Editör Kasım 2019, Sayı: 303, Sayfa: 1
Günümüzde mevcut terör örgütlerinin temel vasfı küresel iktidar tarafından finanse edilip ülkelerinin yönetimleriyle çarpışma içinde olmalarıdır. Küresel sistem bunları hâlâ mevcut güvenlikçi sistemin önemli bir unsuru olarak görmekte, dünya kamuoyuna da bir barış unsuru olarak sunmaktadır. Maske düşüp gerçeğin üstünü örtemediği yerlerde yeni bir adla piyasaya sürerken aklınca inandırıcı olmak için önceki hâlini terörist olarak ilan edip onunla savaştığını iddia etmektedir. Bunun tipik örneği Ortadoğu genelinde yaşanan altüst oluşları bünyesinde barındıran Suriye’de yaşanmaktadır. Burada
kullandığı şebeke sırayla PKK, DAEŞ, YPG/PYD adlarını almıştır. ABD’ye göre PYD, 2014 başlarında uluslararası gündeme kanlı ve sansasyonel bir giriş yapan DAEŞ ile mücadele etmektedir ve dolayısıyla PYD bir terör örgütü değildir. Hâlbuki farklı adlar taşıyan bu örgütler aynı örgüttür. Tüm bunlar ise sömürge dönemleri, İsrail sorunu, İran İslâm Devrimi, petrol savaşları gibi Ortadoğu’yu derinden etkileyen olaylardan bağımsız değildir.
Kendisini toplamada zorluk çeken devletler maddi ve sosyal enerjilerinin önemli bir kısmını bu kör düğüşünde harcamışlar ve kaçınılmaz olarak zayıf düşürülmüşlerdir. Paradoksal olarak aynı küresel güçten destek alarak aynı yerde çatışan bu terör örgütleriyle mücadele ede gelmişlerdir. Tabii ki terör hep tırmanmış ve bitirme noktasında hiçbir olumlu sonuç da alınamamıştır. Bunun tipik örneğini Türkiye yaşamaktadır; FETÖ, PKK/PYD, bunun açık örnekleridir, bunlar aynı merkeze bağlı terör örgütleridir. Bir ordu-muhaberat iktidarı olarak bilinen Suriye’de 2011’de ilk rejim karşıtı ayaklanmaları bastıranlar arasında PKK’lı militanların da olduğu ve devam eden süreçte Esed rejiminin de desteğiyle PKK’nın bölgede kendisi dışındaki Kürt siyasi hareketleri ve aktivistleri baskıyla bölgeden uzaklaştırdığı kanıtlanmış durumdadır. ABD’nin, PYD’ye olan desteğinin arkasında ise nelerin olduğu aslında aşikârdır. ABD, emperyalist bir güç olarak varlığını hissettirmek için SGD (Suriye Demokratik Güçleri) adı altında oluşturduğu güçle, PYD’nin korunmasını sağlamak için PKK’yı aktif
tutmaktadır. Ülkemizin güney sınırı boyunca oluşturulmak istenen PKK koridoru da bu bağlamda bizzat ABD tarafından yönetilmektedir.
Türkiye güney sınırında oluşan tehdidin riskini azaltmak amacıyla Suriye topraklarının kendisine olan sınır boyunda 30-40 km derinlikte güvenli bölge oluşturmak istedi. Hatırlanacağı gibi Türkiye bu isteğini uzun bir zamandan beri dile getiriyordu ama ABD ve AB ülkeleri bu fikre pek sıcak bakmıyordu. Türkiye başlattığı askeri harekâtla ABD’yi antlaşma masasına oturmaya mecbur etti. Ardından bölgenin bir kısmını kontrolünde tutan Rusya ile de bir antlaşma imzalayarak
planlanan güvenlik bölgesinin tamamının terör unsurlarından arındırılması resmi antlaşmayla/mutabakatla karar altına alındı. Unutulmamalıdır ki bu gelişme, Cumhuriyet Türkiye’sinin önemli bir diplomasi zaferidir! Ne var ki güvenlik güçleri sahada terör örgütleriyle mücadele ederken, sosyal ve kültürel mücadeleyle desteklenmelidir. Türkiye bu bölgenin merkez ülkesi olduğunu sürekli hatırlamalı iç barışı güçlendirecek kuşatıcı bir dil geliştirmelidir. Zira kendinizi anlamazsanız hiçbir zaman doğru düzgün bir çözümleme yapamazsınız. Hem ayrıca toplumsal sorunları anlamanın yolu insanları ve onların duygularını, motivasyonlarını ve kültürlerini anlamaktan geçmez mi?
Türkiye’nin bir kuşatma altında olduğu Suriye’de yaptığı operasyon sürecinde bir kere daha teyit edilmiştir. Yoksa çok açık bir tehdide karşı hiçbir gerekçesi olmaksızın Batı ve yandaşı bu kadar geniş bir kesim Türkiye’nin karşısında yer almazdı. Burada bir gerçeğin altını çizmek gerekir. Mevcut hükümet ve devletle sorunlu olanlar, yerel örgütler, her zaman ve her yerde olduğu gibi küresel iktidar çizgisinde beraber olmuşlardır. Türkiye’de muhalefetin durumu bunun çarpıcı bir örneğidir.
Bir diğer önemli nokta ise şudur; soğuk savaş döneminde kotarılan ve hâlâ varlığını sürdüren, küresel siyasetin dünya toplumlarını taşeron örgütler üzerinden tasarlama politikasının sonlarına geldiği gerçeğidir. Bundan sonra bu örgütler onların fazla işine yaramayacaktır. Irak’ın aksine Suriye’de yerli kitle içerisinde pek destekçisi olmayan DAEŞ bu açıdan tekrar geniş toprak hâkimiyeti kurma tehdidinden oldukça uzaktır. Lider kadrosundan ve mali kaynaklarından yaşadığı kayıplar
ile büyük güç kaybeden ve yavaş bir şekilde yeniden ayağa kalkmaya çalışan örgüt için şu an Suriye’de toprak hâkimiyeti başarılması zor bir hedeftir. Batı medyası istediği kadar YPG/PKK=Kürtler temalı haber yapsa da Suriye demografisi ve Suriye Kürtlerinin yapısı bunun aksini ispatlamaktadır. Suriye’de Afrin ve Ayn el-Arap’ta tarihi olarak PKK’ya kitlesel destekten söz edilebilirken Kamışlı, Amude, Rasulayn başta olmak üzere Kürt nüfusun yoğun olduğu önemli yerlerde PKK’nın
tarihi olarak oldukça zayıf olduğu görülmektedir. Bu tarihsel coğrafyaya “anlayarak” bakmanın imkânını ararken PYD’nin seküler anlayışının Kürt toplumsal hafızası içinde ciddi bir tahrifat meydana getirdiği göz ardı edilmemelidir. Bu süreçte bilhassa sivil kurumların, aşındırılan İslâmî şuuru ve anlayışı ıslah etmenin bir yolunu bulması gerekir.
Peş peşe gerçekleştirilen sınır ötesi askeri harekâtlarla önemli yer tutan Suriye savaşı çok sayıda yerli ve sınır ötesi aktörü barındırdığı için sonuçları ve seyri açısından çok dallı bir ağaca benzemektedir. Her aktör ve sonucu yorumlamak yüzlerce sayfalık metinler gerektirecektir. Türkiye’nin verdiği eğitim ve mühimmatlar ile son üç senede büyük bir değişim geçiren Suriye silahlı muhalefeti özellikle müzakere masasında caydırıcılığı ile Türkiye için bir koz olabilir. Elbette Barış Pınarı Harekâtı ile elde edilen netice işin sonuna gelindiğini göstermez. Hatta terör sorununun çözüldüğü anlamına da gelmez. Uluslararası siyaset gündeminin merkezini tutan ve yarattığı şok dalgalarıyla küresel kamuoyunu altüst eden bu harekâtla sadece Türkiye’nin önü açılmıştır, en önemlisi güneyinde projelendirilen PKK/PYD patentli bir Kürt devleti hayali sonlandırılmıştır. Türkiye hep bir kuşatma altında olacaktır. Bu durum taşıyacağı öngörülen tarihi misyona bağlı zorunlu
bir sonuçtur.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle
Umran