FAY AYNASINDAN YANSIYANLAR
DEPREM, SİYASET VE TOPLUM
Deprem, klişeleşmiş ezberleri okumak yerine ibret alıp çok yönlü bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Evvela şunun vurgulanması şart: İhmallerimizle, insan hayatını umursamayan adamsendeciliğimizle sadece vefat edenlere değil, yarınki eli belinde görünür kazaların kurbanı olan bugünkü yaşayanlara karşı da şimdiden suçluyuz. Bu durum hem mevcut güncel hayatımız hem de anlam dünyamızın yerli yerine oturtulması için yapılması gerekenlere dair bizleri derin derin düşündürmelidir. Hem bu düşünme ve ibret alma, Allah’ın da bizden istediğidir.
İnsan hayatının ve kültürel zenginliğin harabeye döndüğü deprem bölgesinde her şeye rağmen sosyal dayanışma çok güçlü! Yaşanan felaket isyan ve itiraz duygularını değil, yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık, birlik, kardeşlik duygu ve davranışlarının en üst düzeye çıkmasını sağladı. Gerek bölgede yaşayan gerekse bölgeye yardım için gelen insanlar kendi mağduriyetlerini, yorgunluklarını dikkate almadan bir başkasına yardımcı olmanın, bir başkasının eksiğini gidermenin, bir yarayı sarmanın çabası içindeler. Bu, çoğu zaman yakınılan bireysel veya toplumsal zaafların onarıldığını/onarma imkânı oluşturduğunu görmek bakımından mutluluk verici bir durumdur. Denilebilir ki toplum, kavrayışı ve sezgisi ile aynı yere çiçek atar hâle geliyor. Şimdilik bu atışın birbirinden az çok farklı amaçlar taşıdığını söyleyebiliriz; birileri dinî duygularını öncelerken, bir başkaları millet, vatan sevgisi gibi millî hislerini önceleyebiliyor. Bizler bu sayede ülkenin bugünkü krizleri atlatmasını sağlayıp daha mutlu zamanlara giden yolu açabiliriz.
Bununla beraber yalan haber üreten fasık şebekeler de oradaydı ama enkazdan insan değil, yalan haber çıkarmaya çalışıyorlardı. “Baraj yıkıldı!” gibi haberlerle ve pek çok asılsız ihbarla oyalayıp zayiatı artırmaya, devlet/iktidar aleyhine kaotik bir ortam oluşturmaya çabalıyorlardı. Şüphe yok ki bu durum hibrit savaşların rakip tarafın toplumsal hassasiyetleri ve zafiyetlerini hedef hâline getirmesinden bağımsız ele alınamaz. Şuurlu bir şekilde kargaşa oluşturularak saldırının fark edilmemesi istenmektedir. Hedef alınan ülkenin siyasi otoritesini, itibarını yıkmak, iradesini felç etmek her şeyden daha önemli görülmektedir.
Hem bize misafir olarak gönderilen Ramazan’da hem de sair zamanlarda karşılığını Allah’tan bekleyerek, Rabbimizin bizlere verdiği nimetleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak, onlara yardım elimizi uzatmak çok değerli. Öte yandan yardımların görsel malzeme olarak kullanılması, âdeta şova dönüştürülmesi, kendisine yardım edilenlerin mahremiyetine/izzet-i nefsine kıymet verilmemesi çok ciddi bir ahlaki zaafa işaret ediyor. Kabul edilmelidir ki burada görsel malzemeye dönüştürülen sadece yardım değil. İnsan da aynı muameleye maruz kalıyor ve “şey”leşiyor. Hem insanların rastgele fotoğrafını çekmekte neredeyse örtülü bir “şiddet” yok mu? Kimi zaman sadece insanların değil, enkazların veya çadır kentlerin manzarasını görüntülemek de masum bir iş olmaktan çıkar. Tutarsızlığın normalleştirilmesini sağlayan “görünmek” var olma aracı hâline geldiği için herkes alandaki varlığını bu vesileyle kanıtlamaya çalışıyor. “Sağ elin verdiğini sol el görmesin!” diyen bir inancın bağlıları görüntüyü bu kadar öne çıkarmamalıydı. Omuzlarının üzerinde kaydedici meleklerin olduğuna iman edenlerin “kadraj bağımlısı” olmalarının anlaşılabilir bir tarafı yok. Deprem bölgesinde elinde kamerayla dolaşıp her şeyi görüntülemeye kalkanlar, artık acılarla baş etme biçimleriyle hepimize örnek olan halktan ciddi tepki görüyorlar.
***
Türkiye küresel savaş fitilinin ateşlendiği bir ortamda genel seçimlere gidiyor. Siyasetse uzun zamandır bilhassa ittifaklar sisteminin konuşulmaya başlandığı yıllardan itibaren muhatabı karalama, küçük görme ve küçük düşürme merkezli vücut bulmaktadır. Her iki blok da ittifaklarını genişleterek ellerini güçlendirmenin hesabıyla çeşitli partilerle bir araya geldiler, buna karşın evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Çünkü her seçimde anahtar rol üstlenen ve kritik önem atfedilen seçmen kitleleri vardır. Seçimin kaderini son anda bu anahtar kitleler belirliyor. Ekonomi, aile, cinsiyet, yaşam tarzı konularında anahtarı tamamen küreselci çeteye bırakacak çevrelerde ise umulmadık gelişmeler yaşanıyor. Anlı şanlı sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler masadan ayrıldığı günlerde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e nefret söylemleriyle her şeyi söylediler. Sonrasında ise geçmişte cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’ye karşı ağza alınmayacak sözleri sarf ederek, insanların haysiyetini ayaklar altına aldılar. Tarık Buğra’nın Firavun İmanı romanındaki şu satırlar daha dün yazılmışçasına durumu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor: “Be mübarekler, kırk paranızı emanet edemeyeceğiniz adamlara nasıl oluyor da kafanızı, düşüncelerinizi emanet edebiliyor, kendinizi emanet edebiliyorsunuz?”
Gündelik hayatımızda kimsenin iyi, güzel, doğru, erdemli görmediği tutumları, tavırları ve sözleri sırf “Siyaset sahnesidir, normaldir!” diyebileceğimiz bir gevşeklik seviyesine çekmemeliyiz. Bilmeliyiz ki tevbe etmeye en muhtaç kişi, tevbeye ihtiyacı olmadığını düşünen kişidir. Aslında sadece Millet İttifakı çevrelerindeki gelişmeler bile Umran’ın birçok sayısında dile getirdiği siyasette dil ve üslup sorununu bir kere daha hatırlamamıza vesile oldu. Mesela bu çerçevede dergimizin 2015 yılında çıkan 250’nci sayısında (s .4-14) neşredilen yazı meselenin bir elim olay üzerinden tekrar düşünülmesine yardımcı olabilir. Unutulmasın ki ahiret hayatında her insana “kendi dilleri, elleri ve ayakları, yaptıklarına dair aleyhlerinde şahitlik yapacaktır.” Dolayısıyla insanlara karşı olur olmaz iftiraları atanlar, şayet kalplerinde imandan bir zerre varsa bir an önce tövbe etmeli, ilgili kişilerden özür, Allah’tan af dilemelidirler.
Hatırlatmak isteriz ki Türkiye’de bir sosyal patlamanın meydana gelmemesi için başta siyasetçiler olmak üzere depremden fiilen etkilenmemiş farklı toplum kesimlerinin, özellikle dinî hassasiyeti yüksek olanların, sosyal gerilimi düşürme konusunda aşırı hassas olmaları, kısır parti çekişmelerine girmemeleri önemlidir. Bir kez daha anladık ki, toplumu teşkil eden bireyleri bir arada tutması gereken müşterek kültürümüzde derin çatlaklar bulunmaktadır. Her türlü harici müdahale için en elverişli aparat olan bu çatlaklar iç çatışmaya sebep olarak milletin enerjisini ve zamanını heba etmektedir.
Son birkaç yılda göze çarpan husus, ilk bakışta sanki gayet doğal ve kendiliğinden imiş gibi sunulan ama dikkatle bakıldığında son derece planlı ve organize biçimde işleyen İslâm’a saldırı furyasındaki artıştır. Şurası kesin: Onların teo-politiklerinin teoloji kısmı, Batı düşünce ve kültür tarihi içinde, dolayısıyla Yahudi-Hıristiyan gelenekle hemhâl olarak gelişen bir sürecin sonuçlarını Kur’ân’a ve İslâm’a taşımaktan ibarettir. Aradaki yapısal uyumsuzluk, bütün süslü retoriğe rağmen dikkatli gözlerden kaçmıyor. O yüzden de Türkiye olmasın isteyenler için İslâm’ı hedef almak, İslâm’ın bu topraklardaki derin bağlarını çözülmeye uğratmak uzun zamandır birinci hedefe yerleştirilmiş durumdadır. Bir madrabazın, insanları aydınlatmak için hidayet delilleri ihtiva eden, hakkı batıldan ayıran Kur’ân’ın indirildiği Ramazan ayının ilk günü bir deisti konuk ederek dijital tahribatını sürdürmesi bundan bağımsız ele alınamaz.
Her şeye rağmen Müslümanlar işlerin, insanların, günlük hayatın sıkıntılarının, hastalıkların, siyasi ortamın, ekonomik sorunların, toplumsal olayların baskısı altında affedici olmalı, merhametli ve şefkatli davranmalıdırlar. Bu başarıldığı takdirde, ülkenin birlik ve beraberliği sağlanacaktır. Deprem afeti en az zararla atlatılarak, ülke içinde barış ve huzurun kapıları açılacaktır. Velhasıl önce bunu bilelim, düşünmeye buradan başlayalım. Bu vesile ile Ramazan Bayramı’nın, ülkemiz, milletimiz, İslâm âlemi ve tüm insanlık için barışa, huzura ve esenliğe vesile olmasını dileriz.
Umran