Umran Dergisi 330. Sayı Çıktı!

 

                                        İSLÂMCILIK NASIL ELE ALINMALI?                                                Mevcut Durum, İhtilaflı Perspektifler ve Eleştirel Değerlendirmeler

     Güç, irade ve eylem kavramları üzerinde duran merhum mütefekkir Cevdet Said, Müslümanların afaki ve enfüsi ayetler üzerinde tefekkür ederek bir çıkış yolu bulmaları için neler yapmaları gerektiğini anlattı eserlerinde. İslâm’ın inanç, ahlak, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam manasıyla uygulanmasını içeren İslâmcılığın hakkıyla kavranabilmesi bir yönüyle onun da içinde bulunduğu ıslah çabalarının dikkate alınmasını gerekli kılar.

     Bilindiği üzere İslâmcılık hakkında, akademide, görsel ve yazılı basında, internette, köşe yazılarında, düşünce tarihçileri ve siyasetçiler arasında keskin bir biçimde şekillenmiş görüşler mevcut. Ayrıca pek çok kişi sevinçle kavramın işaret ettiği durumun ölüm fermanını kaleme almış ya da yenildiğini kabullenmiş durumda. Altını çizmek gerekir ki İslâmcılık, Cumhuriyet döneminin baskıcı din politikası nedeniyle Türkiye’de 1960’lara kadar yarım yüz yılı aşkın bir zaman içinde özel olarak siyasi alanda hiçbir etkiye sahip olmadı. Kavramın, olumlu veya olumsuz her kullanımında, mutlaka İslâm’la ve Müslümanların iş ve eylemleri dolayısıyla hayat tarzıyla irtibat kuruldu. Bu ise ister düzenin tümüyle yabancılaştığı erken Cumhuriyet devrinde isterse 28 Şubat 1997’deki gibi tüm sindirme girişimlerine karşı toplumumuzun, hep içinde tutku olarak taşıdığı bir öze dönüş süreci yaşadığını göstermektedir.

     Geniş bir yelpazede çeşitli biçimlerde kullanılan İslâmcılık Türkiye’de bilhassa seküler kamusal söylemde baskın bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Kamusal alanın 2010’lu yıllardan itibaren daha bariz hâle gelen farklılaşması İslâmcılığın anlamını çeşitli boyutlardan ele alma sürecini ama aynı zamanda bayağı ve banal kullanımlarını hızlandırdı. Siyasi ve sosyal hayattaki tüm yanlışların İslâmcılara mal edilmesiyle doğrudan İslâm’a ve Müslümanlara saldırma cesaretine sahip olmayan çevrelerin intikamlarını İslâmcılık üzerinden aldıklarına şahitlik ettik. Şüphesiz İslâmcılık, sadece İslâmî duyarlılıktan ibaret görülemeyeceği için yöntem, düşünce ve hareket tarzları açısından birbirinden farklı düşünebilen kişilerin dâhil olduğu geniş anlamlı şemsiye bir kavramdır. Dolayısıyla tek bir İslâmcılık hareketi veya düşüncesi varmış gibi bir değerlendirmede bulunup topyekûn bir yargılamayla birtakım sonuçlara varmak mümkün değildir.

     Son yıllarda İslâmcılığın Türkiye tecrübesinin başarısızlıkla sonuçlandığı söylentisinden yola çıkılarak “kaybettik” ya da “yenildik” türünden serzenişlerle sıklıkla karşılaşılıyor. Bunu genellikle ‘safdil’ İslâmcılar ve onların çevresindekiler dillendiriyor ama söylemin yaygınlaşmasından ideolojik yarar uman bazı laik kesimlerin bulunduğu da nazarı itibara alınmalıdır. Buna karşın böylesi çevrelerin ekseriyetinde entelektüel derinlik zaafının sonucu olan ufuk darlığının üstesinden gelmek için ne yazık ki, herhangi bir çaba gösterdiklerine de şahitlik edemiyoruz. Küresel ölçekli gelişmeler de vesile kılınarak propagandası yapılan mevzubahis söylentinin kritiğe tabi tutulması gerekiyor. Belirtilmelidir ki İslâmcılıkla ilgili tavır ve anlayışların, tecrübelerin “yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz” babında tutarlı özeleştirileri önemlidir. Tenkidi ibadet telakki eden Müslümanlar nezdinde emri bilmaruf nehyi anilmünker, tefekkür, muhasebe, tezkiye, tezekkür, istişare ve şûra kavramlarının bulunmadığı bir hayat düşünülemez.

     Esasen İslâmcılık, ıslah kavramı ve sorumluluğu içinde değerlendirilecek bir olgudur. Islah, kimlikteki ve yapıdaki bozulmayı yeniden fıtratla ve vahiyle buluşturmak çabasını içeren yeniden diriliş anlamına gelir. Bu ise tarihî tecrübemizin gösterdiği üzere “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafere” işaret eder.  Ne var ki ah vah ederek “kaybettik” veya “yenildik” diye sızlanan, dahası çözülme ve yabancılaşma yaşayan bazı kişi ve çevrelerin durumu İslâmî emir ve nehiyleri hayata taşıma ve elan Müslümanların hatalarını kardeşlik hukuku çerçevesinde eleştirme hassasiyetinden çok uzakta. Âdeta akıllarını Batı’ya/batıla kiraya vermiş gibi tavır geliştiriyorlar, dönüp kimin yanında durduklarına, kimlerle saf tuttuklarına bakmıyorlar. Türkiye’deki ve küresel sistemdeki ekonomik ve siyasi ilişkilerinde mevcut durumu aşmaya çalışan Müslüman kimliğinden kurtularak daha rahat ve esnek davranabilmek için İslâmcılıktan uzak durmayı veya bu olguyu yok saymayı marifet sanmaktadırlar!

      İslâmî mücadele süreçlerinde yer alan Müslümanların bugün yılgınlık, çözülme ve mevcudu aşmayı içeren üç hâl içinde bulundukları belirtilebilir. Modern dünyaya, iktisadi düzene, fıtrata savaşa açanlara yeni ve yetkin cevaplar üretme ve onu aşma çabalarının, istikametini koruyan ve özgünlüğünü bağımsız kılmaya çalışanlarla gerçekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla İslâmcılar, reel politikanın açmazlarıyla uğraşan bir kilitlenmeyi aşıp, İslâmlaşma veya İslâmî bilinçlenme sürecini yeni şartlar karşısında yenileyecek yapıcı özeleştiri ve tutarlı bir inşa hamlesi için müzakere ve meşveret kanalları kurmalı ve işletebilmelidirler. Ancak buradan hareketle sağlıklı sonuçlara varabiliriz. Yoksa tarz ve yöntemlerde her zaman hata olmuştur, olacaktır.

     İnsanlığın yeni bir hakikat davetine ihtiyacı vardır, ama bunun ‘külli’ mahiyetinin olması gerekir. İslâmcılık, küresel meselelere nazaran hâlâ ‘yerel’ ölçekli bir ideolojik akım vasfını korumaktadır. Hedef kitlesi, temelde İslâm dünyasındaki insan unsuruyla sınırlıdır. Oysa çağımızda hakikat çağrısı artık ‘küresel ölçekli’ olmalıdır. Günümüzde İslâm, tarifine uygun bir yaşantı ve bir örnekle gösterilmediğinden insanlar, İslâm ile hayat arasındaki bağın nasıl olması lazım geldiğini bilemiyorlar. İşe bu sebeple İslâmcılık üzerine düşünmenin belli başlı kavramsal hatları ancak İslâm noktainazarından hayatı, siyaseti, dünyayı ve insaniyeti yeniden düşünmekle elde edilebilir. Zira birçok sistem analizcisine göre, küresel kapitalizme alternatif bir karşı koyuş noktasında evrensel değerlerin kaynağını İslâm olarak göstermektedir. Müslümanların, bunu iyi değerlendirmesi ve İslâm’ı ‘geleceğin ideolojisi’ yapacak fikrî gayretlere odaklanması gerekiyor. Bu yüzden mevcut yakıcı problemlere karşın İslâmcıların yenildiğini söylemek zorlama bir sığlığın işaretidir. Mesele İslâmcılığın bitmesi, çökmesi, iktidara gelmesinde değil İslâm’ın emir ve yasaklarını, İslâm’ın ruhunu çağa göre düzenleyebilmesinde, geleceği kuşatabilmesindedir. Öncelikle Müslüman olmanın bunu gerektirdiğine inanmamız gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, müminler için hidayet kaynağıdır, inanan-inanamayan bütün insanlar için de adalet şemsiyesidir.

     İslâmcıların “bilinçli” şekilde yaptıkları hemen her eylem dünyevi sonucu ne olursa olsun onlar için rahmettir. İşte bu yüzden, ‘gerçek’ İslâmcılar asla kaybetmiş değildirler. O hâlde “Allah’a çağıran, doğru ve adil olanı yapan ve ‘Şüphesiz ben Allah’a teslim olanlardanım!’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”

     Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

                                                                                                                    Umran 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353