EDİTÖR Mayıs 2014, Sayı:237, Sayfa:1
30 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimlerde AK Parti güç ve galibiyetini pekiştirdi. Aradan geçen bir aylık zamanda bu konuyla alakalı lehte ve aleyhte pek çok yorum/analiz yapıldı. Aslında seçim süreci boyunca yaşanan tartışmalarda ortaya konulan yaklaşımlar büyük ölçüde AK Parti iktidarı döneminde tarihe artan ilginin kaynaklarıyla da alakalıydı. Zira bu dönemde tarihsel hafıza AK Parti’nin siyaset dilinin önemli bir unsuru haline gelmişti. AK Parti, tek partili yılların CHP’sinin politikaları üzerinden bir tür hafıza güncellemesi yaparak, halkın hafızasını bir tür resetlemeye tabi tutarak, o tarihsel olay ve durumların sıcaklığını, tazeliğini arttırarak cephe siyasetini yürütmekte son derece başarılı oldu. Bir diğer hususta şuydu: Doksanlı yıllardan bu yana yoğun olarak, İslâmcılığın karşısına yerleştirilen kültürel İslâm anlayışı geldiğimiz şu son durum itibariyle iflas etmiştir. Kültürel İslâm kategorisinde yer alan hareketlerin aslında siyasal yapılardan daha fazla politize olduğu, bunu şeffaf olmayan bir şekilde yaptıklarından istismar alanları oluşturdukları, pazarlıklara açık bir yöntemin araçsallık bağlamında ahlaki, hukuki sınırların dışına çıktıkları açıkça görülmüştür. Tam da bu noktada Başbakan’ın balkon konuşmasına değinmek gerekir. Başbakan Recep Erdoğan’ın konuşması beklenen düzeyde değildi ve hatta başbakan, “bu balkon konuşmalarını niye muhalefetten beklemiyorsunuz!” şeklinde bir soru da yöneltti. Bu talebinde kendince bir haklılık payı olabilir. Ancak bu konuşma özelinde şunu söylemek yanlış olmasa gerek: Başbakan Erdoğan, defansif olmanın ötesine geçerek oyun kurucu olma vasfını daha donanımlı hale getirerek kuşatıcı olmayı, adalet ve hukuka daha güçlü vurguları ile siyasi tavır alışlarını ve sayısal meşruiyetini/üstünlüğünü siyasal olarak daha fazla güçlendirmeyi öncelemeliydi. Yani muhalefeti bir Balkon konuşması yapacak iklimi bile oluşturamamakla eleştirmeye devam ederken, siyasi ve sosyal yelpazedeki genişliğini aksiyoner bir şekilde söylemlerine yansıtabilirdi. Şimdi, AK Parti’yi (ve Türkiye’yi) bekleyen muhtemel krizler, Türkiye sosyolojisinin ve bu bağlamdaki taleplerin siyaset katına, özellikle de iktidar partisi tarafından çıkarılamaması ve AK Parti’ye kulak kesilen yelpazenin giderek daralma ihtimalidir. İnsanlar, sorunlarının çözümü kadar ve belki ondan daha da fazla, güven duymak ve dinlenmek isterler. İktidar kendilerini görsün ve dikkate alsın isterler. AK Parti, tüm bu sesleri yeni bir heyecan ve arz yaratarak dinlemek zorundadır. Acilen üç noktanın düzeltilmesi büyük önem taşımaktadır: Hukuk ve adalet sistemindeki dağınıklık görüntüsünün sona erdirilmesi, siyasete müdahale etmek isteyen siyaset dışı güçlerle mücadelenin ancak hukuk yoluyla gerçekleştirileceği konusunda kamuoyunu ikna etmesi, farklılıkları ve onların taleplerini dinleyerek yeniden kuşatıcı bir söylem geliştirmesi, toplumsal muhalefetlere kulak vererek bunu kendisini yenilemek için bir fırsata dönüştürmesidir. Bir diğer önemli mesele, AK Parti, sürekli yükselen “yolsuzluk” sesleri karşısında ciddi önlemler almalı, hatta kendi içerisinde dahi ciddi bir arınma gerçekleştirmelidir. Kamu kurumlarının işleyişinin daha da açık hale getirilmesi, harcamaların kontrollü ve adilane yapılması, kamu kurumlarına personel alımlarında adaletli imtihan sisteminin uygulanması ve bazı konularda mevcut algıyı değiştirecek ve gerçekten adalete dönüşü sağlayacak önlemler almalıdır. Bir başka önemli husus, yaşananları vesile bilerek, ciddi problemleri bünyesinde barındıran düşünüş tarzımız gözden geçirilmelidir. Kendimize ait değerlerin düşünme tarzımız üzerindeki etkisi, aslî bağlamlarından arındırılmış ve anlamsızlaştırılmış kelimeler düzeyinde. Geldiğimiz vasatta, Allah-insan, Allah-kâinat, insan-kâinat ve insan-insan ilişkilerinin aslî bağlamlarını kaybettiği bir zeminde atılacak her adımın zamane bir refleks olarak kalmaya mahkûm olmaması için ıslah çabaları süreklilik arz etmelidir. Unutulmamalıdır ki devamlı olan ibadet istikamet açısından güzeldir. Yeni sayımızda buluşmak üzere...