Post-Kemalizm'den Neo-Kemalizm'e

 

Kasım sürecinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalar yeni nesil kanaat teknisyenliğinin ilkel
hallerini var kılan bir kesim tarafından hayli abartıldı. Bir zamanlar bambaşka şeyler söylenen ekranda İzmir Marşı’nı terennüm
etmek, AK Partili bir belediyenin belki de Cumhuriyet tarihinde ilk olmaya namzet bir uygulamayı yapması, “Eğer Nutuk okusaydık
FETÖ’cü olmazdık” kabilinden sözlerin sarf edilmiş olması bu süreçteki birkaç önemli göstergeden biri. Şurası açık ki bu mutat ve abartılı
Atatürk anmaları, bir yarar değil, tabir caizse onu daha çok unutturmaya yarıyor. Vakıa bu sonucu görkemli programlar da değiştirmedi.
Ne var ki 15 Temmuz sonrasında özellikle gençler arasında bu darbeye dair yazılan metinlerde, 28 Şubat’ın zoraki yahut dayatılan
pop-Kemalizm’inden farklı olarak bir kabullenişi içeren bir temayülden de bahsedilebilir. 28 Şubat’la doğrudan dönüştürmeye maruz
kalan bu kesimde, 2000’li yıllardan sonra dolaylı yani kendi rızasının müsaade ettiği bir biçim ve içerikte dönüşüm vuku bulmaktadır.
Bu dönüşüm siyasal iktidarın sahibi olduktan sonra yaşanan bir dönüşümdür.
Elbette sadece bu göstergelerden hareketle İslâmî kesimin var oluşunu fikri bir zemine sahip olmasından daha çok sosyolojik ve
iktisadi bir sebeple açıklayanlar olabilir. Meseleye bu açıdan bakıldığında kendilerini siyasi olarak sağ-muhafazakâr partilerde, sosyal
olarak cemaatlerde bulan İslâmî kesimin fertlerinin, dönüşüme son derece açık olan bu yapılarda bulunması dönüşmelerini kolaylaştırmıştır.
Fikir yoksunluğundan, ilkesizlikten ve dahi ufuksuzluktan eyyamcılığa evrilen kesimlerin kendini sistem nazarında daha da
meşrulaştırmak için pop-Kemalizm’e evrilmesi hiç zor olmayacaktır. Siyasilerin bazı açıklamalarının sadece bürokratik çevrelerde değil
genel olarak halk tabanında ne tür gelişmelere kapı aralayacağının üzerinde durulması bu açıdan daha çok önemsenmelidir.
Nasıl ele alınırsa alınsın son tahlilde solun Kemalizm’i sağın Atatürkçülüğü bir dönem ideolojisiydi ve toplumun kendini iyi hissetmesi
için tek hakikat muamelesine tabi tutuluyordu. 1930’larda başlatılan İnkılâp Dersleri sonraki yıllarda eğitim-öğretim sisteminin
özü haline getirildi. Millî Eğitimin genel amacı bugün de, kanuna göre “Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve
Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetiştirmektir.”
Şurası bir gerçek ki, Türkiye her kritik dönemde bilhassa “ideolojik aşırılıklara engel olmak” maksadına binaen şu ya da bu ölçüde
Atatürkçülük adı verilen yeni bir ideoloji denemesiyle karşılaşıyor. 1950’lerden 1960’lara, 12 Mart’tan 12 Eylül’e, 28 Şubat’tan 15
Temmuz sonrasına uzanan siyasi gelişmeleri bu zaviyeden de ele almak mümkün hatta gerekli. Sol Kemalizm çokça konuşulduğundan,
pek bilinmeyen başka bir örnek üzerinden ilerlemek gerekli. Sağ cenahtan siyasi yorumları kuvvetli ilmi bakışa yaslanan genç
bir sosyolog 12 Mart sonrasında şöyle bir yorum ileri sürmüştü: “Solun bir ölüm denemesi olması, sağın da başka konularda birtakım
endişeler yaratması, Türk devletine şimdilik tek çıkar yol olarak Atatürk milliyetçiliğini bırakmış bulunuyor.” Ardından da şöyle devam
ediyordu: “Atatürkçülük bir siyasi tedbirden ibarettir, yani bazılarının Kemalizm adını verdiği ve bir siyasi partinin bayrağını teşkil eden
sloganlarla ilgisi yoktur.”
Bu yorumlar Türkiye’yi yönetenlerin her zaman mevcut durumumuzu Atatürkçülük dışında izah edecek bir fikir sistemini öğretimin
esası yapamayışlarından kaynaklanır. Bu yüzden Atatürk’ün zihinlerde ideolojik mevkiinden tarihî konumuna iadesi sağlanamamıştır.
İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinin ciddi bir değişiklik yapılmadan sürdürülmekte ve Atatürk kültü etrafında oluşturulan
ritüeller devletin tepesi tarafından yaşatılmaya devam edilmektedir. Öyle ki AK Parti iktidarından önce öğretim sistemi aynı İnkılap
Tarihi derslerini vermeye devam ediyor, fakat Atatürkçülük eleştirisi güçlü şekilde her vasatta görülüyor, Atatürk’ün hayatı ile ilgili
gerçekler günlük yayın organlarından başlayarak kamuoyuna bir şekilde mal ediliyordu. Post-Kemalist perdenin açılışı olarak selamlanan
bu resmi ideoloji muhalifi tavır, AK Parti iktidarının muhkem hale gelişiyle özellikle de 15 Temmuz sonrasında neredeyse tamamen
ortadan kalktı.
Bununla birlikte 1990’lı yıllardan beri yaşanan post-Kemalist süreç derinleşmişti de. İslâmcı-sol-liberal entelijansiya arasında
Kemalizm’in elitist, üsttenci, buyurgan ve ulusçu karakterine yönelik olarak gerçekleştirilen eleştirel tazyik başta siyasi dil olmak üzere
oldukça etkili olmuştu. Hatta denebilir ki 2000’li yılların başında muhafazakâr demokrat kimliği iktidara taşıyan da 1990’lı yıllarda
oluşan birikimdi. Ancak Kemalizm her ne kadar kısmi bir geri çekilme süreci yaşadıysa da, uzun yıllar otoriteyi elinde bulundurmuş
olmasından dolayı yahut siyasilerin çıkmaza düşmelerinin de etkisiyle karşıtını da kendisine benzetmeyi başardı. Öyle ki son dönemlerde
siyasi tedbir o kadar ilerletildi ki, popüler tarihçilerin bazıları palas pandıras yargılanıp cezalandırıldılar.
Hâlbuki Kemalizm’i doğru anlamanın ve özelliklerini her türlü yanlılıktan uzak bir şekilde tespit edebilmenin doğru yöntemi,
Kemalizm’i inşa eden yazılı metinleri, özellikle de inşa sürecinin ilk zamanlarındaki yazılı metinleri dikkate almaktan geçmektedir.
Bu yapılırken Cumhuriyet Türkiye’sinin karakteristiği, Osmanlı modernleşmesi süreciyle birlikte ele alınmalı ve son günlerde oldukça
düzeysiz olarak seyreden yakın tarih tartışmalarının, tarih felsefesi perspektifinden analizi öncelemelidir. Devlet ricali öncülüğünde gerçekleşen
Kemalizm’e dönüş seremonilerini, en azından, son yüz elli yıllık tarihi sürecin içerisinden anlamaya çalışarak işe başlanabilir.
Diğer taraftan Atatürkçü bir zihnin Türkiye’nin bugün takip ettiği iç ve bilhassa dış siyaseti kavramakta zorlanacağı açık.
Türkiye’nin İslâm dünyasına açılması, batı âlemi ile ilişkilerini eşit seviyede yürütme yönünde tavır takınması mağlubiyet ideolojisi
ile yetişmiş zihinlerin kabullenebileceği uygulamalar değildir. Müslüman toplumların son iki yüzyıllık tarihi incelendiğinde, hamasi ve
romantik tarih anlatısının nelere mal olduğu görülebilir. Nitekim Cumhuriyet Türkiye’si de kurulduğu günden bu yana gerçeklerle yüzleşmek
yerine hamaset ve romantizm eksenli bir tavrın ve tarzın egemenliğini yeğlemiştir. Kolonyal müdahaleye maruz kalmamış
olmanın övüncüyle efsunlandığımız için, dâhili oryantalist dilin madunlaştırıcı doğasına dair esaslı çözümlemeler yapamadık. Tüm bunları
nazarı itibara alırsak, İslâmî kesimin, hem genel olarak hem de 2010 sonrası birikimini ve söylemlerini ciddi analize tabi tutmasının
şart olduğu söylenebilir.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle
Umran

POST-KEMALİZM’DEN NEO-KEMALİZM’E

Mağlubiyet İdeolojisi, Siyasal Yorgunluk ve Temayüller

         

        EDİTÖR                                Aralık: 2017, Sayı: 280, Sayfa: 1

10 Kasım sürecinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalar yeni nesil kanaat teknisyenliğinin ilkel hallerini var kılan bir kesim tarafından hayli abartıldı. Bir zamanlar bambaşka şeyler söylenen ekranda İzmir Marşı’nı terennümetmek, AK Partili bir belediyenin belki de Cumhuriyet tarihinde ilk olmaya namzet bir uygulamayı yapması, “Eğer Nutuk okusaydık FETÖ’cü olmazdık” kabilinden sözlerin sarf edilmiş olması bu süreçteki birkaç önemli göstergeden biri. Şurası açık ki bu mutat ve abartılı Atatürk anmaları, bir yarar değil, tabir caizse onu daha çok unutturmaya yarıyor. Vakıa bu sonucu görkemli programlar da değiştirmedi.

Ne var ki 15 Temmuz sonrasında özellikle gençler arasında bu darbeye dair yazılan metinlerde, 28 Şubat’ın zoraki yahut dayatılanpop-Kemalizm’inden farklı olarak bir kabullenişi içeren bir temayülden de bahsedilebilir. 28 Şubat’la doğrudan dönüştürmeye maruzkalan bu kesimde, 2000’li yıllardan sonra dolaylı yani kendi rızasının müsaade ettiği bir biçim ve içerikte dönüşüm vuku bulmaktadır. Bu dönüşüm siyasal iktidarın sahibi olduktan sonra yaşanan bir dönüşümdür.

Elbette sadece bu göstergelerden hareketle İslâmî kesimin var oluşunu fikri bir zemine sahip olmasından daha çok sosyolojik veiktisadi bir sebeple açıklayanlar olabilir. Meseleye bu açıdan bakıldığında kendilerini siyasi olarak sağ-muhafazakâr partilerde, sosyalolarak cemaatlerde bulan İslâmî kesimin fertlerinin, dönüşüme son derece açık olan bu yapılarda bulunması dönüşmelerini kolaylaştırmıştır. Fikir yoksunluğundan, ilkesizlikten ve dahi ufuksuzluktan eyyamcılığa evrilen kesimlerin kendini sistem nazarında daha dameşrulaştırmak için pop-Kemalizm’e evrilmesi hiç zor olmayacaktır. Siyasilerin bazı açıklamalarının sadece bürokratik çevrelerde değil genel olarak halk tabanında ne tür gelişmelere kapı aralayacağının üzerinde durulması bu açıdan daha çok önemsenmelidir.

Nasıl ele alınırsa alınsın son tahlilde solun Kemalizm’i sağın Atatürkçülüğü bir dönem ideolojisiydi ve toplumun kendini iyi hissetmesiiçin tek hakikat muamelesine tabi tutuluyordu. 1930’larda başlatılan İnkılâp Dersleri sonraki yıllarda eğitim-öğretim sisteminin özü haline getirildi. Millî Eğitimin genel amacı bugün de, kanuna göre “Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılâp ve ilkelerine veAnayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetiştirmektir.”

Şurası bir gerçek ki, Türkiye her kritik dönemde bilhassa “ideolojik aşırılıklara engel olmak” maksadına binaen şu ya da bu ölçüdeAtatürkçülük adı verilen yeni bir ideoloji denemesiyle karşılaşıyor. 1950’lerden 1960’lara, 12 Mart’tan 12 Eylül’e, 28 Şubat’tan 15Temmuz sonrasına uzanan siyasi gelişmeleri bu zaviyeden de ele almak mümkün hatta gerekli. Sol Kemalizm çokça konuşulduğundan, pek bilinmeyen başka bir örnek üzerinden ilerlemek gerekli. Sağ cenahtan siyasi yorumları kuvvetli ilmi bakışa yaslanan gençbir sosyolog 12 Mart sonrasında şöyle bir yorum ileri sürmüştü: “Solun bir ölüm denemesi olması, sağın da başka konularda birtakım endişeler yaratması, Türk devletine şimdilik tek çıkar yol olarak Atatürk milliyetçiliğini bırakmış bulunuyor.” Ardından da şöyle devam ediyordu: “Atatürkçülük bir siyasi tedbirden ibarettir, yani bazılarının Kemalizm adını verdiği ve bir siyasi partinin bayrağını teşkil eden sloganlarla ilgisi yoktur.”

Bu yorumlar Türkiye’yi yönetenlerin her zaman mevcut durumumuzu Atatürkçülük dışında izah edecek bir fikir sistemini öğretiminesası yapamayışlarından kaynaklanır. Bu yüzden Atatürk’ün zihinlerde ideolojik mevkiinden tarihî konumuna iadesi sağlanamamıştır. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinin ciddi bir değişiklik yapılmadan sürdürülmekte ve Atatürk kültü etrafında oluşturulanritüeller devletin tepesi tarafından yaşatılmaya devam edilmektedir. Öyle ki AK Parti iktidarından önce öğretim sistemi aynı İnkılapTarihi derslerini vermeye devam ediyor, fakat Atatürkçülük eleştirisi güçlü şekilde her vasatta görülüyor, Atatürk’ün hayatı ile ilgiligerçekler günlük yayın organlarından başlayarak kamuoyuna bir şekilde mal ediliyordu. Post-Kemalist perdenin açılışı olarak selamlanan bu resmi ideoloji muhalifi tavır, AK Parti iktidarının muhkem hale gelişiyle özellikle de 15 Temmuz sonrasında neredeyse tamamen ortadan kalktı.

Bununla birlikte 1990’lı yıllardan beri yaşanan post-Kemalist süreç derinleşmişti de. İslâmcı-sol-liberal entelijansiya arasındaKemalizm’in elitist, üsttenci, buyurgan ve ulusçu karakterine yönelik olarak gerçekleştirilen eleştirel tazyik başta siyasi dil olmak üzere oldukça etkili olmuştu. Hatta denebilir ki 2000’li yılların başında muhafazakâr demokrat kimliği iktidara taşıyan da 1990’lı yıllardaoluşan birikimdi. Ancak Kemalizm her ne kadar kısmi bir geri çekilme süreci yaşadıysa da, uzun yıllar otoriteyi elinde bulundurmuş olmasından dolayı yahut siyasilerin çıkmaza düşmelerinin de etkisiyle karşıtını da kendisine benzetmeyi başardı. Öyle ki son dönemlerde siyasi tedbir o kadar ilerletildi ki, popüler tarihçilerin bazıları palas pandıras yargılanıp cezalandırıldılar.

Hâlbuki Kemalizm’i doğru anlamanın ve özelliklerini her türlü yanlılıktan uzak bir şekilde tespit edebilmenin doğru yöntemi, Kemalizm’i inşa eden yazılı metinleri, özellikle de inşa sürecinin ilk zamanlarındaki yazılı metinleri dikkate almaktan geçmektedir. Bu yapılırken Cumhuriyet Türkiye’sinin karakteristiği, Osmanlı modernleşmesi süreciyle birlikte ele alınmalı ve son günlerde oldukçadüzeysiz olarak seyreden yakın tarih tartışmalarının, tarih felsefesi perspektifinden analizi öncelemelidir. Devlet ricali öncülüğünde gerçekleşen Kemalizm’e dönüş seremonilerini, en azından, son yüz elli yıllık tarihi sürecin içerisinden anlamaya çalışarak işe başlanabilir.

Diğer taraftan Atatürkçü bir zihnin Türkiye’nin bugün takip ettiği iç ve bilhassa dış siyaseti kavramakta zorlanacağı açık. Türkiye’nin İslâm dünyasına açılması, batı âlemi ile ilişkilerini eşit seviyede yürütme yönünde tavır takınması mağlubiyet ideolojisi ile yetişmiş zihinlerin kabullenebileceği uygulamalar değildir. Müslüman toplumların son iki yüzyıllık tarihi incelendiğinde, hamasi ve romantik tarih anlatısının nelere mal olduğu görülebilir. Nitekim Cumhuriyet Türkiye’si de kurulduğu günden bu yana gerçeklerle yüzleşmekyerine hamaset ve romantizm eksenli bir tavrın ve tarzın egemenliğini yeğlemiştir. Kolonyal müdahaleye maruz kalmamış olmanın övüncüyle efsunlandığımız için, dâhili oryantalist dilin madunlaştırıcı doğasına dair esaslı çözümlemeler yapamadık. Tüm bunları nazarı itibara alırsak, İslâmî kesimin, hem genel olarak hem de 2010 sonrası birikimini ve söylemlerini ciddi analize tabi tutmasının şart olduğu söylenebilir.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle...

Umran


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353