Editör Haziran 2019, Sayı: 298, Sayfa: 1
Yaşanan ticaret savaşlarına, küresel aktörlerin başta İslâm coğrafyası olmak üzere özellikle enerji havzalarında güç gösterilerine baktığımızda sanki yeni bir dünya savaşının fitili ateşlenmiş gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Libya’da General Hafter’in davetiyle yabancı uçaklar ile BAE hava üssünden kalkan BAE ve Mısır uçakları Müslümanları bombalıyor. Çin, toplama kamplarında Uygurlara kan donduran işkenceler uyguluyor. Filistin’i cehenneme çeviren İsrail tavuk boğazlar gibi her gün Filistinli Müslümanları şehit ediyor. Yarın veya sonrasında ne olacağını bilemeyiz ancak İsrail’in Batı Şeria’yı kendisine katmak istediğini ve Filistinlilere sadece Gazze şeridinin kalacağını öngörmek mümkün. Ne var ki Gazze 1 milyon Filistinliyi bile alamayacak kadar küçük; İsrail buna altı milyon daha katmak istiyor, bu ise imkânsız!
Diğer taraftan yeni dönemde askeri çatışmaların ağır olabilecek faturası nedeni ile temel savaş, teknoloji ve ekonomi üzerinden yürütülmekte. Ama temel strateji değişmiş değil; bir devletin diğer bir devlet üzerinde üstünlük tesis etmesi. Tam da bu nedenle ABD Başkanı Donald Trump’ın başvurduğu yöntemlerin aslında ‘Yeni Amerikan Yüzyılı’ projesinin bir parçası ve “yeni dünya düzeni” denen olgunun bir uzanımı olduğu açık. Trump iki yıl önce göreve geldiğinden bu yana Körfez ülkelerini ve özellikle de Suudi Arabistan’ı “Sizi yok olmaktan korumamızın karşılığını ödeyin. Bizim korumamız olmasa bir hafta koktuklarınızda kalamazsınız!” diye tehdit ediyor. Ayrıca ABD etnik ve bölgesel ayrımcılığı destekleyerek, İran ve Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıp, bölgede bir güvensizlik ortamı oluşturuyor. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında olan bölgelerde PKK/PYD gibi yapıları koruyor, kolluyor, silahlandırıyor. İran’a uyguladığı ambargoda Türkiye dâhil 8 ülkeye lütfettiği muafiyeti kaldırdığını açıklıyor. ABD’nin İran’ın ekonomisini ve askeri kapasitesini doğrudan hedef almasının, tabiatıyla bir tesadüf değil, üzerine düşünülmüş planlı bir politikanın ürünü olduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise yeni eğilimler çerçevesinde bir güce sahip olma, dahası cendereden çıkış çabası içinde hem Türkiye ittifakını gündeme getiriyor hem de Rusya ve İran’a yakınlaşmaya çalışıyor ancak içerdeki daralma ittifak alanını genişletemiyor, dışarda ise NATO ve ABD bunu onaylamıyor. Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaygınlaştırılmaya çalışılan etnik ve mezhepsel çatışmaların kökeninde, “kaosta düzene geçiş” yaklaşımı yatmaktadır. Kaosun müsebbibi olarak din, mezhep ve milliyetler gösterilerek bütün din, mezhep ve milliyetlerin kaldırılması küreselleşme adına istenmektedir. Aslında Afganistan-Pakistan hattında, Irak-Suriye-Filistin-Lübnan hattında, Katar-Yemen-Somali-Sudan hattında ve Libya-Mali-Orta Afrika hattında yaşananlar, ‘kaostan kaynaklanan düzen’ teorisinin uygulanmasının sonucudur. Şer ittifakı Türkiye’de Taksim Kadife Darbe Süreci ile 15 Temmuz sosyolojik amaçlı askeri darbe girişiminin bir karışımı olan yeni bir darbe türünü (melez darbe) yürürlüğe koymak istiyor. Şer İttifakının öngördüğü darbe şekli, 1953 yılında İran Başbakanı Musaddık’ın CIA+MI6 iş birliği ile düşürülmesi darbesinin benzeri bir darbe olabilir. Bu bağlamda ABD’nin Irak’a asker gönderme kararı, Amerikan vatandaşlarının bölgeyi terk etmesini istemesi, bölgede Suud tankerlerine saldırılar yapılması, İran gerilimi, Doğu Akdeniz’de enerji savaşlarının yoğunlaşması, Türkiye’de terör saldırılarının birden bire artmış olması, gerek Türkiye ve gerekse bölgede ABD, İngiltere ve İsrail’in yeni provokasyonları ile karşı karşıya kalınabileceği ihtimalinin yüksek olduğunu, dahası kaos teorisine dayanan bir strateji izlendiğini gösteriyor. Kaos teorisinde, her şey çatışmaya dayandırılmaktadır. İnsanların güvenliğini yok edecek tarzda meydana getirilecek bir çatışma ortamı hedeflenen kargaşayı sağlayacaktır. Komşuların, kabilelerin, aşiretlerin, etnik yapıların ve farklı inanç gruplarının birbirine düşman olduğu, çatıştığı, kimsenin önünü, çevresini, geleceğini göremediği ve iradesinin felç edilip direncinin kırıldığı, çaresizlik içerisinde kıvrandığı bir kaos ortamı, bu mekanizmanın ana ilkesidir. Böylesi bir ortamda Müslümanlar olarak, Kur’ân’ın “hayat verici” düstûrlarına uymadığımızda, onun şaşmaz ilkelerini rehber edinmediğimizde başımıza gelen ve birbirine çok benzeyen felaketli sonuçların gelecekte de yaşanması kaçınılmaz. Bu yüzden topyekûn bir arınma ve zihniyet devrimine muhtacız. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle Ramazan Bayramı’nızı tebrik eder, İslâm âleminin ve insanlığın kurtuluşuna, huzur bulmasına vesile olmasını Rabbimizden niyaz ederiz.
Umran