Kültür Komplosu

 

“Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. (...) Her
düşünce, daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize.
Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor.”
diyordu Theodor W. Adorno, Minima Moralina ‘da. 150
(1. Basım, çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, Metis Yayınları, İstanbul, 1998, s. 111.)
Uzun zamandır yaşananları dahası toplumsal ve dünyasal gerçekliği siyasal bakımdan tasvir
edip çözümleme süreci içinde karmakarışık olmuş durumda olan ve yaşanmış deneyimimizin
önemli hatta en önemli bir parçasını oluşturan kültürel alandaki gelişmleri, çatışmaları ve
örtücülükleri gölgede bırakmaktadır. Siyasal tartışmalar içinde de ortaya çıkan zihin kirliliği ve
entelektüel sefalet, bariz biçimde kültürel sorunlar ele alınırken de önemli bir yer tutmaktadır.
İbahiyyenin yeni adı olarak da okunabilecek olan kültürel alanı farklı boyutları ile irdeleyen bir
dosya ile karşınızda Umran bu sayısında.
Kültürel alanda yaşanan hokkabazlıklar esas olanı örterek kapitalist hegemonyayı pekiştirmekte.
Çünkü kültürel alan geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır. Bu bağlamda, çalışma
zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi mabetleri, ritüelleri ve gösterileri tarafından doldurulur.
Burada esas olan, hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara
yönlendirilir. İşte bu kültürel paradigma içindeki aktörleri ve yeni çatışmaları çoğu zaman
görmezden gelmekteyiz. Toplumsal dilden yahut ilkelerin dilinden kültürel bir dile geçiş söz
konusu olduğunda çoğu hususlar gizlenerek varlığını kolaylıkla benimsetebilmektedir. Kültür
söz konusu olduğunda, olan yahut olması gereken tepkilerin kolaylıkla ifade edilemediğini de
belirtmek gerekir. Kültürel paradigma adeta bir din gibi algılandığından dolayı sorgulanması
istenmeyen bir konumdadır. Sözü, kuralları ve sınıflandırmaları bir egemenlik sistemini işaret
eden kültürel söylem giderek sıkılan bir egemenliğin aracıdır artık. Yeni egemenlik biçimleri
kültürellik ardından kurulmaktadır artık. Daha genel ve dramatik olan ise “başka olma hakkı”
üzerinden her türlü sapkınlık ile İslami olan görünümler kültürellik potasında karıştırılmaktadır
artık. Hükümdar, Adorno’ya göre günün kültür tekelleri bu konuda hiçbir sakınca görmez
artık.
Kültür tekelleri, hem üretimi hem de tüketimi belirler; denenmemiş/piyasanın çerçevesinin
dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde/izin verildiği
ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür
tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur. Kültür endüstrisinin
temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzlaştırmak; iç içe geçirmek
ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin “gereksinimi” karşılanırken, bir
yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda Haşmet Demirel ve Dilaver Demirağ’ın yazıları
modernlik, kapitalizm ve kültür ilişkisini ele alıyor.
Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar.
Çünkü ona göre “kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek veya bilmeyerek söz ederiz”.
Hikmet Demir’in yazısı ise kısa ama muhafazakarlığın kültürel politikasını merkeze alması
bakımından önemli. Vicdan Tekin ise kültürün biçimlendirici yanı üzerinde duruyor. Habil
Sağlam ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelinde bir yazı ile dosyada yer alıyor. Asım Öz ise,
boğucu kültüre değinmekte.
Düşünmemekle eşdeğer eğlenceyi dayatan kültürden arınmak artık bir zorunluluk.
Umran

      Editör                                                             Aralık 2010, Sayı: 196, Sayfa: 1

     “Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. (...) Her düşünce, daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor.”diyordu Theodor W. Adorno, Minima Moralina ‘da. 150

     (1. Basım, çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, Metis Yayınları, İstanbul, 1998, s. 111.) Uzun zamandır yaşananları dahası toplumsal ve dünyasal gerçekliği siyasal bakımdan tasvir edip çözümleme süreci içinde karma karışık olmuş durumda olan ve yaşanmış deneyimimizin önemli hatta en önemli bir parçasını oluşturan kültürel alandaki gelişmleri, çatışmaları ve örtücülükleri gölgede bırakmaktadır. Siyasal tartışmalar içinde de ortaya çıkan zihin kirliliği ve entelektüel sefalet, bariz biçimde kültürel sorunlar ele alınırken de önemli bir yer tutmaktadır. İbahiyyenin yeni adı olarak da okunabilecek olan kültürel alanı farklı boyutları ile irdeleyen bir dosya ile karşınızda Umran bu sayısında.

     Kültürel alanda yaşanan hokkabazlıklar esas olanı örterek kapitalist hegemonyayı pekiştirmekte. Çünkü kültürel alan geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır. Bu bağlamda, çalışma zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi mabetleri, ritüelleri ve gösterileri tarafından doldurulur. Burada esas olan, hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara yönlendirilir. İşte bu kültürel paradigma içindeki aktörleri ve yeni çatışmaları çoğu zaman görmezden gelmekteyiz. Toplumsal dilden yahut ilkelerin dilinden kültürel bir dile geçiş söz konusu olduğunda çoğu hususlar gizlenerek varlığını kolaylıkla benimsetebilmektedir. Kültür söz konusu olduğunda, olan yahut olması gereken tepkilerin kolaylıkla ifade edilemediğini de belirtmek gerekir. Kültürel paradigma adeta bir din gibi algılandığından dolayı sorgulanması istenmeyen bir konumdadır. Sözü, kuralları ve sınıflandırmaları bir egemenlik sistemini işaret eden kültürel söylem giderek sıkılan bir egemenliğin aracıdır artık. Yeni egemenlik biçimleri kültürellik ardından kurulmaktadır artık. Daha genel ve dramatik olan ise “başka olma hakkı” üzerinden her türlü sapkınlık ile İslami olan görünümler kültürellik potasında karıştırılmaktadır artık. Hükümdar, Adorno’ya göre günün kültür tekelleri bu konuda hiçbir sakınca görmez artık.

     Kültür tekelleri, hem üretimi hem de tüketimi belirler; denenmemiş/piyasanın çerçevesinin dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde/izin verildiği ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur. Kültür endüstrisinin temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzlaştırmak; iç içe geçirmek ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin “gereksinimi” karşılanırken, bir yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda Haşmet Demirel ve Dilaver Demirağ’ın yazıları modernlik, kapitalizm ve kültür ilişkisini ele alıyor.

     Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar. Çünkü ona göre “kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek veya bilmeyerek söz ederiz”. Hikmet Demir’in yazısı ise kısa ama muhafazakarlığın kültürel politikasını merkeze alması bakımından önemli. Vicdan Tekin ise kültürün biçimlendirici yanı üzerinde duruyor. Habil Sağlam ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelinde bir yazı ile dosyada yer alıyor. Asım Öz ise, boğucu kültüre değinmekte.

     Düşünmemekle eş değer eğlenceyi dayatan kültürden arınmak artık bir zorunluluk.

                                                                                                              Umran

 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348