Editör Kasım 2009, Sayı: 183, Sayfa: 1
Tanzimat’ın ilanından 170 sene geçmiş olmasına rağmen onun tarih olduğunu söylemek mümkün değildir. O, etkileri, devam eden kurum ve gelenekleriyle yaşamakta ve bu yüzden hala tartışılmaya devam etmektedir.
Tanzimat, yönünü Batı’ya çevirmiş ıslahat hareketlerinin remzidir. Bir yönüyle tarih olmuş ama birçok veçhesiyle de yaşamaya devam eden sembolüdür. Dolayısıyla Tanzimat’ın neyi, nasıl tanzim ettiği kadar ıslahat hareketlerinin de neyi, nasıl tanzim etmeye devam edeceği konuşulmalıdır.
Bugün birçok meseleyi tartışırken onların Tanzimat’la başlayan bir sürecin içinden geldiğini hatta Tanzimat’la birlikte neşet ettiğini unutuyoruz. Olayları hep, şu an içinde yaşadığımız fiziki ve zihinsel şartlarda doğmuş ve gelişmiş kabul ediyoruz. Bu ise problemleri işin içinden çıkılmaz hale getirmeye yetiyor.
Sorunlarımızı, tarihi kökenlerine inmeden ve biz kimiz sorusunu berraklaştırmadan çözemeyiz. Birçok sorunumuzun kökeninde modernleşme tecrübemizin yatıyor olması, Tanzimat’ı önemini kaybettirmeyecek bir mesele haline getiriyor.
Osmanlı ıslahat hareketleri içinde hiçbiri Tanzimat kadar toplumun kimliği üzerinde derin izler bırakmadı. Osmanlı ileri gelenleri modernleşme girişimlerini, düzeni eski’ye, “şer’i şerif”e uydurmayı ısrarla vaat ederek gerçekleştirdi. Ancak çok kısa bir süre sonra Osmanlı topraklarında geleneksel kurum ve güçler sığlaştı, irtifa kaybetti. Laik, pozitivist ve sun’i kurum ve güçler önce eskiye eşlik etti ardından onu saf dışı bıraktı. Cumhuriyet’e gelene kadar, onun temelleri, kurumları, kadroları Tanzimat’tan itibaren hazırlanmış oldu.
Cumhuriyet bir karşıtlığın, eski ile yeni’nin mücadelesinin neticesinde kurulmuştu ve bu ortamın duygusal etkileri çok tazeydi. Aradan geçen zaman içinde hem uluslar arası ilişkiler hem kültür hem de toplumun Müslüman karakteri gibi başlıklar etrafında bile düşünüldüğünde Türkiye’nin sorunlarının “eski”ye bütünüyle bir reddiye çekilerek çözümlenemeyeceği ortaya çıkmıştır. Tanzimat’tan günümüze kadar “eski” adı altında Müslüman halkın değerleri, inanç ve kurumları kötülenmiş, saf dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
Tanzimat, bozulan işleyişi düzenleme gayreti olarak yansıtılmakla birlikte kendi kimliğini batılı değerler üzerinden ıslah etme projesi olarak işletildi. Oysa bugün, “eski”nin, Tanzimat’ın getirdiği “yeni”yi bir gölge gibi takip ettiği hatta “çevre”de biriktirdiği potansiyeli idareye, toplum hayatına yansıttığı bir dönemi yaşıyoruz. Müslüman halkın inançları ile kavgalı bir sistemin yürümeyeceği elan gün gibi ortadadır. Ulus devletlerin kağıt üstünde çizdiği sınırlar, insanlar arasına çekilememiş ve Osmanlı hinterlandında bu ilişkiler güçlenerek devam etmiştir. Bugün Tanzimat’ın 170. sene-i devriyesinde, Tanzimatçıların yıktığı düşünülen şeyler bütün cesametiyle varlığını sürdürmektedir.
Tanzimat trajik bir sürecin adıdır, bu trajediyi “eski” ve “yeni”nin taraftarlığı ya da karşıtlığı şeklinde bir yarış içinde sürdürmenin anlamsızlığı ortadadır. Tanzimat’ın ürettiği sun’i süreç, toplumsal gerçekleri görmezden gelen bir yönetim anlayışının ürünü olarak günümüze kadar taşındı. Bugün din-devlet-toplum ilişkileri başta olmak üzere toplumsal gerçeklerle, yıllardır yok edilmeye çalışılmış toplumun kodlarıyla tekrar yüzleşiliyor; bu bağlamda başörtüsü sorunu, Kürt ve Ermeni sorunu gibi problemler Türkiye’nin kimlik sorununun bir parçasıdır ve bu da Tanzimat döneminin bir ürünüdür.
Modernleşme sürecinin sancıları devam ediyor. Basit şekli düzenlemeler ya da heveslerin değil bir kimlik arayışının ve kendi olamamanın sancılarıdır bunlar. Türkiye hâlâ kendi’ne gelememiştir ve bu ülkenin dokusuna uygun asli kimliğinin inşası için söylenecek daha çok söz vardır; Tanzimat’ın 170. Yılı’nda…