Bir İfsad Hareketi

 

 

          Editör                                          Mayıs 2019, Sayı: 297, Sayfa: 1

 

Toplumları gönüllerince gütmek isteyenler tarih boyunca önce onun düzenini yıkmayı esas almışlardır. Toplum düzenini bozmak için üzerinde öncelikle durulabilecek iki kurum vardır. Din ve aile. Onun için de toplumsal düzeni sarsmak isteyenler insanlık tarihi boyunca bu iki kurumu hedef almışlar ve bu iki kuruma karşı yoğun bir mücadele
içinde olagelmişlerdir.
     İnsanın doğarken getirdiği cinsiyet kimliğini geçici ve dolayısıyla nötr bir kimlik sayan, cinsiyetin tercihli bir insani hâl olduğunu kabul eden, her türlü cinsel ilişkiyi meşru sayan bir proje yürürlüktedir ve yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Arkasında ise küresel örgütler yer almaktadır. Bu, insan fıtratına aykırı bir gelişmedir. Bunun için
bildik “erkek-egemenliğine son, kadın-erkek eşit olmalıdır, kadın özgürleşmelidir.” repliğinin ötesine geçilmesi gerekiyor.
     Günümüzde özgürlük kavramının arkasına sığınarak “beden”i merkeze alan bir ideolojik duruşla karşı karşıya olduğumuzu bilmek zorundayız. Feminizm, bio-politika ve toplumsal cinsiyet, biri olmadan diğeri düşünülemeyecek olgulardır. Esasında kavram haritası oldukça geniştir. Toplumsal cinsiyetin sebep olduğu problemlerin sıfırlanması
veya azaltılmasının yöntemi “toplumsal cinsiyet eşitliği” değildir; “toplumsal cinsiyet eşitliği” çok daha büyük problemlere yol açabilecek bir ütopya, hatta daha önemlisi bireysel ve toplumsal gerçeklikle çatışan bir anlayıştır.
     Kadın-erkek arasındaki farkı ortadan kaldıracak politikalar uygulayan Avrupa’da bugün üzerinde cinsiyet belirleme işareti olmayan tuvaletler, banyolar var. Okullarda artık cinsiyet rolleri anlamında belirleyici ayrımı içeren şeyler yok, bebekle oynayan erkek çocukları, araba koleksiyonu olan kız çocukları var, oyunlar bile artık kız-erkek ayrımı içermiyor, birçok mağazada cinsiyet farkı belli olmayan kıyafetler var ve hatta hazır giyim endüstrisi artık
bunu neredeyse ortadan kaldırdı.
     Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği politikası yalnızca kadına uygulanan şiddetin önlenerek kadın ve erkeklerin eşit haklı bireyler haline getirilmesinden ibaret değildir. Cinsel yönelim, farklı aile modelleri, farklı partnerler ve şiddet gibi kavramlarla toplumların dönüştürülmesi hedefleniyor. Birileri Batının değerlerini ve ilkelerini bu memlekete ihraç etmek için yüzlerce vakıf, dernek kuruyor, medya komiteleriyle, hukuk birimleriyle canla başla çalışıyor, politikacıları baskı altına alarak istedikleri yasaları istedikleri biçimde kanunlaştırıyorlar.
     Başta Türkiye olmak üzere tüm Müslüman dünya, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramsallaştırılmasında geçen “eşitlik” kelimesinin muhtevasının sebebiyet verdiği “çarpma etkisinden” dolayı, projenin arka planına ve yol boyu sisteme eklenen kavramlara ve kavramlara yüklenen anlamlara bakmaları ve tartışmaları gerekmektedir. Bu çalışma yapılırsa, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramsallaştırılması üzerinden ailenin hedef alındığı, çocuksuz aile, ailesiz toplum ve kimliksiz, bireyselleştirilerek sürüleştirilmiş bir dünya insanlığı inşa edilmek istendiği görülebilecektir.
     Etrafımızda gelişen birtakım hadiselerin tamamen doğal süreç içerisinde herhangi bir etkiye maruz kalmadan hayatımıza girdiğini ve yaşamımızı şekillendirdiğini düşünmek olanaksızdır. Hayat akıp gidiyor ve asla boşluk kabul etmiyor. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor ve bizim harekete geçmemizi beklemiyor. Bizim yan gelip yattığımız
zaman birileri başka bir ortamda fıtratı bozan çalışmalar yürütüyorlar.
Akademi kanadında son üç senede toplumsal cinsiyet eşitliği meselesiyle ilgili çok ciddi bir yoğunlaşmanın olduğu görülüyor. Bunlarda “toplumsal cinsiyet” kavramı, biyolojik varlığımızın cinsiyetsiz olduğu ve erillik-dişillik rollerinin içine doğduğumuz toplum tarafından bize giydirilen bir elbise olduğu iddiası öne çıkarılıyor. Camide, İlahiyat
Fakültesinde cinsiyet eşitliği dersi almış imamın arkasında saf tutuyoruz. Çocuklar kucağında bilgisayarla Netflix dizi platformunda yapımları izliyor. Böylece çocuklar, aileler, ve nesiller şekillendiriliyor. Ekini ve nesli ifsat ediyorlar. Dahası ve en düşündürücüsü, bizim değerlerimizle büyüyen politikacıların çoğu bu ifsadın taşıyıcısı hâline geliyorlar.
     “Kadına yönelik şiddetin” önlenmesiyle ilgili yasal düzenlemeler, “şiddet olmayan” eylemleri de “şiddet” kategorisine dâhil ederek “şiddet olmayan” eylemlerin de gerçekten “şiddet” hâline dönüşmesini sağladığı gibi, mevcut şiddetin dozajını daha da artırmaktadır. Toplumsal/kültürel gerçeklik dikkate alınarak yasal düzenlemelerin yapılması her konuda önemli olduğu gibi, toplumun temel taşı olan aileyi ilgilendiren konular çok daha büyük öneme sahiptir. O nedenle, 2011 İstanbul Sözleşmesi bir an evvel feshedilmeli ve Aileyi Koruma Yasası kendi inanç sistemimize, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre yeniden hazırlanmalıdır.
     Bu vesile ile idrak edeceğimiz Ramazan-ı Şerif’i meselelerimizi aklı selimle düşünmeye vesile kılmasını Yüce Rabbimizden temenni ediyoruz.

Yeni sayımızda buluşmak üzere.
Umran


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348