EDİTÖR Ocak 2007, Sayı:149, Sayfa:1
Din eğitimi/ögretimi ya da eski ifadesiyle dinî tedrisât Osmanlı’nın son yıllarındanberi tartışılan bir konu. Cumhuriyetin hemen ertesinde çıkarılan Tevhid-i TedrisatKanunu’nun 4.maddesi, “Maarif Vekaleti, yüksek dîniyât mütehassısları yetiştirmek üzere Dârülfünûn’da bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemât-ı dîniyenin ifası vazifesi ile mükellef memurların yetişmesi için de ayn mektepler küşâdedecektir” şeklindeyse de uygulama farklı olmuş, dini eğitim verme önceliği bulunan medreseler kapatılmış, o gün-bugündür de okullarda din derslerinin nasıl okutulacağı tartışılıp durmuştur. Bugünlerde ise, gerek AB süreci bağlamında gerekse yıllardır devam eden tartışmaların bir sonucu olarak din eğitimi/öğretiminde ve İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatında yeni bir aşamaya gelindiği anlaşılıyor. “Din eğitimi”ni, başından beri vahyî gerçeklikten ve İslam’ın asli kaynaklarından hareketle değil de, “din”in etki alanını daraltarak onu kontrol altına almak amacıyla sağını-solunu budayıp tanınmaz hale getirdiği din bilgilerini ve halkın manevi değerlerinden kopuk ahlak bilgilerini sunmak biçimde yapılandıran sistem, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini şimdi “din öğretimi” adı altında iyice sınırlandırmak ve hayatın dışına itmek istiyor. İşte burada can alıcı sorularla karşılaşıyoruz: Son yıllarda okul zorbalığı, şiddet, fuhuş, alkolizm ve uyuşturucu iptilası biçiminde açığa vuran gençliğin ıstırabına ve bunalımına, acaba bu azaltılmış, daraltılmış, tabir yerindeyse kuşa çevrilmiş bir tutam din kültürü-ahlak bilgisi ile mi çare aranacak? Yoksa, ‘çocuklara her dinden bir şeyler öğreterek seçimi onlara bırakacağız’ mantı(ksızlı)ğıyla sanki ‘dinler tarihi uzmanı’ olacak(!) yavrularımızın körpe dimağlarını iyice çorbaya çevirerek mi onların derdine deva olacağız? Kur’ân’dan ve “Din”den biraz haberdar olanların -A.Dilipak’ın ifadesiyle- ‘bu din benim Din’im değil diyeceği bir müfredatla onlara nasıl bir dinî ve ahlakî duruş kazandırılabilir? Ayrıca, ‘bu derslerin içeriği veya zorunlu olup olmaması beni ilgilendirmez; ben kendi evimde çocuğuma istediğim terbiyeyi verebilirim’ şeklindeki bireyselci çözümler de gerçekten çözüm müdür? Evet, bütün bunlar, mümin zihinlerin, üzerinde ciddiyet ve hassasiyetle yoğunlaşmasıve çözüm bulması gereken soru(n)lardır. Derginiz Umran, 2007’nin bu ilk sayısında ‘‘Din Eğitimi’nden “Din Öğretimi’ne geçiş sürecini köklü bir değerlendirmeye tabi tutarak; seküler öncelikli eğitim/öğretim sistemini, Rabb’i ‘mürebbi’ kabul eden köklü terbiye sistemimiz ekseninde yeniden yapılandırmayı öneriyor. Bu çerçevede Mustafa Aydın özelde eğitimin genelde ise sistemin tıkandığını, Ahmet Gündoğdu, bu tıkanıklığın sebebinin ideolojik yaklaşım, Mustafa Öcal ise din eğitiminin kısıtlanması olduğunu temellendiriyor. Asım Öz de din eğitimi tartışmalarındaki üç ayrı yaklaşımı masaya yatırıyor. Abdullah Yıldız mevcut eğitimin nasıl “terbiye” edilebileceğini araştırırken Ömer Özyılmaz da çocuklarımızı uyuştunıcu ve şiddet batağından kurtarmanın imkanlarını analiz ediyor. Yıldırım Canoğlu’nun kapsamlı gençlik araştırması ve Mustafa Aldı’nın çocuklara yönelik dini kitapları ilk kaleme alan Yaşar Kandemir üzerine analizi konuyu bütünlüyor. Ayrıca; Son günlerde iyice kızışan cumhurbaşkanlığı savaşının boyutlarını kavramak için A. Cemil Ertunç’un yazısını kaçırmamanızı tavsiye ediyor, A.Yıldız’ın Hayreddin Karaman’la yaptığı geçmişten geleceğe muhabbetini de ıskalamayacağınızı umuyoruz. Dergi elinize geçtiğinde belki geçmiş olacak ama, tüm okurlarımızın Kurban Bayramını tebrik ediyor, yeni Umranlarda buluşmayı diliyoruz.