Editör Temmuz 2012, Sayı: 216, Sayfa: 1
İslâmcılık, Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesi sürecinde imparatorluğun nasıl devam ettirilebileceğine, nasıl kurtarılabileceğine ilişkin ortaya çıkan düşünce akımlarından, yani “üç tarz-ı siyaset” ten bir tanesiydi. Fakat Osmanlı’nın dağılmasından sonra Müslüman dünyanın yaşadığı sıkıntılar mahiyeti bakımından farklılaştı. Cumhuriyet Türkiye’sine gelince, yeni rejim İslâm’ı bir hayat tarzı olarak kabul etmediği gibi, bir inanç olarak da neredeyse hayatın dışına çıkaracak politikalar icra etti. Netice itibarıyla Cumhuriyet, tarih sahnesinden çekilmiş bir imparatorluğun ideolojisi veya inancı pozisyonunda olan İslâm’ın, imparatorluğun yıkılmasına vesile olduğu gibi bir düşünce üzerinden kendisini meşrulaştırmaya ve dini dışlayarak yepyeni bir dünya inşa etmeye çalıştı. Bu dönem, İslâm’ın, devletin yakınlığından mahrum kalarak ahalinin dini haline geldiği, ahalinin de içine kapanıp kendi dünyasında İslâm’ı yaşamaya devam ettiği bir dönemdi. Bunun akabinde, fikirleriyle İslâm coğrafyasında önemli etkiler uyandıran, İslâmcı hareketlerin yerleşik rejimlerle mücadelelerinde fikirsel altyapı sunan, bugün artık Mısır’da tarihinde ilk defa iktidar olma imkanını elde eden (İhvân-ı Müslimin) Müslüman Kardeşler hareketi kuruldu. Böylece bu minvaldeki hareketler Müslüman dünyanın değişik coğrafyalarında birbirinden etkilenerek ivme kazandı.
Türkiye açısından bakıldığında 1950’ler Said Nursi’nin, Necip Fazıl’ın kendilerini ideolojik ve siyasi olarak nispeten daha serbestçe ifade ettikleri bir dönemdi. Zira ahalinin inançlarına saygı duyan Demokrat Parti iktidarının kısmi müzahereti vardı, en azından baskı azalmıştı. Siyasi iktidar içinde Müslüman kitlenin irtibat kurabileceği kanallar ortaya çıkmıştı. 1960 ihtilalinden sonra hazırlanan yeni anayasanın sağladığı nispi özgürlükler cümlesinden olmak üzere Müslüman dünyadan tercüme faaliyeti başladı. Mısır’dan, Pakistan’dan, ağırlıklı olarak da İhvân literatüründen yapılan tercümelerle İslâm’ın sosyal hayatta bir fonksiyon icra eden, hayatı biçimlendirmeye dönük bir inanç olduğunu ortaya koyan eserler yayınlandı. 1960-80 dönemi, tercüme faaliyetleri anlamında olduğu kadar bugünkü İslâmcı entelektüellerin oluştuğu yıllar olması bakımından da önemlidir.
Devrimlerin son bulduğu varsayılan bir dönemde, dünyanın sıkı sıkıya korunduğu zannedilen bir düzenin içinden kendini İslâm’la ifade eden bir devlet ortaya çıkmıştı, İran İslâm Cumhuriyeti. Tabiatıyla bu devrim bütün İslâm dünyasını heyecanlandırdı. Devrimin bir olumlu etkisi de, tarihsel husumetler dolayısıyla pek muhabbet duyulmayan, “Acem palavrası” babında sohbetlere konu olan ve kimilerinin “Bunlar Hıristiyanlardan da beter” dediği Şiiliğe yönelik dışlayıcı, önyargılı bakışı değiştirmesiydi. Fakat gelinen süreçte İran devriminin de tıkandığı görüldü. Bu sadece İran’a özgü bir sıkıntı değil. Son yıllarda İslâmcı entelektüeller ve İslâmi hareketler gerek teorik gerekse pratik alanda bir kriz ve belki de bir arayış yaşıyorlar. İslâmcı düşünce, artık dindar kitleler arasında eskisi gibi heyecan uyandırmıyor. Türkiye bağlamında bir düşünce akımı olarak İslâmcılığın ne ifade ettiğini, İslâmi hareketlerin gelişme serüvenini ele alan bir sayı hazırladık. Elbette “krizi” ve imkânları bütün boyutlarıyla ele almak gibi bir iddiamız yok. Fakat en azından bir muhasebe imkanı olması bakımından bazı meseleleri tekrar gündeme getirmek ve tartışmak önemli. İslâmcılığın doğuşu, tarihsel seyri, nefsi müdafaa oluşu kadar İslâmcılık dediğimiz siyaseti çok deruni olarak kavrayamayışımızdan ve o derinliğe ilişkin bir yapılanma oluşturamayışımızdan kaynaklanan bazı sıkıntıları da ele alan dergimizin bu sayısının temel meselelerimizi, önceliklerimizi gündeme getirmesi bakımından önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda, AKV’de yapılan İslâmcılık başlıklı Abdurrahman Arslan ve Ali Bulaç’ın iki ayrı konferanslarının metni ile Cevat Özkaya, Şemseddin Özdemir ve Mustafa Tekin’in konuştuğu bir açık oturum yer alıyor.
Gündem kısmında, Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri farklı bakış açılarından ele alan yazılar yer alıyor. Özellikle Suriye’de yaşanan katliamları ve Mısır İhvân’ının zaferiyle sonuçlanan gergin cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını ele alan yazıların, İslâmcılığın yeni durumlar karşısındaki muhtemel tavır ve tutumları bakımından dikkatle okunması gerekiyor. Önemli birçok eseri seksenli yıllardan itibaren Pınar Yayınları tarafından yayınlanan Roger Garaudy geçtiğimiz ay vefat etti. Bu vesileyle kaleme alınan, Garaudy’nin eserlerini ve fikirlerini muhasebe imkânı sunan yazılar dikkat çekici. Garaudy’nin ocağındaki külü değil közü öne çıkarmak aslolan.
Evet bu ayın sonlarında idrak edecek olduğumuz Ramazan’ın, tefekkür, tezekkür, tezkiye ve insanlığın ve İslâm dünyasının fesattan, gafletten, çürümüşlüklerden, çatışmalardan, baskıcı rejimlerden kurtuluşayı olmasını ve Kur’ân’la düşünüp Kur’ân’la dirilmeye vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Yeni sayımızda buluşmak üzere.
Umran