Editör Ekim 2018, Sayı: 290, Sayfa: 1
Uzun zamandan beri en ciddi sorunumuz kapitalist ilişki biçimleri İslâmî olanı, iktisadımızı, siyasal hayatımızı yönlendiriyor. Kapitalist dünya sisteminin Türkiye’yi, İslâm ülkelerini yönlendirmesine, yönetmesine ses çıkarsak bile ciddi bir alternatif üretemiyoruz. Kendi değerlerinizden neşet etmiş bir modeliniz olmadığı sürece yapılacak
çalışmalar, küresel finans sisteminin değirmenine su taşımaktan öteye geçmeyecektir. Geldiğimiz noktada, artık ciddi bedeller ödeyerek değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir yapıyla bu sıkıntılardan kurtulmak mümkün olacaktır.
Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı durumu, salt Türkiye’nin ekonomik yapısı ile ilgili görerek bir değerlendirme yapılması yanlıştır. Şüphesiz bunun da altında iktisada, modern rasyonaliteye ve teknik dünyaya duyulan sonsuz güven var aslında. İktisat disiplininin yaşadığımız dünyayı köklü bir sorgulamaya tabi tutacakdüşünsel bir olanak sunduğunu söylemek güçtür. İktisat, felsefeden dolayısıyla düşünceden uzaklaştığı müddetçe
bilimselleşeceğini kabullenen bir sosyal bilimdir. Bu nedenle doğa bilimlerini taklit ederek bilimsellik iddialarını sürdürmüştür. Doğa bilimlerine benzer bir kesinlik idealine ulaşmaya çabalayarak bilimsel rüştünü ispat etmeye çalışmıştır.
Kapitalizmin karakteri söz konusu olduğunda ister iktisat isterse de genel sosyal teori bağlamında algılanışına ilişkin birbirini büyük ölçüde tamamlayan ama hayli çeşitlenmiş tasvirleri görülür. Bu bağlamda geçmişte gerek ABD’de gerekse Avrupa’da kapitalizmin aşırılıklarını törpüleyen düşünceler ve politikalar ileri sürülmüştü. Mesela
ana akım iktisat ders kitabı anlatısında Keynes, 1929’da büyük bir bunalıma girmiş ekonominin bu bunalıma neden girdiğini ve kendi kendine bu bundan neden çıkamayacağını, bu çıkışın yollarının neler olduğunu göstermiş isimdir. Ekonomi politiğin Keynes’i ise piyasa sisteminin süreklilik arz eden zaaflarına karşı, mantıksal zeminde
devletin müdahale alanına cevaz vermiş, bu sayede refah devletin uygulamalarının teorik meşruiyetini sağlamış olan isimdir. Hatta bu yönüyle, kapitalizmin yeniden bölüşümcü bir müdahaleye konu edilip daha yaşanabilir bir düzene dönüşmesini sağlamıştır. Marksist ekonomi politik için Keynes, 1929 kriziyle en derin bunalımını yaşayan
kapitalizmin, tutarlı bir devlet teorisiyle yeniden inşasını en rafine ve zekice bir şekilde sağlayan isimdir.
Bir başka düşünür Veblen ise, aylaklığı, miskinlik ve uyuşukluk olarak değil de zamanın üretken olmayan tüketimi anlamında kullanır. O, bireysel mülkiyetin zuhuruyla birlikte ortaya çıkan aylak sınıfın tarihsel seyrini izleyip, kapitalizmin aylak sınıfının eleştirisini oldukça keskin bir üslupla yapar. Gösterişçi tüketimin modern dünyadaki
tezahürlerini ortaya koyar. Ayrıca kapitalizmi parasal güçler olarak tasvir ettiği işletme ile üretici güçler olarak tanımladığı endüstri arasındaki dinamik bir zıtlaşma üzerinden ele alır. Parasal güçler yalnızca paradan para kazanma peşinde olan ve faaliyetleri özünde spekülatif olan güçlerdir. Bunlar kârlarını artırmak için gerektiğinde
üretimi dahi sabote ederler. Kapitalizme yönelik entelektüel hücumunu en sert şekilde üretkenlikten kopan bir finansallaşmanın belirleyici olduğu boyutuna yöneltmek gerektiği gün geçtikçe daha da önemli hale geliyor. İktisatçılığı modern dönemde gelişmiş disiplinlerden bir disiplin, insanın iktisadi dünya hakkında bilgilenmesini sağlayan bir bilim dalı olarak görmek yerine, iktisatçılığın ontolojik imasına vurgu yapmak gerektiği gün gibi ortada artık. Bu yüzden iktisatçılar kapitalden bahsederken, bir uzmanlık bilgisi aktarımında bulunuyormuş gibi davransalar da, aslında son derece ontolojik bir talebi dillendirmektedirler.
Kapitalist sistemi durmadan, yorulmadan bir yenilenme havasında tutmakta olan faktörler, eski faktörleri yok etmekte, yenilerini yaratmaktadır. Teknolojiyle kapitalizm arasındaki ilişki Schumpeter ve Galbraith gibi önemli sosyal bilimcilerin de ortak ilgi odağıdır. Bu “yaratıcı yıkım gelişimi” kapitalizmin esas temelidir. İster istemez
her kapitalist girişimci er geç bu gelişime uymak zorundadır. Bugün, Batılı dünyanın içerisini ve/veya dışarısını hem netleştirmenin hem de onu aşacak düşüncenin yurtlandığı yerin neresi olacağının da belirsiz olduğunu söylemek gerekir. Bu belirsizlik içinde endüstriyel düzeni aşmak isteyenlerin ise bu düzenin neresinde olduklarını veya düzenle dertlerinin nedenli olduğunu maalesef bilemiyoruz.
Şurası son derece açık; kendini tehdit eden, eleştiriyi de teşvik eden “yenilikçi kapitalizm” dışında, ne içinde yaşadığımız teknik dünyayı ne de onun ekonomik yansımalarını felsefi düzeyde sorgulayacak köklü düşünceler geliştirilmiyor. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik açmaz bir zihniyet değişimiyle ortadan kalkacak cinsten.
Yeni sayımızda buluşmak ümidiyle…
Umran