Editör Ağustos 2019, Sayı: 300, Sayfa: 1
Tarihin akışının, Türkiye için, coğrafyamız için, dünya için oldukça hızlandığı zamanlardayız. Ülkemizde geçen yerel seçim sürecinden itibaren Suriyeliler kamusal kaygı ve korkuların odak ve çıkış noktalarından biri hâline getirildi. Dedikodu aracı olarak işlevlendiren sosyal medyada, televizyon haberleri, gazete başlıkları, siyasi konuşmalar ve internet tweet’leri bugünlerde Suriyelilere referanslarla dolup taşıyor. Buralarda söylenen ve özünde “Arap nefreti” de içeren cümlelere bakılırsa sanki Suriyeliler memleketi istila etmiş, bildiğimiz hayat tarzının sonuna gelinmiş.
Despotizmlerin canavarlığından ve savaştan güç bela hayatlarını kurtaran Suriyeliler üzerinden kanaat oluşturucuların sürdürdüğü savaşın politik yansımaları da söz konusu. Bu yüzden önümüzdeki aylarda göçmen karşıtlığına ağırlık verenlerin öne çıkması muhtemeldir. Çarkları her gün daha hızlı işleyen mülteci karşıtı mekanizmayı kıracak, dahası mahallelerimizde, şehrin caddelerinde ya da işyerlerinde birlikte yaşamaya alıştığımız kardeşlerimize bir toplumsal entegrasyon projesi sunmamız gerekiyor.
Şurası da unutulmamalı; Suriyeliler odaklı olarak karşımıza çıkan her negatif haber yayını toplumsal bir paniğe sebep oluyor. Suriyelilerin toplumsal refahı tehdit eden “bir kötülük” olduğuna dair yalanlar pusuda bekleyen Soğuk Savaş artığı medya organlarının katkısıyla daha çok yayılıyor. Ancak her şeye rağmen toplumumuz nasırlaşmış bir duyarsızlık ve ahlaki körlükten doğan bu söylentilere kulak asmadan İslâm kardeşliğinin gerektirdiği dayanışmayı ve paylaşmayı sürdürüyor.
Şartlar ne olursa olsun kurucu kardeşliğin dayanışma ağını genişletmek için elimizden geleni yapmalıyız. Gelgeç gündemin ötesinde okurlarına İslâmî bir dünya görüşü, yakın veya uzak çerçevede ulusal-küresel düzlemde olup biten tüm sorunları bu perspektifle değerlendirip okuyucusuyla paylaşan matbu dergilerin önemi de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede tutarlı çizgisiyle etkisini, gücünü hissettiren Umran dergimizde kardeşliğin mahiyetine ve toplumsal iletişimi sağlayıcılığına daima dikkat çektik.
Yayın hayatına başladığı 1990’lardan itibaren Umran, edilgin bir İslâmcılıktan ziyade verili şartlar içerisinden geleceğin imkânlarını düşünmeye çalışan bir perspektif ortaya koydu. 300. sayısı siz okuyucuların eline ulaşmış olan dergimiz, genelde her ay bir meseleyi öne çıkararak fikri, siyasi ve toplumsal konuları gündemine aldı. Eski sayıları tarandığında sinemadan seyahate, kitap eleştirilerinden soruşturmalara kadar epey geniş bir alanı elinden geldiğince okurlarına sunmaya çalıştığı görülür.
Bilindiği üzere yazıların yayımlandığı mecralar ve türler aynı zamanda onların farklılıklarını ortaya koymak bakımından önem arz eder. Mesela dergi yazısı kitaptan daha zordur, çünkü sınırlı bir yer içinde okura konu hakkında bilmesi gereken temel bilgileri kendi yorumunuzu da katarak vermeniz gerekir. Düşünce dergiciliği dediğimizde gözümüzde artık epey geniş bir yelpaze beliriyor: İçeriği, biçimi, çizgisi, hedefi bambaşka, hatta bazen okurların kafasını karıştıracak ölçüde
birbirine uzak dergiler söz konusu!
Şu kadarını ifade etmek bile Umran’ın farklılığını anlatmaya yeter: Okumaya ayrılan zamanın pahasının ağır olduğunun farkındayız; bu yüzden dergimizin geçmiş sayılarında çok uzun makaleler yanında kısa ve orta boyutlu metinler de yayımlandı. Dergimiz, kendini var ve sürekli kılan merkezi bir kadrosu olmakla birlikte, akademisyenlerden aydınlara, edebiyatçılardan uzman kişilere -her yaştan- kadar yelpazesini mümkün olduğunca geniş tutmaya çalıştı. Gelenekçi-yenilikçi, yerli-yabancı, doğulu-batılı, yaşlı-genç ayrımı yapmadan sayfalarımıza taşıdığımız tercüme yazılar ise bizim nazarımızda,
hiçbir zaman mekanik bir nakil hareketi olmadı. Tercümelerle siyasi, kültürel ve fikri çalışmaların yepyeni tekâmül imkânları kazanacağına inanmaktayız. Dergimizin böylesi farklılıklarını çoğaltmak ve detaylandırmak mümkün…
Uzun yıllar çıkan dergilerin kaderidir; sürekli eski sayılarıyla karşılaştırılır, dergi takibini belirli dönemlerle sınırlamış okurların eleştirilerine maruz kalırlar. Eski okurlar genellikle yeni sayıları beğenmekte zorlanır, eski günlerle sınırlı beğenilerine sarılırlar. Oysa fikri ve siyasi dergiler, dünyanın ve ülkenin şartlarına sımsıkı bağlıdırlar. Dijital mecraların hayatımızı dalga dalga ele geçirdiği günümüzde matbu dergi ile dijital mecranın aynı biçimde izlenmediği, okunmadığı, kullanılmadığı hatta aynı hızla tüketilmediği biliniyor. Tabi aynı ilgiyi de görmüyor. Okumakla bakmak arasındaki farkları inceleyenler, göz ekrandayken zihinde bir okuma eylemi gerçekleşmediğini, beynin sadece bakma işlemi yaptığını ortaya koyuyor.
Dergi okumak başta olmak üzere okumayı sağda solda pinekleyenlerin meşgalesi sayanlar, okumanın güç bir iş olduğunu bilmeyenlerdir. Son kertede iş gelip okura dayanıyor. Ayrıca matbu yayınlardan habersiz bir ortamda dijital mecraları çok daha iyi kullandığını düşünenler ne kadar başarılı olabilir, sorusu da sorulmalı! Dijital mecraların, sanal medyaların egemenlik kurduğu bir dünyada uzun soluklu bir mücadeleyi esas alan mutedil yorumların yerini, televizyon starları ya da tartışma programcısı kanaat önderleri aldıkça dergilerin krize girmesi kaçınılmaz olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, geçmişlerinden devraldıkları özelliklerden oluşan kişiliklerine uygun düşünce, siyaset, sanat, kültür, zanaat alanında kendilerini yenilemeyen toplumlar, kısa ve uzun vadeli sorunlara özgün çareler üretemezler. Özgünlüklerini yitiren toplumlar ise yavanlaşıp sıradanlaşırlar. Dijital mecraların taşıyıcısı elektronik aygıt ekranına bakmakla dergi okumanın farkında olarak bize -dergiciliğe- destek
veren tüm yazar ve mütercimlerimize, uzun soluklu mücadelemize ortak olan okurlarımıza teşekkür ederiz.
Bu vesile ile Kurban Bayramınızı tebrik eder, ülkemiz, İslâm âlemi ve insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni eder, dergi dolu günler dileriz.
Umran