Editör Haziran 2012, Sayı: 214, Sayfa: 1
Türkiye uzun zamandır anayasa meselesini tartışıyor ve bu tartışmalar neticesinde artık yeni bir anayasa yapım sürecine girmiş bulunuyor. Her ne kadar 12 Eylül anayasası tartışılıyor gibi gözükse de esasında anayasa tartışması 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yapılan anayasa başta olmak üzere Türkiye’nin yakın tarihini de tartışmak anlamına geliyor. Diğer taraftan Osmanlı’nın son zamanlarında Kanun-i Esasi’yle başlayan ve günümüze kadar gelen tüm anayasaların ortak özelliğinin tepeden inmeci ve Batı’cı oluşu da dikkate alınmalıdır. 1876’da yapılan Kanun-i Esasi, bir meclis tarafından değil bir komisyon tarafından yapılmış ve padişahın onayına sunulmuştu. 1921 ve 1924 Anayasaları “Meclis” tarafından yapılmış ama halk oyuna sunulmamıştı.
Geçmiş anayasaların tepeden inmeci/jakoben bir tavırla yapıldığının tek göstergesi bu da değil. Bu anayasaların tamamı da masa başında ve yüzleri Batı’ya dönük aydınlar tarafından hazırlanmış metinlerdi. Türkiye aslında büyük ölçüde bir modernleşme toplumuydu. Yani Batı gibi kendi modernliğini bizatihi kendi toplumsal dinamikleriyle üretebilmiş bir toplum değildi. Batı modernliği, arkasındaki toplumsal aktörlerin, sınıfların iradeleriyle ortaya çıkan bir süreçti. Bizde ise modernleşme daha çok bir “batı gibi olma”, “modern gibi olma” ya dayanıyordu. Daha çok devletin bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştı, toplumun değil. Bu anlamda modernleşme bir anlamda devletin topluma biçim vermeye çalıştığı bir projeydi.
Dönemin elitleri “Her şeyin doğrusunu ben bilirim” düşüncesindeydiler. Sorun olan esas husus, tüm bildiklerini Batı’dan almaları ve bunları kendi ülkelerine ancak masa başı düzenleme yaparak uyarlamaya çalışmalarıydı. Halkına ve ülkesine yabancı olan bu aydınlar empati de kuramıyor, ülkenin ve halkın lehine-aleyhine olacak hususları masa başında kestiremiyorlardı. Bu açıdan bakıldığında anayasa tartışmalarının siyasetten kültüre, yargıdan asker siyaset ilişkilerine uzanan bir tarafı bulunuyor.
Yeni anayasa tartışmalarının içeriğinin ne kadar yeni olduğu üzerinde de durulması gerekir. Demokratik, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu gibi ifadelerle anılan bir anayasanın ütopyacılarda bile rastlanamayacak derecede büyük bir hayal olduğu söylenmeli. Zira tarihin sonu gelmediği gibi ideolojiler de bitmemiştir. Temelde liberalizmin hâkimiyeti düşüncesine dayandığı kanaatinde olduğum; “Demokratik, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu bir anayasa” söylemi son kertede liberalizmin hâkimiyetinden başka bir amaca hizmet etmez. Zira demokrasi de özgürlükçülükde çoğulculuk ve katılımcılık da içleri boş hayallerle doldurulmuş, pratiği tarihin hiçbir döneminde yaşanmamış, sahnede küresel kapitalizmin Truva atları olarak rol almış soyut kurgulardan ibarettir.
Bu bakımdan anayasa tartışmalarını derinleştirerek sürdürmek gerekmektedir. Dergimizin bu sayısında Burhanettin Can, Sıbğatullah Kaya, Hüseyin Hatemi, Osman Can, Reşat Petek, Besim Dellaloğlu, Macit Kenanoğlu, Kaya Kartal ve Ömer Faruk Karagüzel anayasa tartışmalarını bütün yönleriyle ele aldılar.
Öner Buçukcu, Dilaver Demirağ Türkiye ve dünya gündemini yorumladılar. Metin Önal Mengüşoğlu ise Necip Fazıl biyografisini hatıraları üzerinden yazmaya devam ediyor.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Umran