Dar Alanda / Bir Tutam Din Eğitimi

 

Din eğitimi/ögretimi ya da eski ifadesiyle dinî tedrisât Osmanlı’nın son yıllarından
beri tartışılan bir konu. Cumhuriyetin hemen ertesinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nun 4.maddesi, “Maarif Vekaleti, yüksek dîniyât mütehassısları yetiştirmek
üzere Dârülfünûn’da bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemât-ı dîniyenin
ifası vazifesi ile mükellef memurların yetişmesi için de ayn mektepler küşâd
edecektir” şeklindeyse de uygulama farklı olmuş, dini eğitim verme önceliği bulunan
medreseler kapatılmış, o gün-bugündür de okullarda din derslerinin nasıl okutulacağı
tartışılıp durmuştur.
Bugünlerde ise, gerek AB süreci bağlamında gerekse yıllardır devam eden tartışmaların
bir sonucu olarak din eğitimi/öğretiminde ve İlköğretim Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi müfredatında yeni bir aşamaya gelindiği anlaşılıyor. “Din eğitimi”ni,
başmdan beri vahyî gerçeklikten ve İslam’ın asli kaynaklarından hareketle değil de,
“din”in etld alanım daraltarak onu kontrol altına almak amacıyla sağmı-solunu
budayıp tanınmaz hale getirdiği din bilgilerini ve halkın manevi değerlerinden kopuk
ahlak bilgilerini sunmak biçimde yapılandıran sistem, Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi derslerini şimdi “din öğretimi” adı altında iyice sınırlandırmak ve hayatın dışına
itmek istiyor.
İşte burada can alıcı sorularla karşılaşıyoruz: Son yıllarda okul zorbalığı, şiddet,
fuhuş, alkolizm ve uyuşturucu iptilası biçiminde açığa vuran gençhğin ıstırabına
ve bunahmına, acaba bu azaltılmış, daraltılmış, tabir yerindeyse kuşa çevrilmiş bir
tutam din kültürü-ahlak bilgisi ile mi çare aranacak? Yoksa, ‘çocuklara her dinden
bir şeyler öğreterek seçimi onlara bırakacağız’ mantı(ksızlı)ğıyla sanki ‘dinler tarihi
uzmanı’ olacak(!) yavrularımızın körpe dimağlarını iyice çorbaya çevirerek mi onların
derdine deva olacağız? Kur’ân’dan ve “Din”den biraz haberdar olanların -A.Dilipak’ın
ifadesiyle- ‘bu din benim Din’im değiV diyeceği bir müfredatla onlara nasıl
bir dinî ve ahlakî duruş kazandırılabilir? Ayrıca, ‘bu derslerin içeriği veya zorunlu
olup olmaması beni ilgilendirmez; ben kendi evimde çocuğuma istediğim terbiyeyi
verebilirim’ şeklindeki bireyselci çözümler de gerçekten çözüm müdür?
Evet, bütün bunlar, mümin zihinlerin, üzerinde ciddiyet ve hassasiyetle yoğunlaşması
ve çözüm bulması gereken soru(n)lardır. Derginiz Ümran, 2007’nin bu ilk
sayısında ‘‘Din EğitimV’nden “Din ÖğretimV’ne geçiş sürecini köklü bir değerlendirmeye
tabi tutarak; seküler öncelikli eğitim/öğretim sistemirü, Rabb’i ‘mürebbi’
kabul eden köklü terbiye sistemimiz ekseninde yeniden yapılandırmayı öneriyor.
Bu çerçevede Mustafa Aydın özelde eğitimin genelde ise sistemin tıkandığını, Ahmet
Gündoğdu, bu tıkanıklığın sebebinin ideolojik yaklaşım, Mustafa Öcal ise din
eğitiminin kısıtlanması olduğunu temellendiriyor. Asım Öz de din eğitimi tartışmalarındald
üç ayn yaklaşımı masaya yatırıyor. Abdullah Yıldız mevcut eğitimin nasıl
“terbiye” edilebileceğini araştırırken Ömer Özyılmaz da çocuklarımızı uyuştunıcu
ve şiddet batağından kurtarmanın imkanlarını anahz ediyor. Yıldırım Canoğlu
’nun kapsamlı gençlik araştırması ve Mustafa Aldı’nm çocuklara yönelik dini kitapları
ilk kaleme alan Yaşar Kandemir üzerine analizi konuyu bütünlüyor.
Ayrıca; Son günlerde iyice kızışan cumhurbaşkanlığı savaşımn boyutlarmı kavramak
için A. Cemil Ertunç’un yazısını kaçırmamanızı tavsiye ediyor, A.Yıldız’m
Hayreddin Karaman’la yaptığı geçmişten geleceğe muhabbetini de ıskalamayacağınızı
umuyoruz.
Dergi elinize geçtiğinde belki geçmiş olacak ama, tüm okurlarımızm Kurban
Bayramını tebrik ediyor, yeni Ümranlarda buluşmayı diliyoruz.

 

EDİTÖR                                                             Ocak 2007, Sayı:149, Sayfa:1

Din eğitimi/ögretimi ya da eski ifadesiyle dinî tedrisât Osmanlı’nın son yıllarındanberi tartışılan bir konu. Cumhuriyetin hemen ertesinde çıkarılan Tevhid-i TedrisatKanunu’nun 4.maddesi, “Maarif Vekaleti, yüksek dîniyât mütehassısları yetiştirmek üzere Dârülfünûn’da bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemât-ı dîniyenin ifası vazifesi ile mükellef memurların yetişmesi için de ayn mektepler küşâdedecektir” şeklindeyse de uygulama farklı olmuş, dini eğitim verme önceliği bulunan medreseler kapatılmış, o gün-bugündür de okullarda din derslerinin nasıl okutulacağı tartışılıp durmuştur. Bugünlerde ise, gerek AB süreci bağlamında gerekse yıllardır devam eden tartışmaların bir sonucu olarak din eğitimi/öğretiminde ve İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatında yeni bir aşamaya gelindiği anlaşılıyor. “Din eğitimi”ni, başından beri vahyî gerçeklikten ve İslam’ın asli kaynaklarından hareketle değil de, “din”in etki alanını daraltarak onu kontrol altına almak amacıyla sağını-solunu budayıp tanınmaz hale getirdiği din bilgilerini ve halkın manevi değerlerinden kopuk ahlak bilgilerini sunmak biçimde yapılandıran sistem, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini şimdi “din öğretimi” adı altında iyice sınırlandırmak ve hayatın dışına itmek istiyor. İşte burada can alıcı sorularla karşılaşıyoruz: Son yıllarda okul zorbalığı, şiddet, fuhuş, alkolizm ve uyuşturucu iptilası biçiminde açığa vuran gençliğin ıstırabına ve bunalımına, acaba bu azaltılmış, daraltılmış, tabir yerindeyse kuşa çevrilmiş bir tutam din kültürü-ahlak bilgisi ile mi çare aranacak? Yoksa, ‘çocuklara her dinden bir şeyler öğreterek seçimi onlara bırakacağız’ mantı(ksızlı)ğıyla sanki ‘dinler tarihi uzmanı’ olacak(!) yavrularımızın körpe dimağlarını iyice çorbaya çevirerek mi onların derdine deva olacağız? Kur’ân’dan ve “Din”den biraz haberdar olanların -A.Dilipak’ın ifadesiyle- ‘bu din benim Din’im değil diyeceği bir müfredatla onlara nasıl bir dinî ve ahlakî duruş kazandırılabilir? Ayrıca, ‘bu derslerin içeriği veya zorunlu olup olmaması beni ilgilendirmez; ben kendi evimde çocuğuma istediğim terbiyeyi verebilirim’ şeklindeki bireyselci çözümler de gerçekten çözüm müdür? Evet, bütün bunlar, mümin zihinlerin, üzerinde ciddiyet ve hassasiyetle yoğunlaşmasıve çözüm bulması gereken soru(n)lardır. Derginiz Umran, 2007’nin bu ilk sayısında ‘‘Din Eğitimi’nden “Din Öğretimi’ne geçiş sürecini köklü bir değerlendirmeye tabi tutarak; seküler öncelikli eğitim/öğretim sistemini, Rabb’i ‘mürebbi’ kabul eden köklü terbiye sistemimiz ekseninde yeniden yapılandırmayı öneriyor. Bu çerçevede Mustafa Aydın özelde eğitimin genelde ise sistemin tıkandığını, Ahmet Gündoğdu, bu tıkanıklığın sebebinin ideolojik yaklaşım, Mustafa Öcal ise din eğitiminin kısıtlanması olduğunu temellendiriyor. Asım Öz de din eğitimi tartışmalarındaki üç ayrı yaklaşımı masaya yatırıyor. Abdullah Yıldız mevcut eğitimin nasıl “terbiye” edilebileceğini araştırırken Ömer Özyılmaz da çocuklarımızı uyuştunıcu ve şiddet batağından kurtarmanın imkanlarını analiz ediyor. Yıldırım Canoğlu’nun kapsamlı gençlik araştırması ve Mustafa Aldı’nın çocuklara yönelik dini kitapları ilk kaleme alan Yaşar Kandemir üzerine analizi konuyu bütünlüyor. Ayrıca; Son günlerde iyice kızışan cumhurbaşkanlığı savaşının boyutlarını kavramak için A. Cemil Ertunç’un yazısını kaçırmamanızı tavsiye ediyor, A.Yıldız’ın Hayreddin Karaman’la yaptığı geçmişten geleceğe muhabbetini de ıskalamayacağınızı umuyoruz. Dergi elinize geçtiğinde belki geçmiş olacak ama, tüm okurlarımızın Kurban Bayramını tebrik ediyor, yeni Umranlarda buluşmayı diliyoruz.


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353