Editör Nisan 2024, Sayı: 356, Sayfa: 1
Siyasetin her daim hareketli olduğu ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile yönetilen Türkiye, Avrupa-Avrasya savaşının şekillendirdiği kaotik uluslararası ortamın getireceği değişim, risk, çatışma ve fırsatların iç siyaseti etkileme ihtimalinin arttığı bir vasatta 31 Mart mahalli seçimlerine gitti. Yeni hükûmet sistemine geçilen 2018’den itibaren dördüncüsü yapılan seçimler, siyasetin ana hatlarıyla iki blokta toplanmasının yerleşiklik kazanmaya başladığını bir kez daha teyit etti. Kaçış rampası olarak görülmesi mümkün partiler dışındaki küsurattan öte bir anlamı bulunmayan küçük partilerin büyük ölçüde neticeyi değiştiremediği ortaya çıktı. Pek çok noktadan hareketle analiz edilmesi gereken seçim sürecinin ortaya çıkaracağı netice üzerinde duran yorumların büyük ilgi görmesinin bir sebebi de buydu aslında.
Katılım oranının yüzde 78,55 olduğu seçimlerde CHP yüzde 37,76 oy ile 14 büyükşehir, 21 ilde birinci parti çıkarak umduğunun ötesinde büyük bir başarı elde etti. Ne var ki bu neticenin aceleyle 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit CHP’sinin yükselişi ile benzetilerek yorumlanması doğru değildir. Çünkü Ecevit, bizatihi kendi öz-gücü üzerinden partisine yeni bir rota çizmeyi başarmıştı, şüphesiz mevcut CHP’de bir rota arayışı var fakat bu yapı çok eklektik hatta yeni politik kültürü yedeğine alan melez bir görünüm arz ediyor. Yapılan analizlerde ilk dikkat çeken nokta CHP’nin yeni oy almasından ziyade katılım düşüklüğü ve AK Parti seçmenindeki kayıplardı. Nitekim CHP tepki, performans ve konjonktürün çakışması üzerinden oylarını 3,3 milyon arttırırken AK Parti yine aynı sebeplerden oylarını 4,2 milyon düşürdü. Fakat CHP’nin yükselişini sadece katılım eksikliği üzerinden anlamaya çalışmak eksik olacaktır. Bir defa bu seçimler 2009 ve 2019 yerel seçimlerindeki oy kaybından farklı bir durum ortaya çıkardı. 22 yıl ve 17 seçimden sonra AK Parti hâkim parti konumunu kaybetti, birinciliği CHP’ye kaptırdı. Ege, Orta Anadolu ve Karadeniz’de AK Parti ile hatta Demokrat Parti’den bu yana sağ partilerle özdeşleşen şehirlerin beş yıl CHP’li başkanlar tarafından yönetilecek olması AK Parti için görünenin ötesinde ciddiyetle üzerinde durulması gereken yeni meydan okumalara kapı araladı. Hakeza manzara aynı zamanda ittifaklar arası ve ittifak dışı geçişkenliğin yükseldiğini göstermektedir.
Cumhur İttifakı içindeki MHP’nin oyları parti yetkililerinin beyanlarının aksine düştü. Aynı şekilde farklı bir ittifak stratejisi uygulayan CHP, başta İYİ Parti olmak üzere partisine tepkili kişilerin tepki oylarını belirli oranda ve DEM Parti seçmenlerinin oylarını ise beraber hareket ettikleri yerlerde almayı başardı. Öte yandan bazı seçmenlerin de rüzgârı arkasına alan kazanması muhtemel adaya yöneldiği ve stratejik oy kullandığı açık. Bu durum büyükşehirlerde “kent uzlaşısı” veya “tabanda ittifak” hedefinin çalışmasıyla beraber DEM Parti ve İYİ Parti’nin oylarının ekseriyetle CHP’li adaylara gittiğini gösteriyor.
Cumhur İttifakı’nın ummadığı ölçüde ciddi bir yenilgi aldığı mahalli seçimlerde yatırımlar ve projelerden ziyade soysal belediyeciliğin, adayların, geçim derdinin ve hepsinden önemlisi AK Parti’deki iç fay hatlarıyla belirginlik kazanan krizin öne çıktığı söylenebilir. AK Parti seçmeninin tepkisini anlamak için illerdeki adayların durumları, yüzde 6,19’luk bir oy oranı elde eden YRP faktörü, kampanya ve seçimlerde başat söylemin bulunmaması gibi hususlar göz önünde tutulabilir. Hangi göstergeler üzerinden hareket edilirse edilsin istediği tüm yetkilerin fazlasını almış bir siyasi iktidarın muhasebesini yapacağı görülüyor. Umarız ki gerek kazanan ve gerekse kaybedenler özeleştirilerini yapar, ülkenin menfaati için bugüne kadar yaptıkları hatalardan vazgeçerler.
Seçim sonrası analizlerde muhabbet kültürünü azaltan hayat pahalılığı, enflasyon baskısı, emeklilerin refah kaybı, Gazze, aday belirleme süreci, muhafazakâr rekabet, muhalif performans gibi konular AK Parti’yi mağlubiyete götüren temel sebepler olarak sıralanırken genel merkezin, teşkilatın ve adayların sorumluluğuna vurgu yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim gecesindeki balkon konuşmasında 31 Mart seçimlerini “bir bitiş değil, bir dönüm noktası” olarak niteledi. AK Parti'nin yenilenme ve ders alma zorunluluğuna da işaret ederek “cesaretle özeleştiri” yapacaklarının altını çizdi. Doğrusu cesaretli özeleştiri için Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları romanını hatırlamak hatta yeniden okumak gerekir. Romanın kahramanı İhsan, meşrutiyetin hürriyeti dövüşerek elinden aldığı “despot takımına” teslim ettiğini söyler. Karısı da onu onaylayarak şöyle der: “Çok doğru, evet! Despota hizmet edenler biraz sindiler. Sonra yavaş yavaş canlanıp hürriyet kahramanlarını kucakladılar. O kadar sımsıkı kucakladılar ki, kahramanlarının soluğu kesildi. Gözlerini kan bürüdü. Göremez, duyamaz, anlayamaz oldular.” Benzeri bir duruma işaret eden Erdoğan, 2 Nisan’daki Merkez Yürütme Kurulu toplantısında “Sadece oy kaybı değil, kan ve ruh kaybı da var, şahsım dâhil bu masanın etrafında oturan hiçbir arkadaşım, 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamaz”, “ya hatalarımızı görerek kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz,” demesi dikkat çekmektedir. Şayet bunlar eleştirileri savuşturmak için değil hakikatle yüzleşmek için söyleniyorsa AK Parti’de muhafazakâr öfkeyle gönül kırgınlığı arasında salınan seçmenlere dair kapsamlı bir muhasebe ve analiz sürecinin başladığını tahmin edebiliriz.
Hınçlı sekülerler henüz göremese de merkez sağ parti olma yolunda emin adımlarla ilerleyen CHP’nin bu yöndeki performansının artacağı öngörülebilir. Şurası açık ki modern anlamıyla lider bir çeşit imajdır. Bu imaj belli bir merkezden iletişim konusunda uzman, sosyal psikolojiden anlayan, kitlenin eğilimlerini tahlil edebilen manipülasyon uzmanları tarafından çerçevelenerek üretilip dolaşıma sokularak seçmenin önüne getirilmektedir. Bu bakımdan CHP içinde öne çıkan/çıkacak potansiyel lider adaylarının da partinin Kemal Kılıçdaroğlu döneminde başlayan yeni yöneliminin dışında olmasını beklememek gerekir. Sivil ve legal alanlarda elde ettiği kazanımları PKK’nın maddi ve beşeri ihtiyaçlarının devşirildiği alt kurumlara dönüştüren ve 2015’ten sonra sürekli kaybederek seçim kazanan DEM Parti geleneğinin nasıl bir siyaset izleyeceği ise önümüzdeki zaman diliminde biraz daha belirgin hâle gelecek.
Yerel seçimler, ittifak siyasetinin AK Parti ve CHP açısından ürettiği farklı kazanma yöntemlerini de görünür kıldı. Buna göre AK Parti kaybettiği seçmenlerini blok içinde tutarak, CHP ise muhalif blok seçmenlerini kendisine geçişken kılarak kazanabildiği bir ittifak modeli üretti. Sistemin zemin tutmasıyla da alakalı bu modellerin ne kadar sürdürülebilir olduğu ve siyasi kırılmanın ne zaman yaşanacağını ise önümüzdeki yıllar gösterecek. AK Parti açısından “dönüm noktası”, CHP açısından “yeni bir siyasi iklimin habercisi” olan 31 Mart yerel seçimlerinden uç verecek muhtemel uygulamalar 2028’e kadar çok hareketli bir dönemin kapıda olduğunu gösteriyor. AK Parti tarihsel misyonu istikametinde muhasebesini sağlıklı yaparak yenilenmeyi sağlar, dar gelirliler lehine gelir dağılımında adaleti sağlamak için gereken adımları atarsa tepki koyan öfkeli ve buruk seçmenini geri çekebilir. Dönüşüm sürecindeki CHP ise bu seçimdeki kazanımlarını tahkim edebilmek için şimdi daha ağır bir siyaset yükü altında. Ateşten bir gömlek giyen CHP henüz “yeni CHP” denilecek tutarlı bir siyasal bedene kavuşamasa da geçmişte AK Parti’nin kazana kazana doğruluğunu ispatladığı hegemonik yöntemleri kısmen de olsa takip edebildiğini gösteriyor. Zaman zaman sokak siyaseti arzusu depreşen CHP’nin kaybede kaybede sandık siyaseti doğrultusunda kapsamlı bir öğrenme sürecinden geçtiği ve melez karşı-hegemonyanın yeni adresi olduğu anlaşılıyor.
***
Aliya İzzetbegoviç şöyle der: “Haram-helal denkleminin yerine, en kârlı olanın meşru sayıldığı, kaynağı ve usulü sorgulanmaksızın elde edilen her türlü kazancın mubah görüldüğü, erdemin, tevazuun sözde kaldığı, değerleri ‘piyasa’nın belirlediği hayat, seküler hayattır.” Hakikaten İslâm nokta-i nazarından siyaset, nübüvvete ram olduğunda muteber bir iştigal alanıdır. Aksi hâlde güç sarhoşluğu, denetim hastalığı, konfor aracı, ayartma vasıtası, sahip olma arzusunu tatmin eden bir enstrüman olmaktan öteye gidemez. Müslüman topluluğun kıymeti, projelerinin büyüklüğü, sayılarının çokluğu, maddi gücünün bolluğu, siyasi bağlantılarının stratejik oluşu gibi niceliksel değerlerden çok, adalet, istikamet, sahih itikat gibi niteliksel değerlere sahip olmasıyla alakalıdır. Değişen ve dönüşen dünyada başta siyaset olmak üzere tüm gönüllü kuruluşların yapacakları muhasebeyi, kısa dönemli değil, orta ve uzun vadede ısrarla uygulanan bir yol haritasına dönüştürmesi gerekir. Artık 2010’lardan bu yana daha sık sorulan “Türkiye’yi bir arada tutan nedir?” sorusuna verilen seküler cevapların ötesine geçmek lazım. Şayet kurumlar/yapılar birbirini anlar, sırât-ı müstakim üzere olursa kurulan tüm tuzaklar parçalanabilir, yaşanabilir yeni bir Türkiye inşa edilebilir. Bunun için gerek şart adil olmaktır, adaleti hâkim kılmaktır.
Günahların af, hüznün kederin defolduğu bayramların özlemiyle, Ramazan Bayramımız mübarek ola; huzura, barışa, esenliğe, kurtuluşa vesile ola.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere.
Umran