimlerin son derece önemli
olduğu aşikârdır.
Yeni sayımızda buluşmak üzere.

 

EDİTÖR                                                            Eylül 2014, Sayı:241, Sayfa:1

Cumhurbaşkanlığı makamının konumu ‘Türkiye’yi kimin yöneteceği?’ sorusuyla doğrudan alakalıdır. 10 Ağustos 2014, Türkiye’de gerçekleşen seçimlerden birisi olarak tarihin sayfalarına kaydoldu. Elbette ülke düzeyinde gerçekleşen her seçimin kendisine özgü bir önemi vardır; bazısında ülke yönetiminin önemli aktörlerinden milletvekilleri seçilir, bazısında ise yerel yöneticiler. Ancak 10 Ağustos’ta gerçekleşen seçim çok daha başka bir sebepten dolayı da önemlidir; zira siyasal rejimin sembolü niteliğinde olan kişinin seçimi gerçekleşti; Türkiye’nin on ikinci Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan seçildi. Kuşkusuz, seçilen kişinin siyasal sistemdeki kilit konumu, seçimi önemli yapmaya fazlasıyla yeter de artar bile. Bu sebeple de gerçekleşen seçim, tarihin hafızasında her zaman önemli bir yere sahip olacaktır. Bu açıdan ister “Yeni Türkiye” diyelim, isterse başka türlü isimlendirelim, 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimi ile Türkiye yeni bir döneme adımını atmıştır. Bürokratik vesayetin tanzim edici ve koruyucu kurumu olan cumhurbaşkanlığı makamının, ‘doğrudan halkın seçtiği’ bir kişi tarafından doldurulması ihmal edilemeyecek bir öneme sahiptir. Halkın, ilk defa, doğrudan cumhurbaşkanını seçmesinin Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili geleneği nasıl alt üst ettiğini; çok daha da önemlisi, bu seçimin sosyolojik anlamda Türkiye Cumhuriyeti’ndeki merkez-çevre ilişkileri açısından cumhurbaşkanlığı nöbetinin sonu olup olmadığını anlamak için öncekileri genel hatlarıyla hatırlamakta yarar var. 1950’ye kadar gelen dönemde Türk siyasi yaşamına egemen olan güç, Cumhuriyet HalkFırkası ile partinin toplumsal tabanını oluşturan ve ideolojisini belirleyen asker-sivil kökenli “devletçi seçkinler”dir. Bu dönemde hem Parti’nin hem de bürokrasinin siyaset ve yönetim anlayışı aynıdır. Her ikisi de (esasında böylesi bir ayrışma tamamen zihinseldir, gerçekte tek yapı vardır) büyük ölçüde eğitim imkânlarından mahrum kalmış halka, adeta “güdülmesi gereken bir sürü” anlayışıyla yaklaşırlar. Halkın “karar verme” yeteneği olduğunu kabullenmezler. 1960 yılı asker-siyaset ilişkisinde yeni bir süreci başlatır. Devletçi seçkinlerin silahlı kanadını teşkileden asker bu tarihten itibaren her on yılda bir olmak üzere toplam üç defa siyasi yapıya doğrudan müdahale eder ve işleri kontrolüne alır. Dördüncü müdahalenin tarihi biraz gecikir ama bu dördüncüsü dolaylı ve çok daha etkili bir müdahale olur. Beşincisi de yine bir on yıl sonra, 2007 yılında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimi aşamasında devreye girer. Bu müdahaleler Türkiye’nin ideolojik, siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel sürecine yeni boyutlar ve anlamlar kazandırır. Kabul edilmelidir ki seçimlerle iktidara gelen siyasilerin Türkiye için tasavvur ettiği vizyon ile, bürokratik elitin tasavvur ettiği vizyon birbiri ile uyumlu olmamıştır. Bu uyumsuzluk, devletin yönetiminde düzensizliği ve erkler arası bir çatışmayı meydana getirmiştir. Bu sürece bürokratik iktidar elitinin radikal müdahaleleri, siyaset alanının daralması, siyasetin güdükleşmesi sonucunu doğurmuştur. Cumhurbaşkanının ilk defa halk tarafından seçilmesinin hem parlamenter siyaset hem de devlet yönetimi açısından neler getireceğini önümüzdeki yıllarda daha yakından göreceğiz. Bunun yanında kongre ve kurultay süreçlerinin ardından siyasal partilerin vakit geçirmeden 2015 genel seçimleri için hemen çalışmaya başlayacaklarını öngörebiliriz. Son on yıldır Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi hiç kuşkusuz muhalefet sorunudur. Muhalefet partilerinin bir türlü AK Parti’ye alternatif bir politika üretememesi, ülkenin ve toplumun değişim ihtiyacını fark edip alternatif bir değişim programı sunamaması ve aksine hâlâ statükoda ısrar edişi Türkiye’de büyük bir muhalefet boşluğu yarattı. Bu boşluk AK Parti’yi kendi siyasetini uygulama konusunda oldukça rahat bıraktı. Türkiye’de hem AK Parti hem de muhalefet partileri açısından önümüzdeki yılın Haziran ayında yapılacak seçimlerin son derece önemliolduğu aşikârdır.

Yeni sayımızda buluşmak üzere.

 


  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348
  • Sayı: 347
  • Sayı: 346
  • Sayı: 345
  • Sayı: 344