Bir Hayat Tarzımız Var Mı? Dinin Hayata Müdahalesi, Laiklik Tartışmaları ve Birlikte Yaşamak

 

Son yıllarda hayat tarzı üzerinden, daha çok laiklik odaklı birtakım tartışmaların vuku bulduğunu görüyoruz. Birbirine katkı veren samimi ve ısrarlı çabalardan ziyade, yanlışta ısrara davet eden tezvirat mahiyetindeydi bu tartışmalar. Kabul etmeliyiz ki bu topraklarda dindarlar laikliği kendi inançlarını ve değerlerini hiçbir kısıtlamaya uğramaksızın özgürce yaşamanın güvencesi olarak görmedi. Bundan dolayı laiklik adı altında uygulanan baskı politikalarına yer yer dişini sıkarak, yer yer içlerine atarak ama hep sabrederek ve bu belalı hâlden/zulümden selamete çıkmayı Rablerinden isteyerek yaşadılar. Haklı olarak AK Parti iktidar olduğu anda bu zulmün sona ermesinden kaynaklanan bir duygu haline kapıldılar. Hatta nihayet İslâm’ın bu topraklarda hâlâ geçerli bir değer olduğunu görmekten kaynaklanan sevinçlerini gizlemediler. Dilimizde bir deyim vardır ‘için şişmesi hali’. Bir kesim var ki, ne yaparlarsa yapsınlar ideolojik olarak düşmanlık besledikleri bir iktidardan kurtulamadıklarını, tam tersine Erdoğan ve kitlesinin giderek daha da güçlendiğini gördükçe tam bir çaresizlik duygusuna kapılmaktalar. Bu ise tıkanma halini ya da için şişmesi halini ortaya çıkarmakta, içlerinde oluşan bu zehirli duygu onları hasta etmekte. Tüm bunlar nefretlerini, kinlerini ve öç alma duygularını daha da çoğalmakta ve nefret duydukları bu kitlenin uğradığı sıkıntılardan keyf almaktadırlar. Reina saldırısından itibaren yaşam tarzı tartışmaları daha da arttı.  Oysa günümüzde yaşam tarzına müdahaleyi sadece siyasi erke hamlederek okuma biçimi son derece büyük ve tehlikeli bir hata. Hatta tuzak… Şunun farkında olunmalıdır: Şer ittifakının amaçlarından biri, toplumu sosyolojik olarak ayrıştırma ve toplumun farklı kesimleri arasında fay hatları meydana getirme ve varolanlara daha yüksek enerji yüklemedir…  Siyasilerin açıklamalarına göre bu eylemleri terör örgütlerinin üstlendiği ya da üstlendirildiği medyada yer almıştır. Şer ittifakı farklı terör örgütleri ile bir taraftan Türkiye’yi bir terör kıskacına alırken; diğer taraftan da terör örgütlerinin kimlikleri üzerinden “laiklik ve yaşam tarzına müdahale” kampanyası açtırmaktadır.  Hayatımız o kadar müdahaleye açık ki, doğrusu bunu nasıl tanımlayabiliriz sorusu halen ortada duruyor. İşin tuhafı az buçuk siyaset üzerine bir şey okuyan herkes müdahale mantığını kabul etmeden herhangi bir konuda söz almanın zor olduğunun farkındadır. Esas mesele de şu ki, ister tarz-ı hayat ister life style olarak anılsın bir tarzımız var mı? İstikrarlı benliklerin kayganlaşarak yaşadığı karakter aşınmasını kaygıyla izlememek mümkün mü?  Kapitalist üretim sisteminin meta fetişizminin ışıltılı dünyasının müdahalesi göz ardı edilebilir mi?  Sorup çekilmeyelim, devam edelim. Bunun için galiba öncelikle yaşama sanatı odaklı dergilerimizde yayımlanan ve günümüzün babasının kim olduğuna ışık düşüren “zevk al, tadını çıkar” odaklı reklamlara bu mercekten bakmayı denemeliyiz. Hem eğitim yoluyla edinilen (diplomalar, sertifikalar vb.) hem de aileden miras kalan kültürel birikimler üzerinden hükmünü icra eden hayat tarzını göz ardı ederek sadece siyasi erke yüklenmek çok hatalı. Her ne kadar özel hayata müdahale tartışmalarının görünürdeki muhatabı hükümet görünüyor ise de asıl hedef dindir, İslâm’ın hayata müdahale ettiği düşüncesidir. Küresel ve ulusal siyasetlerin böylesi bir sorunu vardır. Bu söylemle bütünleşmiş zadegân sınıfı da bunu paylaşmaktadır. Mesela Türkiye’de patronlar kulübü TÜSİAD, ülkenin içinde bulunduğu ablukayı görmezlikten gelerek bir din tartışması sorunu yaşanıyormuş gibi laikliğe vurguda bulunmaktadır. Dile getirmeseler de patronlara göre milli-dini kaygıların fazlaca bir önemi yok, nasıl olursa olsun küresel siyasete uyarlanmış bir ülkede yaşayacakları özel bir kaygılarının olmadığı anlaşılıyor. Aslında burada peş peşe getirdiğimiz kelimelerin (değer, laiklik, hayat tarzı, müdahale, din, kaygı) hiçbiri durağan, bir yerde ve zamanda dondurulabilecek şeyler değil. O bakımdan medyadaki tezvirata kapılmadan bir hayat tarzımızın olup olmadığını düşünmeye başlamak daha önemli. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

 

EDİTÖR                                                 Şubat 2017, Sayı:270, Sayfa:1

Son yıllarda hayat tarzı üzerinden, daha çok laiklik odaklı birtakım tartışmaların vuku bulduğunu görüyoruz. Birbirine katkı veren samimi ve ısrarlı çabalardan ziyade, yanlışta ısrara davet eden tezvirat mahiyetindeydi bu tartışmalar. Kabul etmeliyiz ki bu topraklarda dindarlar laikliği kendi inançlarını ve değerlerini hiçbir kısıtlamaya uğramaksızın özgürce yaşamanın güvencesi olarak görmedi. Bundan dolayı laiklik adı altında uygulanan baskı politikalarına yer yer dişini sıkarak, yer yer içlerine atarak ama hep sabrederek ve bu belalı hâlden/zulümden selamete çıkmayı Rablerinden isteyerek yaşadılar. Haklı olarak AK Parti iktidar olduğu anda bu zulmün sona ermesinden kaynaklanan bir duygu haline kapıldılar. Hatta nihayet İslâm’ın bu topraklarda hâlâ geçerli bir değer olduğunu görmekten kaynaklanan sevinçlerini gizlemediler. Dilimizde bir deyim vardır ‘için şişmesi hali’. Bir kesim var ki, ne yaparlarsa yapsınlar ideolojik olarak düşmanlık besledikleri bir iktidardan kurtulamadıklarını, tam tersine Erdoğan ve kitlesinin giderek daha da güçlendiğini gördükçe tam bir çaresizlik duygusuna kapılmaktalar. Bu ise tıkanma halini ya da için şişmesi halini ortaya çıkarmakta, içlerinde oluşan bu zehirli duygu onları hasta etmekte. Tüm bunlar nefretlerini, kinlerini ve öç alma duygularını daha da çoğalmakta ve nefret duydukları bu kitlenin uğradığı sıkıntılardan keyf almaktadırlar. Reina saldırısından itibaren yaşam tarzı tartışmaları daha da arttı.  Oysa günümüzde yaşam tarzına müdahaleyi sadece siyasi erke hamlederek okuma biçimi son derece büyük ve tehlikeli bir hata. Hatta tuzak… Şunun farkında olunmalıdır: Şer ittifakının amaçlarından biri, toplumu sosyolojik olarak ayrıştırma ve toplumun farklı kesimleri arasında fay hatları meydana getirme ve varolanlara daha yüksek enerji yüklemedir…  Siyasilerin açıklamalarına göre bu eylemleri terör örgütlerinin üstlendiği ya da üstlendirildiği medyada yer almıştır. Şer ittifakı farklı terör örgütleri ile bir taraftan Türkiye’yi bir terör kıskacına alırken; diğer taraftan da terör örgütlerinin kimlikleri üzerinden “laiklik ve yaşam tarzına müdahale” kampanyası açtırmaktadır.  Hayatımız o kadar müdahaleye açık ki, doğrusu bunu nasıl tanımlayabiliriz sorusu halen ortada duruyor. İşin tuhafı az buçuk siyaset üzerine bir şey okuyan herkes müdahale mantığını kabul etmeden herhangi bir konuda söz almanın zor olduğunun farkındadır. Esas mesele de şu ki, ister tarz-ı hayat ister life style olarak anılsın bir tarzımız var mı? İstikrarlı benliklerin kayganlaşarak yaşadığı karakter aşınmasını kaygıyla izlememek mümkün mü?  Kapitalist üretim sisteminin meta fetişizminin ışıltılı dünyasının müdahalesi göz ardı edilebilir mi?  Sorup çekilmeyelim, devam edelim. Bunun için galiba öncelikle yaşama sanatı odaklı dergilerimizde yayımlanan ve günümüzün babasının kim olduğuna ışık düşüren “zevk al, tadını çıkar” odaklı reklamlara bu mercekten bakmayı denemeliyiz. Hem eğitim yoluyla edinilen (diplomalar, sertifikalar vb.) hem de aileden miras kalan kültürel birikimler üzerinden hükmünü icra eden hayat tarzını göz ardı ederek sadece siyasi erke yüklenmek çok hatalı. Her ne kadar özel hayata müdahale tartışmalarının görünürdeki muhatabı hükümet görünüyor ise de asıl hedef dindir, İslâm’ın hayata müdahale ettiği düşüncesidir. Küresel ve ulusal siyasetlerin böylesi bir sorunu vardır. Bu söylemle bütünleşmiş zadegân sınıfı da bunu paylaşmaktadır. Mesela Türkiye’de patronlar kulübü TÜSİAD, ülkenin içinde bulunduğu ablukayı görmezlikten gelerek bir din tartışması sorunu yaşanıyormuş gibi laikliğe vurguda bulunmaktadır. Dile getirmeseler de patronlara göre milli-dini kaygıların fazlaca bir önemi yok, nasıl olursa olsun küresel siyasete uyarlanmış bir ülkede yaşayacakları özel bir kaygılarının olmadığı anlaşılıyor. Aslında burada peş peşe getirdiğimiz kelimelerin (değer, laiklik, hayat tarzı, müdahale, din, kaygı) hiçbiri durağan, bir yerde ve zamanda dondurulabilecek şeyler değil. O bakımdan medyadaki tezvirata kapılmadan bir hayat tarzımızın olup olmadığını düşünmeye başlamak daha önemli. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353