Editör Mayıs-Haziran 2020, Sayı: 309-310, Sayfa: 1
Uzun zaman insanlığın sorunları bir bütünlük içinde görülmediği için uyum, özümseme, dayanışma gibi diğer insani davranış örüntüleri ilkellik şeklinde algılandı. İlgi çekicidir ki korona salgını bize insanlığın hiç de gündeminde olmayan iki farklı kültür kodunu hatırlattı: Sadece güçlü olanın yaşama hakkının olduğu, bir dayanışma ile zayıf düşenin de korunması gerektiği. Hepimiz bizzat şahitlik ettik; uluslararası düzen, koca koca kuruluşlar kartondan birer aslan olarak ortada kaldı.
Artık miadını dolduran bu kurumların yerine yenileri inşa edilmek zorundadır. Doğrudan sağlıkla ilgili olduğu kabul edilen ama küresel siyasetin dışında ciddi bir sağlık görevi bulunmayan Dünya Sağlık Örgütünün neredeyse iki ay sesi çıkmadı. IMF gibi kuruluşlar ise daha başka amaçlarla ortalıklarda görünmeye başladılar.
Hırsla, ihtirasla dünyaya bağlanmanın, adeta ahireti unutmanın mevsimlerinin geçtiği zamanlardayız. Uzun zamandır Müslüman hayatının en mahrem alanlarına tasallut ederek, türlü enstrümanlar kullanarak evden uzak kalmanın yararları hakkında vaaz veren ekran guruları, şimdilerde evin ne kadar mühim bir yer olduğunu ispatlama çabasında. Evde kalmayı özendirmek için gösterilen olağanüstü çaba gerçekten dikkate değer.
Bu süreç geçip gittiğinde devletler de toplumlar da artık eski yapılarını sürdürmeyeceği gibi insanların da önceki hayat alışkanlıklarını sürdüremeyeceği aşikâr. Ticaretin ve kapitalizmin boyutu ve dinamikleri değişecek ve bu değişime bağlı olarak eğitim, iş hayatı, tüketim, devlet ve iş idaresi anlayışımız değişecek gibi görünüyor. Şüphesiz hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama bu, yeninin mutlaka iyi olacağı anlamına gelmez. Çünkü yeninin, bir öncekine göre yeni, bir de öncekine göre iyi olmak üzere iki anlamı var. Öncekine göre bir yeninin olacağında şüphe yok. Ama bu yeni iyi olabileceği gibi kötü de olabilir. Başka bir ifadeyle mutlak iyi olmayabilir. Zira iyi anlamına yeninin kendine has şartları söz konusudur; farklı yeni
bir dünya iradi ve ahlaki bir çerçevede gerçekleşebilir.
Her şeyin dijitalleştiği, akıllı-transhümanist şehirlerin var olacağı, aslında insanın olmadığı veya insanın görünmediği bir dünyaya hazır olmamız gerekir. Bu dünya; her şeyin insan için olduğu ama hakikatiyle insanın olmadığı bir dünya olacak gibi görünüyor. İnsanların dijital veya elektronik takip sistemleriyle izlenebildiği ve nerede olduklarının tespitini yapan uygulamalar şimdiden hayatımıza girdiler. Yeni nesillerin hayatında zaten önemli bir yer işgal eden dijital dünyanın uzaktan eğitim sürecinde oynadığı rol dikkate alındığında çok yakın bir zamanda dijital bağımlılık sorunlarıyla yüzleşeceğimizi söyleyebiliriz. Bilgi, kültür yönünden obezite sorununu da beraberinde getiren bu bağımlılık sürecinin hem dil gelişiminin önünde ciddi bir
engel teşkil ettiğini ve kelime yoksulluğuyla malul bir genç kuşak yaratacağını hem de görsellik aracılığıyla bilgi edinmeye alıştığı için yazı ve söze karşı duyarsız bir geniş kitle oluşturacağı söylenebilir.
Elbette sadece birilerinin yönlendirmesiyle yapılan seçimlerimiz, özgür ve doğru bir seçim olamaz. Özgür ve doğru seçim; öncelikle yeterli bir akıl, varlık, kâinat hakkında doğru bilgi ve iyi-kötünün ne olduğu konusunda doğru inançtan oluşan son derece önemli üç ana temel üzerinde yapılır. Bunlar öncelikle bir konu hakkında doğru kararlar vermek için gerek şarttır ama yeter şart değildir. Ayrıca özgürlük; kapitalizmin “özgür insan ol!” teranesiyle kazanılacak bir haslet babında değerlendirilemez.
Günümüzde “serbest” maskesiyle yürürlükte olduğu düşünülen para ekonomisi kapitalizmdir. Bir para ekonomisi olan kapitalizm bir çıkar düzenidir, hiçbir ahlaki kaygısı yoktur. Dayanışma, fedakârlık bilmez, sömürgecidir. Servet ekonomisi sıradan para ekonomisinden daha farklı bir şeydir, gerçek değil, sanal para üzerine kuruludur, bu servetin reel bir karşılığı yoktur. Tüm insanlığı küreleyerek onların kan ve gözyaşından ve hatta kitlesel ölümleri üzerinden toplanmış bir
mali varlıktır. Bunu sağlama ve korumak için küresel bir hegemoniye ihtiyaç duyulduğu hepimizin malumu.
Kapitalizmin vaat ettiği her özgürlük aslında insanı kendisine daha fazla bağlayan bir esarettir. Bu kadar hedonist ve hazcı zevkleri baş tacı yaparak insanı nefsi arzularının esiri yapan bir medeniyet nasıl olur da özgürlükten söz edebilir?! Özgürlük sorumluluk gerektirir. Bu da kendine verilen bu güçle tanrılık taslamamak ve gerçek yaratanı bilmek. Ancak bu sayede yeryüzünde bozgunculuk yapma güdüsünü önlemiş olur.
Müslümanlara düşen, bir musibetle karşılaştığımızda suçu hemen oradaki insanlara atıp, “Şunu bunu yaptılar ondan dolayı başlarına bu hâl geldi.” gibi hiçbir faydası olmayan, hatta düşünmemizin önüne set çeken bir bakış açısını terk edip, Allah’ın bu kevnî ayetini nasıl okumak gerektiği üzerinde kafa yormaktır. Yeryüzünde yaratanın halifesi olma, onun adına kâinatta tasarrufta bulunma sorumluluğunu idrak etme, erdemli davranışlarda bulunarak, salih kul olma, insanoğlunun varacağı en yüksek mertebe ve bunu idrak etme gerçek özgürlük
düzeyidir. İşte akıl sahibi bir insanın en büyük sorumluluğu, bizi özgür kılacak olan bu gerçeği anlayabilmektir.
İnsanı, yeniden var olma, yeniden yapılanma, yoğrulma yolunda nefis terbiyesine tâbi tutan Ramazan’ın ve bayramın tüm insanlığa hayırlar getirmesini Rabbimizden niyaz ederiz.
Not: Değerli okurlarımız, korona günlerinde yaşanan dağıtım sorunu ve dergimize ulaşmakta yaşanan güçlüklerden dolayı Mayıs ve Haziran sayılarımızı birleştirerek tek sayı şeklinde yayınlıyoruz. Anlayışınızı rica ederiz. Ayrıca internet sitemizde, Nisan ve Mayıs-Haziran sayılarımızın PDF’lerini herkesin kullanımına açtık.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle
Umran