Editör Mayıs 2018, Sayı: 286, Sayfa: 1
Türkiye erken seçim kararı alınmasının ardından hızlı bir şekilde seçim atmosferine girdi. Partilerin çeşitli ittifak ve aday senaryoları gündeme geldi; önemli bir kısmı netlik kazandı. En şaşırtıcı gelişme ise hiç kuşkusuz 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘gerekli mutabakat sağlandığı takdirde aday olacağını’ açıklamasıydı. Ne var ki bu mutabakat büyük ölçüde adaylığını daha evvel açıklayan Merak Akşener’in ikna edilememesinden dolayı sağlanamadı. Bu durumun önümüzdeki yıllarda AK Parti içerisinde nasıl yorumlanacağı ayrı bir tartışma konusu. Ayrıca ana muhalefet partisinin hâlâ adayını açıklamamış olması öteden beri dergimizde muhalefetin kararsızlığına
dikkat çekişimizin ne kadar doğru bir tespit olduğunu da gösterdi. Bu konudaki gelişmeleri tüm boyutlarıyla bir sonraki sayımızda ele alacağız.
Bu sayımızda Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılması çerçevesinde önem arz eden bazı hususları öne çıkardık. Zira tefsir, sadece ilahiyatın değil, kendisini İslâm’a nispet eden her müslümanın ilgilendiği veya ilgilenmek durumunda olduğu bir ilim alanıdır. Müslümanların, yaşadığı çağı ve onun sorunlarını anlamaya, güçleri ölçüsünde bunlara çözüm bulmaya çalışmaları bir sorumluluktur!. Elbette gelenek, bu arayışta önemli bir ‘lojistik’ destek olarak işlev görür ancak, çağın sorunlarına bihakkın ikna edici cevaplar vermek için yeni bir bakış açısı, yeni bir ‘anlayış’ gerekiyordu. Çağdaş İslâm düşüncesi içerisinde yer alan ‘dirayet ehli’ âlimlerin tümü bu ihtiyaca işaret etmiş, bunun gereği olarak da ‘çağdaş’ yorumlarda bulunmuşlardır.
‘Konulu tefsir’ yahut kısmen ‘bilimsel tefsir’ bu ihtiyaca cevap olarak önerilmiş yeni yaklaşımlar olarak görülebilir. Şunu biliyoruz ki, modern bilim başta olmak üzere bir dizi gelişme, daha başlangıcından itibaren İslâm dünyasında ne külliyen reddedilmiş ne de körce kabul edilmiş, aksine kritik bir yaklaşımla ele alınmıştır. Kuşkusuz, küresel modern düşüncenin ayrılmaz bir parçası olan “geleneği sorgulamak”, uzun zaman önce İslâmcı teorisyenler arasında yayılmıştı. Akletmeyen çevrelerden gelen rahatsız edici etkilere rağmen bugün entelektüeller tarafından bu sorgulama hâlen devam ediyor.
Bu bakımdan müfessir, yaşadığı çağın sorunlarına Kur’ân’dan çözüm bulan kişi olmalıdır. Bu ise, bir ‘teceddüd’ değil ‘tecdid’ ameliyesidir. Başka bir ifadeyle müfessir, şâz yorum peşinde koşan biri olmamalı, bilakis Kur’ân’ın ‘muhkem’ olarak ifade ettiği hususlarda ‘icma’ya itibar etmelidir. Oysaki çağımızda net olarak görüldüğü üzere, muhkem olarak bilinen konularda dahi kafalar karışık ise ne yapılacaktır? İşte ‘tecdid’ görevi burada başlıyor. Bu, ‘reform’ değil, ‘ihya’ çabasıdır. Diğer bir deyişle unutulmuş hakikatlerin yeniden hatırlanmasıdır. Kur’ân yorumu alanında açılacak yeni kapılar, hiç kuşkusuz, ilmin diğer alanlarında daha büyüklerinin açılmasına neden olacaktır. Zira bizim medeniyetimizin temelinde Kur’ân vardır.
Çağdaş dönemde de ‘tecdid’ ve ‘ıslah’ çabasının gelişme kaydetmesi için, bu ‘özel’ alana daha çok ihtimam göstermemiz gerekiyor. İslâmî olan her şey Kur’ân’la ilişkilidir. Bununla birlikte Kur’ân tefsirinde bilimi bir araç olarak görmek, hiçbir zaman tamamıyla kabul görmüş bir yöntem olmamıştır, aksine bu yaklaşıma şiddetli bir muhalefet belirmiştir. Bu muhalefetin başında en dikkat çeken âlimlerden biri Şâtibi’dir. Ona göre Kur’ân baştan aşağıya dini hüviyete sahip bir kitap olduğu için bilim onun yorumlanmasında makul bir araç değildi. Şâtibi’ye göre Kur’ân’ı yorumlamanın maksadı ilahi hükmün insan hayatında ete kemiğe bürünmesinden ibaret olmalıydı. Bu yüzden her bilgi alanı Kur’ân yorumu içerisine dâhil edilemezdi.
Son birkaç yüzyıl içinde Kur’ân’ın birçok bilimsel gelişmeyi içerdiğine yönelik etkili denebilecek gruplar ortaya çıktı. Lakin bilimi Kur’ân’ın tevilinde kullanmak İslâm tarihinde ilk kez görülen bir durum değildi; bu yine de kabaca modernistler, reformistler, ılımlılar ve gelenekselciler diye tasnif edilen gruplar arasında usul ve yöntem açısından tartışmalara sebebiyet verecekti. Modernistlerin yorumu, batı düşüncesinin tesirinde kalanlar tarafından hoşnutlukla karşılanırken geleneksel görüşü savunanlar muhalif bir tutumu benimsediler. Fakat Kur’ân’ın bilimsel tevili reformistler sayesinde avama yayılırken modernistlerin söylemi elitler tarafından benimsendi.
Bilindiği üzere Kur’ân sürekli olarak insan medeniyetlerinin yükseliş ve çöküşlerini muhatapları için ders alınacak bir fenomen olarak sunmaktadır. O, insanın yeryüzünü gezip, kendisinden önce kuvvette eşi benzeri görülmemiş nice uygarlıkların, günahkârlıkları sebebiyle nasıl tarumar edildiğine şahit olmasını öğütler. Kur’ân’daki
kıssaların amacı, Eski Ahit’teki anlatıların amaçlarından tamamen farklıdır; Eski Ahit’teki hikâyeler Hz. İsa’nın tarihteki belirli olaylarını açıklamak için kullanılırken, Kur’ân’daki kıssalar müminin nasıl olması gerektiğine dair ibretlik modellemeler oluşturur. Başka bir ifadeyle Kur’ân’ın anlatımı ahlaki paradigmalar barındırır. Kur’ân sadece
tarihsel değişimleri veya Hz. Peygamber (s.)’in hayatını anlatan/kesitler sunan bir metin değildir. Kur’ân’ın indiği
toplum tarihsel olarak değil ahlaki olarak betimlenmiştir. Kur’ân’daki kıssalar aracılığıyla geçmiş topluluklara ve onların kalıntılarına bakıp, ders çıkarmak üzere tarihi öğrenmiş oluruz.
Bu Kur’ân dosyamız vesilesiyle, idrak edeceğimiz Ramazan-ı şerifin, Müslümanların, Kur’an ve Peygamber’in rehberliğinde durumlarını gözden geçirmelerine, hatalardan ve günah kirlerinden arınıp yeniden dirilişlerine, huzursuzluk ve kaostan kurtuluşu için insanlığa İslâm’ın aydınlığını ulaştırmalarına vesile olmasını Rabbimizden
niyaz ediyoruz.
Yeni sayımızda görüşmek temennisiyle...
Umran