ARAÇSAL AKIL VE AHLÂKÎ YOZLAŞMA ARAKESİTİNDE DİNİN RUHU

 

      Editör                                Temmuz 2024, Sayı: 359, Sayfa: 1   

 Bir şeyin ruhu ona yön veren anlamlar, bir şeyin mahiyeti ise onu tanımlayan özelliklerdir. Yön verici anlamlarla tanımlayıcı özellikler arasında büyük fark vardır. Zira ilki bir şeyin değerlendirilmesinden ikincisi ise bir şeyin tanımlanmasından yahut tasvirinden ortaya çıkar. Varsayımları, iddiaları ve nihai amaçları neredeyse tüm modern Müslüman düşünürlerden farklı olan Taha Abdurrahman entelektüel birikimini, İslâm âleminin fikrî yönden içinde bulunduğu içler acısı durumdan çıkıp özlenen ve özenilen hâle gelmesinin imkânlarını aramaya, bulmaya ve onları fikrî projeler hâlinde sunmaya hasretmiştir.

Onun temel farkı, varlık, bilgi, ahlak ve siyaset gibi temel felsefi sorunlar üzerine, derinlikli ve hesabı verilmiş bütüncül bir paradigma inşa etmesidir. Taha Abdurrahman’ın kelam ilminin yeniden yapılandırılmasına, dinî amel ve aklın yenilenmesine, ahlaka, modernlik ruhuna, farklı bir felsefe yapma geleneğine vurgu yapan eserleri bu cezbedici entelektüel çabanın verimlerinden sadece birkaçıdır.

Modernliğin gerçekliği ile uygulamaları ayrımını, tefekkürün gerekleri ile amelin gereklerini birleştiren özel ilkelere dayandıran Taha Abdurrahman, yazdıklarıyla ve konuşmalarıyla rüşt sahibi bir eleştirmen olduğunu ortaya koymuştur. Bu birçok bakımdan önemlidir zira her eleştirmen rüşt sahibi değildir. Sekülarizm sarhoşluğu içinde sanki sekülerlik ondan uzak duran herkesin helak olduğu yeni bir dinmiş gibi sekülarizmi hayatın tüm alanlarında hâkim kılmaya çalışan araçsal aklın bendesi teologlar ne büyük kötülüğün binlerce insanı katlettiği Gazze ne insanlardaki merhamet yoksunluğunu arttıran göçmenlik karşıtlığı üzerine tek kelam etmiyorlar. Buna karşın son derece küstah bir dille fıkhın usûl ve fürû boyutunu teknik bir araştırmanın ötesinde entelektüel bir düzlemde değerlendirmeden şeriatı dillerine dolamaktan geri kalmıyorlar. Daha iyi olmanın yolunu aramak yerine çoğu zaman yaptıkları gibi İslâm’a dair oryantalist dezenformasyonun kayığına biniyorlar.

Şurası kesin ki günden güne eyyamcı sarhoşluklarına dalan bu teologların hakikatin gereklerine öncelik verdikleri söylenemez. Aslında onların durumu, İslâm dünyasının uzun yıllar Batılı hegemonyacı bilgi biçimlerine karşı savunmasız kalmasından kaynaklanmaktadır. Hegemonyanın tesirleri ise neresinden bakılırsa bakılsın bir hüsran, bir devamsızlık ve nihai olmayan bir kopuş hikâyesi anlatır. İslâm dünyasındaki felsefe pratiğini yeniden biçimlendirme girişimiyle farklılaşan Taha Abdurrahman’ın ilk Müslüman filozofların Yunan felsefesine karşı sergiledikleri yanlış tavrı, çağımızdaki Müslüman düşünürlerin de modern Batı felsefesine karşı sergilediğini söylemesinin ne kadar isabetli olduğunu daha iyi kavrıyoruz.

Değerli, anlamlı ve güçlü argümanlarıyla öne çıkan Taha Abdurrahman, çağdaş entelektüellerin İslâm düşünce geleneğiyle yakın ilişki kurma sürecindeki başarısızlıklarına ve İslâm âleminin karşılaştığı entelektüel ve yapısal sorunların temelindeki taklitçi modernliğe özellikle dikkat çeker. Batı modernliğinin altında yatan hegemonyacı tasarıyı ve bu görüşü aklın süzgecinden geçirmeden benimseyen İslâm düşünürlerini de eleştiriye tabi tutmaktan kaçınmaz. Bu taklidin Müslümanlara zarar verdiğini ve diğer sorunlarla beraber İslâm felsefesinin yoksullaşmasına yol açtığını ileri sürer.

Müstemlekeci Batı düşüncesini taklit etmenin Müslümanlar için trajik ve ağır bir bedeli vardı. Çünkü bu taklit sadece onların kendi geleneklerine yabancılaşmasını değil, aynı zamanda çarpık bir Müslüman şahsiyeti de beraberinde getirdi. Dolayısıyla “İslâmî kriz” kavramına odaklanan önceki yenilikçilerin aksine Taha Abdurrahman bu görüşü tersine çevirir. Ona göre, bugün Müslümanların karşılaştığı sorunlar İslâm’dan değil, dış etkenlerden kaynaklanır, bunlardan en önemlisi İslâm dünyasının Batı’nın baskın bilgi biçimlerine bağımlılığıdır. Dolayısıyla düşünceleri, İslâm tarihinden modern hayat tarzına uymayı tasdikleyecek bir yorum çıkarmaya çalışanların reddini içerir. Elbette mevcut bilgi anlayışlarının ve düşünce biçimlerine dair eleştirel müdahalelerde bulunmanın değerinin bilincindedir.

Şüphe yok ki bu çerçevede Taha Abdurrahman okumalarının önündeki en büyük engel, dogmatik ve şartlanmış sekülarist bilinçtir. Bu ‘bilinç’, sadece kendilerini laik diye tanımlayan kitle ile de ilgili değildir. Hisle kavranan dünya türünden yalınkat bir dünyanın dokunduğu herkes bir şekilde bunun parçasıdır. Abdurrahman’ın metafizik temele dayalı ahlak öğretisi logostan praksise ve eyleme bir dönüşümü ifade eder. Bu çerçevede Abdurrahman’ın paradigmasını ahlakı merkeze alan bir eylem teorisi şeklinde okumak gerekir.

Taha Abdurrahman’ı Batılı okurlarla tanıştıran Wael B. Hallaq onun çalışmasının, ahlakın İslâm’ın merkezî alanını meydana getirdiği gerçeğinin en güçlü kanıtı olduğunu belirtir. İslâm’ı liberal yahut diğer modernist düşünce kategorileriyle rasyonelleştirmenin anlamı üzerine kafa yoran Hallaq, Müslüman entelektüellerin, liberal olsun ya da olmasın Avrupa-Amerikan geleneğinde liberalliğe getirilen radikal eleştiriyi anlayıp takdir etmekte henüz yeterli düzeye gelemediği görüşünde haklıdır. Hallaq, çağdaşlarının çoğunun aksine Abdurrahman’ın neyi temsil ettiğinin farkındadır. Günümüzde insanların her şeyin suçunu devlete, şirketlere, ordulara, endüstrilere ve -çevremizi ve parçalı insanlar olarak bizi yıkıma uğratan- sistemlere attıklarının da. Çünkü bizim tüm bu yapılara nispet ettiğimiz problemlerin derin sebepleri, son tahlilde bireysel insani özneler olarak kendi mahiyetlerimizde yatar.

Çağdaş dünyanın genel durumuna baktığımızda pek çok alanı birbirinden ayıran, parçalayan Batılı modernliğin, bütün ilerleme, gelişme ve iyiye gitme vaatlerine rağmen insanlığı ahlaki bir krizin içine düşürdüğü ortadadır. Hâl böyle olmasına karşın Batılıların dikkatini, Müslümanlar arasında süren, İslâm’ın neyi yasakladığı, neye izin verdiği ya da neyi savunduğu hakkındaki tartışmalara vermesi manidardır. Taha Abdurrahman, emsalsiz bir ahlak bilgisinin, ahlak üzerine derin düşünmenin ya da güçlü bir ahlak felsefesi yapmanın ahlaklılık olmadığını savunur. Onun tanımında ahlak, insanın melekelerinde meydana gelen değerlerin eylemle buluşmasıdır. Bugün sorumlu okuyucunun; alışageldiği, başarıya ulaştırmayan ilmî durgunluktan kurtulması gereklidir. Sahip olduğu ihsanı yenilemek ve sürekliliğini güvence altına almak istiyorsa gücünün son raddesine kadar kendisi ile mücadele etmelidir.

Taha Abdurrahman’ın sağlam/kesin bilgiye dayanan ve modern öznenin varoluşsal küstahlığının zıddı olan teklifi ahlaki çizgiye dayanan eksiksiz bir hayat tarzı sunar. Çünkü bakış açısı ve eylemleri ahlakla şekillenen insan, yaratılan her şeye alçakgönüllülükle hürmet eder. Bu sebeple Abdurrahman’ı dikkatle okumak, onun düşünceleriyle hemhâl olmak, bu çağda yaşayan Müslümanlar olarak kendimizi yeniden düşünme sürecinde yararlı olacaktır. Muhakkak ki en iyisini Allah bilir.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.                    

Umran


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353