İslâmi Eğitimin Bugünkü Meseleleri İslâmlaşmak, İlahiyat Ve İmam Hatipler

 

C
umhuriyet Türkiye’sinde İmam Hatip Okulları(Liseleri) ve İlahiyatlar öteden beri tartışma 
konusu olan kurumların başında gelmektedirler. İmam Hatip Liselerinin kuruluşu, aslında 
varoluşsal anlamda Türkiye’de “din”in ve özelde İslâm’ın hangi temel yörünge içinde yer alacağı; 
ya da İslâm ile nasıl bir sahih ilişki kurulacağı bağlamında ortaya çıkmaktadır. İslâm’ın gündelik 
hayatın içinde referans olma hüviyetini kaybetmesinin, olabildiğince dar sınırlara çekilmesinin, 
o dönemlerde gündelik hayat içerisinde yansımaları görünmekteydi. Cumhuriyet devrinde 
gerek İslâm devlet ilişkileri gerekse Milli Eğitim açısından irdelenen bu kurumların İslâm/
Müslümanlar cihetinden nasıl anlamlandırılacağı konusunda net kanaatlere ulaşmak mümkün 
olmamaktadır. İslâmî eğitimin İmam Hatip Liselerine ve İlahiyat Fakültelerine indirgenmiş 
olması ciddi bir sorundur. Zira İlahiyat ve İmam Hatip Okulları Cumhuriyet laik ideolojisinin 
siyasal/kültürel dünyası içinde ortaya çıkarken büyük ölçüde tepkisel bir muhteva kazanmıştır.
Ancak şunu unutmamak lazımdır ki, İmam Hatipler ve İlahiyatların açılmasında halkın 
göstermiş olduğu fedakârlık her şeyin ötesinde bir takdiri hak etmektedir. Bu okullardan mezun 
olanların önemli bir kısmı memleketin İslâmlaşma sürecine ciddi katkılar sunmuştur. Merhum 
Muhammed Hamidullah Türkiye’ye geldiği zaman önce, gittiği yerdeki İmam Hatip Okulunu, 
daha sonra da müftülük ve diğer kuruluşları ziyaret edermiş. Öğrencilerle karşılaştığında şunları söylermiş: “Çocuklar! Toplum o hale gelmiş ki, herkes sizi hor ve hakir görüyor. Ancak ben 
sizi kutluyorum. Sizler Allah’ın yarattığı en güzel meslekdaşlarsınız. Çünkü siz. Hz. Muhammed 
(s.)’le aynı davayı paylaşıyorsunuz. O İslâm’ı tebliğ ediyordu, siz de onu tebliğ edeceksiniz.”
Türkiye’nin İslâmî ve kültürel yönden gelişiminde bu okulların oynadığı ehemmiyetli rol 
1960’lı yıllardan bu yana dost düşman herkes tarafından bilinmekte ve görülmektedir. Bundan 
dolayı Batıcı elitler bu okullara müspet nazarla bakmamışlar, okullar her darbe döneminde 
ciddi sıkıntılar yaşamışlardır. 1990’ların hemen başında TİSK ve TÜSİAD’ın hazırlamış oldu-ğu raporlar adeta 28 Şubat 1997 sonrasında yaşanacak gelişmelerin habercisi gibidir. Zira bu 
raporlarla, halkın İslâmî eğitim talebini bu okulların “ihtiyaç duyulandan daha çok din görevlisi 
yetiştirdikleri” bahanesi ile engellemek istemişlerdir. İmam hatip Lisesi mezunlarının kendi 
alanları dışındaki yüksek öğrenim kurumlarına gitmelerinin engellemesinin gerektiğini öneriyordu bu raporlar. Toplam yirmi bin mezunu olan Köy Enstitüleri ile zıtlık ilişkisi üzerinden 
tartışılan bu kurumlar üzerine kayda değer ciddi analizlerin yapılabildiği söylenemez. 
1913 yılı esas alındığında 100. kuruluş yılına adım atan İmam Hatip Okullarının (ve tabii 
dolaylı olarak İlahiyatların) eğitim anlayışının, İslâmî usul cihetinden ne ifade ettiği, eğitim 
programları, binaları, öğretmenleri vb. pek çok açıdan irdelenerek sağlıklı bir rotaya kavuşturulması gerekmektedir. Artık önümüzdeki on yılların karşımıza çıkaracağı sorunlar ve ihtiyaçlar 
sadece “memleketin İmam Hatiplere ihtiyacı var” anlayışıyla çözülemeyecek büyüklükte olacaktır. Ayrıca, İslâmi eğitimin bugünkü ve genel manadaki meseleleri ve hassaten İmam Hatiplerin 
derlenmesi, toplanması ve organize olması, sadece nicelik ölçütleriyle hallonulabilecek meselelerden ibaret olmadığı iyi kavranmalıdır. O halde son söz olarak diyoruz ki, kemiyetten daha 
çok keyfiyete dönük çalışmalara ağırlık verilmesi zorunluluk arz etmektedir. 
Yeni sayımızda buluşmak üzere..

 

EDİTÖR                                  Kasım 2013, Sayı:231, Sayfa:1

Cumhuriyet Türkiye’sinde İmam Hatip Okulları(Liseleri) ve İlahiyatlar öteden beri tartışma konusu olan kurumların başında gelmektedirler. İmam Hatip Liselerinin kuruluşu, aslında varoluşsal anlamda Türkiye’de “din”in ve özelde İslâm’ın hangi temel yörünge içinde yer alacağı; ya da İslâm ile nasıl bir sahih ilişki kurulacağı bağlamında ortaya çıkmaktadır. İslâm’ın gündelik hayatın içinde referans olma hüviyetini kaybetmesinin, olabildiğince dar sınırlara çekilmesinin, o dönemlerde gündelik hayat içerisinde yansımaları görünmekteydi. Cumhuriyet devrinde gerek İslâm devlet ilişkileri gerekse Milli Eğitim açısından irdelenen bu kurumların İslâm/Müslümanlar cihetinden nasıl anlamlandırılacağı konusunda net kanaatlere ulaşmak mümkün olmamaktadır. İslâmî eğitimin İmam Hatip Liselerine ve İlahiyat Fakültelerine indirgenmiş olması ciddi bir sorundur. Zira İlahiyat ve İmam Hatip Okulları Cumhuriyet laik ideolojisinin siyasal/kültürel dünyası içinde ortaya çıkarken büyük ölçüde tepkisel bir muhteva kazanmıştır.Ancak şunu unutmamak lazımdır ki, İmam Hatipler ve İlahiyatların açılmasında halkın göstermiş olduğu fedakârlık her şeyin ötesinde bir takdiri hak etmektedir. Bu okullardan mezun olanların önemli bir kısmı memleketin İslâmlaşma sürecine ciddi katkılar sunmuştur. Merhum Muhammed Hamidullah Türkiye’ye geldiği zaman önce, gittiği yerdeki İmam Hatip Okulunu, daha sonra da müftülük ve diğer kuruluşları ziyaret edermiş. Öğrencilerle karşılaştığında şunları söylermiş: “Çocuklar! Toplum o hale gelmiş ki, herkes sizi hor ve hakir görüyor. Ancak ben sizi kutluyorum. Sizler Allah’ın yarattığı en güzel meslekdaşlarsınız. Çünkü siz. Hz. Muhammed (s.)’le aynı davayı paylaşıyorsunuz. O İslâm’ı tebliğ ediyordu, siz de onu tebliğ edeceksiniz.”Türkiye’nin İslâmî ve kültürel yönden gelişiminde bu okulların oynadığı ehemmiyetli rol 1960’lı yıllardan bu yana dost düşman herkes tarafından bilinmekte ve görülmektedir. Bundan dolayı Batıcı elitler bu okullara müspet nazarla bakmamışlar, okullar her darbe döneminde ciddi sıkıntılar yaşamışlardır. 1990’ların hemen başında TİSK ve TÜSİAD’ın hazırlamış oldu-ğu raporlar adeta 28 Şubat 1997 sonrasında yaşanacak gelişmelerin habercisi gibidir. Zira bu raporlarla, halkın İslâmî eğitim talebini bu okulların “ihtiyaç duyulandan daha çok din görevlisi yetiştirdikleri” bahanesi ile engellemek istemişlerdir. İmam hatip Lisesi mezunlarının kendi alanları dışındaki yüksek öğrenim kurumlarına gitmelerinin engellemesinin gerektiğini öneriyordu bu raporlar. Toplam yirmi bin mezunu olan Köy Enstitüleri ile zıtlık ilişkisi üzerinden tartışılan bu kurumlar üzerine kayda değer ciddi analizlerin yapılabildiği söylenemez. 1913 yılı esas alındığında 100. kuruluş yılına adım atan İmam Hatip Okullarının (ve tabii dolaylı olarak İlahiyatların) eğitim anlayışının, İslâmî usul cihetinden ne ifade ettiği, eğitim programları, binaları, öğretmenleri vb. pek çok açıdan irdelenerek sağlıklı bir rotaya kavuşturulması gerekmektedir. Artık önümüzdeki on yılların karşımıza çıkaracağı sorunlar ve ihtiyaçlar sadece “memleketin İmam Hatiplere ihtiyacı var” anlayışıyla çözülemeyecek büyüklükte olacaktır. Ayrıca, İslâmi eğitimin bugünkü ve genel manadaki meseleleri ve hassaten İmam Hatiplerin derlenmesi, toplanması ve organize olması, sadece nicelik ölçütleriyle hallonulabilecek meselelerden ibaret olmadığı iyi kavranmalıdır. O halde son söz olarak diyoruz ki, kemiyetten daha çok keyfiyete dönük çalışmalara ağırlık verilmesi zorunluluk arz etmektedir. Yeni sayımızda buluşmak üzere...

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353