EDİTÖR Haziran 2015, Sayı:250, Sayfa:1
Genel seçimlere sayılı günlerin kalmasından dolayı siyasi gündem oldukça hareketli ve yoğun. Seçim sürecininde gösterdiği gibi bu seçimlerin neticesi ne olursa olsun, karşı karşıya olduğumuz durum hiç de iç açıcı değil. Bu yüzden olsa gerek en seküler çevrelerde sadece söz düzeyinde kalsa bile israf, tevazu, kanaat, paylaşım, adalet, kul hakkı, kula kulluğa son vb. İslâmi referansların kullanıldığına şahit olmaktayız. Gene aynı şekilde uzun zamandır siyasi gündemi belirleyen kaset savaşları ve rakip partilerle ilgili ortaya atılan türlü iddiaların, seçim malzemesi yaparak bunlardan fayda beklendiği görülmektedir. Toplumu kirleten, çirkin hayâsızlıkları yaygınlaştırıp meşrulaştıran hatta iftiraları günden güne çoğaltan yazı ve sözler insanların irşad edilerek ıslah edilmesi gerektiğini ve bununla beraber bir arınmaya muhtaç olduğumuzu göstermektedir. Aslında bu ifadeler bile toplumsal ve siyasal mandada sürekliliklerin izini takip etmek bakımından son derece önemli ipuçları sunmaktadır. Elbette bunda iktidar partisinin, teoride değil fakat pratikte İslâmcı siyasetin bir aktörü olarak görülmesinin payı vardır. Yönelimler, eğilimler, kadrolar ve süreç göz önüne alındığında bu son derece açıktır. Türkiye’de gerek siyaset gerekse ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda iktidara muhalif ve aynı zamanda dinamik olan güçler söz konusu partiyi dinci olarak suçlamakta, eski refleksleri harekete geçirerek dini söylemleri AK Parti siyasetini etkisizleştirmek için gündeme taşımaktadırlar. Bunun yanında solda konumlanma iddiasında olan fakat esasında CHP tabanının hareketlenmesinin bir fonksiyonu olan çevrelerde “gericilik karşıtlığı” şeklinde özetleyebileceğimiz yaklaşımların öne çıkmakta oluşu göz ardı edilmemelidir. Bundan dolayı, bu sayımızda siyasi ortamı göz ardı etmeden “asrın ihtiyaçları” olarak isimlendirebileceğimiz çerçevede bir tefsir faaliyetini gündeme getiren Menâr Tefsiri odaklı bir sayı hazırladık. Daha da önemlisi yaklaşan Ramazan ayı vesilesiyle yapıp ettiklerimizi Hz. Adem’in tutum ve tavrıyla gözden geçirme sürecine bir katkı olması niyetiyle bunu yaptık. “Tefsir okumadan maksat (...) doğrudan Kur’an’ı anlamak, bizzat onun hidayet vasfını ortaya çıkarmak ve ondan yararlanmak; ümmetin ıslahı, yeni bir gençliğin inşası için çalışmak olmalıdır. Ondan asıl maksat işte budur” sözleriyle takdim olunan tefsirin tercümesi nihayet tamamlandı. Konu hakkında okuyacağınız metinler Menâr Tefsiri’nin tercümesi, tefsir üzerine Türkçedeki sınırlı tartışmaların ötesine geçebilmek bakımından büyük bir boşluğu doldurdu. Zira bu tefsir, sadece bilimsel, edebî tefsir hareketleri açısından değil İslâmcılığın ıslah yaklaşımı açısından da belirleyici konumdadır. Tefsirin ortaya koymuş olduğu anlayış Türkiye’de İslâmcılığın doğuş yıllarında oldukça tesirli olmuştur. İlk elde Mehmed Akif’in yazılarını ve çevirilerini hatırlamak yeterli bu konuda. Ahmed Hamdi Akseki’nin bazı çalışmaları da hatırlanabilir. Bu tefsir sahih nakil ile apaçık aklı bir araya getiren yegâne tefsirdir; ilahi hükümlerin hikmetini açıklamakta, Allah’ın insanların hayatına egemen olan yasalarını sergilemekte, Kur’ân’ın her zaman ve mekândaki bütün insanlar için hidayet, yol gösterici olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın yol göstericiliği ile bu asırda ona sırt çevirmiş Müslümanların durumunu, buna karşın onun ipine sımsıkı sarılan ilk dönemdeki müminlerin durumunu karşılaştırmakta ve değerlendirmeler yapmaktadır. Bütün bunları yaparken kolay bir dil ve üslup kullanmış, tefsiri ilmi ve edebi kavramlara boğmaktan kaçınmış, herkesin anlayabileceği fakat aydınların da kendilerini müstağni göremeyeceği bir düzey tutturmuştur. Müfessirlerin Kur’ân yorumlarının orijinalliği yeni vurgulardan kaynaklanır. Zira onlar, Kur’ân’ı bir hidayet kaynağı, dinî ve manevî rehber olarak gösterir. Muhammed Abduh’un görüşüne göre Kur’ân, esasen filologların maharetlerini gösterebilecekleri bir vasıta olmayıp, Müslümanların bu dünya ve gelecek hakkındaki düşüncelerini çıkarmaları gereken bir kitaptır. Reşid Rıza’ya göre tefsir, akademik bir faaliyet değil, ilim ve ehliyet sahibi Müslümanların/müfessirlerin ifasına memur oldukları dinî-ahlakî bir görevdir. Diğer bir deyişle tefsir, Allah’ın Kur’ân’da dile gelen iradesini gerçekleştirmenin aracıdır. Dolayısıyla müfessirin aslî görevi de Kur’ân’ın gerçek nüzul sebebi olan hidayet maksadına işlerlik kazandırmak, Allah’ın tarih-üstü buyruklarını insanlara açıklamaktır. İlim erbabının üstlendiği bu vazife, bir bakıma Allah’a verilmiş bir sözdür. Tefsirin başında yer alan şu dua günümüz için çokşey ifade etmektedir: “Rabbimiz! Sana tevekkül eder, günahlarımızdan arınıp yalnız Sana yönelmeye çalışırız. Muhakkak ki dönüş yanlıca Sanadır. Rabbimiz! Bizi inkâr edenlere bir fitne kılma ve bizi affet. Rabbimiz, doğrusu Sen şanı büyük olansın, hakimsin. Ya Rab! Fazlının kapılarını bize aç, kavlinin sırlarından dilediğini bize öğret ve bizi Sana hangi lisan ve uzuvlarla şükredeceğimize yönelt. Yaratılmışlar içinde hakkı kabule yakın olanları irşadetmek için hakkı izah etme noktasında yardımını diliyoruz. ”Rabbimizin, yaklaşmakta olan Kur’an ayı Ramazan’ı, iman ve ihlâsımızı pekiştirme, ihsanımızı arttırma, her türfısk ve günahtan arınmamıza vesile kılması temennisiyle.