Editör Ekim 2009, Sayı: 182, Sayfa: 1
Türkiye “Kürt sorunu”nu, “demokratik açılım”ı tartışıyor. Dönüşü olmayan bir yola girildiği noktasında genel bir hissiyat da var. Süreç Türkiye’nin, bölgenin geleceğini etkileyecek derecede önemle ele alınıyor. Daha önce meselenin gündeme gelişinin aksine bu sefer sorun, suyun durulması beklendikten sonra rafa kaldırılabilecek cinsten değil. Aslında hükümetin imkân ve zaaf olarak karşısına çıkan dış işlerinden, ekonomiye, eğitime ve Kürt sorununa kadar birçok meseleyi esaslı bir şekilde ele almak zorunda oluşu gibi bir durum var. Bu durum, dünyada değişen güç dengeleri, ekonomi politik, zihniyetle de açıklanıyor. Hatta bu bağlamda, Ergenekon davası süreci Türkiye’deki derin devlet yapılanmasının yeniden yapılandırılması olarak de değerlendiriliyor. Dolayısıyla Kürt sorunu tartışmaları sırasında meselenin bu yönünü atlamamak gerekiyor.
Ancak bununla birlikte Türkiye’deki yenilik, değişim ve açılım süreçlerinin tamamen bağımsız bir şekilde yönlendirildiğine varmamalı bu düşünceler. Her şeyden önce gerçeklere aykırı olur bu yorum. Bir kere, Kürt sorunu ile ilgili olarak, Türkiye’nin batılılaşma macerası ile başlayan ve Cumhuriyet yönetimiyle kurumsallaşan yeni bir Türk kimliği inşa etme düşüncesinin ciddi olarak sorgulandığı –ki bu İttihat ve Terakki zihniyeti ile bir toplumsal mühendislik tarzı ile tepeden inme yöntemlerle denene geldi- hatta “makbul vatandaş” efsanesinin tükendiği bir aşamaya gelindi. Kürt sorununun dağ gibi bir sistem sorunu olduğu gün yüzüne çıktı. Bir başka husus, “demokratik açılım” süreci; asırlardır birlikte yaşayan Türk- Kürt vd. unsurların, Cumhuriyet döneminde tek ulus yaratma düşüncesiyle uygulanan politikaların varlığına rağmen, birlikteliklerini güçlendirerek devam ettirdiği kabulü üzerinden yapılmakta.
Demokratik açılım, devletin geleneksel politikalarının aksine bir söylemle dillendirilmekte. Ancak süreç söylem düzeyinde bırakılmayacak bir beklentiyi açığa çıkardığı için tatmin edici eylemlerin geciktirilmemesini de gerektiriyor.
Dergimiz Umran bu sayısında hazırladığı dosyasında, gelinen noktanın hassasiyetini göze alarak ama tarihi şartları göz ardı etmeden açılımı ele alıyor.
Meselenin tam bir sistem sorunu olduğunu tarihi seyri içinde ortaya koyan Burhanettin Can’ın yazısında dikkat çektiği, Türkiye’de dinin rolünü zayıflatma çabalarının bu dönemde ki Kürt ayrılıkçılığını teşvik ettiği noktası açılım için atılacak adımların yönünü de işaret etmektedir. Sanal irtica ve sanal bölücülük tehditleri üzerinden siyaset yapma arzularını oyunun dışına itecek, meselenin tarihi kökleri ile yaşanan gerçeklerini muhatap alacak bir eylem planı, Altan Tan’ın söyleşimizde belirttiği gibi Ortadoğu’yu da yakından ilgilendiren, bölgedeki sorunların çözümüne katkı sağlayacak dahası Türkiye’yi dünyaya açacak bir gerçektir. Tan, toplumun iç görüsünün, tecrübesinin rehber edinilmesi anlamında “derin akıl” ın harekete geçirilmesi gerektiğinin altını çizerken; Abdullah Yıldız bu zeminin ümmet olma şuuru olduğuna dikkat çekiyor; Mustafa Aydın ise, açılımın küresel politikalarla örtüşen taraflarından istifade edilmesi gerektiğini ama dikkatli olunmasını dile getiriyor. Kadir Canatan ise, çözümü kendi medeniyet havzamızda arama gayretini ortaya koyuyor ve İbn Haldun modelini öneriyor.
Öyle görünüyor ki üstü örtülmeye, yok sayılmaya çalışılan gerçekler bir gün gelip sizi mutlaka buluyor. Türkiye, yıllarca İslam ve Kürt’ü bir sorun olarak göstererek kendi iki temel gerçeğini inkâr etme yolunu tuttu. Bugün Türkiye’nin karar vereceği şey en nihayetinde kendi gerçeklerini kabul etme süreci olacak.