EDİTÖR Temmuz-Ağustos 1997, Sayı:38, Sayfa:1
Altı aydır Türkiye’yi kasıp kavuran “irtica kasırgası”, Refahyol hüküm etinin düşmesiyle “şimdilik” dinmiş gözüküyor. “Şimdilik” diyoruz; çünkü böyle suni rüzgarları istediğiniz zaman estirmek, hatta şiddetini artırarak fırtına veya kasırgaya dönüştürmek hiç de zor değildir. Şu ülkede medya marifetiyle gündem belirlemekten daha kolay bir şey var mı, gücü elinde tutanlar için... Şu halde, bunca koparılan yaygaralar, yazılıp çizilenler, brifingler, raporlar, ihbarlar, ateşli konuşmalar; Refahyol’u düşürmek için yapılan operasyonun parçaları olarak mı değerlendirilebilir? Evet, irtica tehlikesinin bir MASAL olduğunu, 12 Eylül sonrasının meşhur tabiri ile “mürettep” olduğunu biliyoruz. Ama, acaba "derinler"de birtakım şeytani tezgahlar hazırlayan anti-İslamist odakların müslümanlarla hesaplaşma planı tamamen rafa mı kaldırıldı? Görünen o ki, “Refahyol gitti, kavga da bitti” deyip rahat bir nefes almak, pek fazla iyimserlik olacaktır. Müslüman potansiyeli bir bütün olarak hedef tahtasına oturtan ve “öncelikli tehdit” olarak algılayan malum güçlerin, İslami gelişmeyi engellemek için yeni operasyonlara yönelmesi hiç de sürpriz olmamalıdır. Refahyol'un düşmesiyle işbaşına gelen Yılmaz hükümetinin nasıl bir işlev göreceğine hep birlikte tanık olacağız; ancak gelen ilk sinyaller, bu dönem de, hükümetin kurulmasını sağlayan asker, bir kısım medya ve bir kısım holding ağırlıklı eksenle, Çillerler, Polis ve Özel Büro ekseni arasında ciddi bir hesaplaşmanın yaşanacağını gösteriyor. O'na göre, Orakoğlu hadisesiyle su yüzüne çıkan Emniyet’le Genelkurmay arasındaki istihbarat savaşı, bu hesaplaşmanın startı olarak değerlendirilmelidir (Samanyolu TV, 3.7.1997). Ancak, bu güç çatışması, bir anlamda sistemin egemen güçleri arasındaki iç hesaplaşma 'bizi ilgilendirmez' düşüncesiyle müslümanları rehavete sevketmemelidir. İslami gelişmeyi en büyük tehlike olarak görüp ona karşı "Bâtıl ittifak" kuran ve adeta İslami nitelikli her oluşuma "top yekün savaş" ilan eden güç odaklarının müslümanları unuttuğu santimantalidir. Neden mi? Çünkü, her alanda tıkanmış, resmi ideolojisi iflas etmiş, kendini yenilemek için kılını dahi kıpırdatmayan kokuşmuş bir sistemin savunucularının "düşmansız" ve "öcüsüz" yaşamaları da ayakta kalmaları da mümkün değildir. Hatta onlar, kendilerini tanımlamak için bile umacılarına başvururlar: "Şeriat'a hayır!", "Kahrolsun Şeriat", "İrticaya geçit yok"... Bu gibi sloganlarla oluşturdukları "şeytani cephe"yi sağlamlaştırmaya ve güçlendirmeye çalışırlar. Bir örnekleme olması bakımından İP Başkanı Doğu Perinçek'in ön ayak olduğu ve ÖDP, CHP, DSP, Barış partilerinin de katıldığı sözde demokratik platformun kendine seçtiği isim ilginçtir: "Şeriata Karşı Birlik"... (Bkz. Y.Yüzyıl, 25.6.97). Keza, TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK, TOBB ve TESK'in geçen ay yayınladığı deklarasyonda aynı düşmanca yaklaşımın ürünüdür. Son altı ay içerisinde yazılıp çizilen, konuşulup tartışılanların içinden bir tek kelimeyi; sihirli "irtica "sözcüğünü çekip alırsanız, her şey bir anda bütün anlamını kaybedecektir. Bu kavramı tanımlamaya, sınırlandırmaya, netleştirmeye ihtiyaç yoktur; bilakis istediğiniz tarafa doğru esnetebileceğiniz bir elastikiyet kazandırarak istediğiniz tarafa çekmek, işinizi daha da kolaylaştıracaktır. Mesela; İslami kesim, demokratik fırsat eşitliğinden yararlanarak dernek, vakıf, okul, yurt ve benzeri kurumlar mı açmıştır; bunları hemen “irtica yuvaları” olarak damgalayabilirsiniz. Müslüman halkın elli-altmış yıldır gözbebeği gibi koruyup geliştirdiği İmam Hatip Okulları’nı "irticailin av sahası" olarak niteleyip tırpanlayabilirsiniz. İnançlı insanların, bu ülkede yaşayan her vatandaş gibi, en doğal haklarını kullanarak kurup güçlendirdikleri şirketleri, "irticaya lojistik destek sağlıyor" diye “kara liste"ye alıp aforoz edebilirsiniz. Örneğin, aynı gerekçeyle TÜSİAD'ı baştacı, ama MÜSİAD'ı umacı ilan edebilirsiniz. Böyle olunca da "ülkenin bölünmez bütünlüğünü" savunurken bölücülük yapmanın derin çelişkisini yaşarsınız. Kutsal ittif'akçılar, adeta bu tavırlarıyla, inandığı gibi yaşamak isteyen müslümanlara karşı şöyle bir yaklaşım içindedirler: -Siz, bu ülkede işçi olabilirsiniz, ama patron olmanıza izin vermeyiz! -Siz, memur olursunuz, faka tamir asla! -Siz, çırak, hatta kalfa olabilirsiniz, ama usta; hayır! -Siz, küçüm en partiler kurup parlamentoda çeşni oluşturabilirsiniz; ama iktidar asla! Kısaca 'siz yönetilmeye, ikinci sınıf vatandaş olarak kalmaya mahkumsunuz ve kesinlikle birinci sınıf vatandaş olamazsınız' diyen bir seçkinci-şeytani zihniyettir bu. Dolayısıyla bu zihniyetin inananlara karşı başlattığı “topyekün ve sınırsız” savaştan vazgeçeceğini ve oluşturulan "kutsal ittifak"ın, siyasal gerilimin bitmesiyle dağılacağını düşünmek safdillik olur. “Önde gelenler: ‘Pes etmeyin ve (düzeninizi ayakta tutan) ilahlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin; yapılacak tek şey budur.” dediler. (K ur’an: 38/6) O halde, inananlar, bu şer ittifakına karşı gayret, dikkat, sabır ve sebatla, hak yoldan sapmadan şuur ve basiretlerini kullanarak mücadelelerini sürdürmelidirler. Ve unutmam alıdırlar ki: "inananlar Allah yolunda savaşırlar; inkar ederler de Tağut'un yolunda savaşırlar. Öyleyse Şeytan'ın taraftarlarıyla mücadele edin; zira Şeytan'ın hileli düzeni pek zayıftır." (Kur'an; 4176)