2019'a Doğru Mevzilenmeler Karizmanın Rutinleşmesi ve Muhtemel Gelişmeler

 

Türkiye 16 Nisan’da yapılan referandumun ardından dışarda ve içerde hâlâ birtakım ciddi tartışmalar içerisinde. Avrupa “bu referandumdan bir dönüş olabilir” umuduyla(!) hareket ederken Atlantiğin öbür yakasında, en azından entelektüel çevrelerde, referandum sonrası için birtakım arayışlar içerisine girilmiş durumda. Dolayısıyla dışarda Türkiye’nin merkezde olduğu tartışma, sistemin tam olarak uygulanmaya başlanacağı 2019 yılına kadar ve büyük ihtimalle 2019’dan sonra devam edecek. Bu bakımdan 2019 yılında yapılması öngörülen (veya daha erken bir tarihte yapılabilecek olan) seçimler, sadece seçim süreçleri açısından ‘nihai’ bir dönüm noktası olarak görülebilir; fakat hem dışarda hem de içerde kutuplaşmış kesimlerin mücadelelerini bitirmeleri açısından bir son nokta olarak değerlendirilemez. Zira mücadele etmenin birçok çeşidi vardır. Üstelik bu, hayati bir mesele ise, bu durumda başka yöntemlere de başvurulabileceği açıktır. Hâlihazırda aktüel siyasetin yönelimi konusunda birçok belirsizlik olduğu doğrudur. Fakat, kesin olan bir şey var ki, o da, şu: referandum, ülkedeki kutuplaşmayı azaltıcı yönde bir etkide bulunmamıştır, sadece ertelemiştir. Zira siyasi mücadelenin ‘ölüm-kalım meselesi’ne dönüştüğü bir vasatta, sahici bir uzlaşmanın ortaya çıkması zordur. Süreç, yeni gerginliklere gebe gibi görünüyor. Özellikle KHK’lar, Fetullahçılıkla ilgisi olamayacak kesimlerin bu  yapıyla irtibatlandırılarak tutuklanması,  adalet duygusunun zayıflaması, iktidarın beklenen ölçüde kendisini henüz yenileyememiş olması gibi sebepler yeni gerginliklere zemin hazırlamaktadır. Henüz seçim sath-ı mahalline girilmediği için, taraflar, bir bekleyiş içerisindeler.  Süreç başladığında, son şanslarını kullanacak olan kesimler gerginliği artıracak birtakım hamlelerde bulunmaktan geri durmayacaklar. Önümüzdeki dönemde bu çevrelerin muhtemel amacı, gayrı memnunluğun toplumun değişik kesimleri arasında yaygınlaşmasını, kin ve nefretin artmasını sağlayarak 2019’a kadar Türkiye’yi gerilim halinde tutarak huzursuzluğu yaygınlaştırmaktır. Bu bakımdan şimdiye kadar vuku bulan ve bundan sonra vuku bulabilecek olayların hiçbiri, tesadüfen meydana gelmiş olmayıp, iki yıllık bir stratejide taktik birer hamleden ibarettir/ibaret olacaktır. Operasyon için harekete geçenler mikro düzeydeki tüm fay hatlarının enerji ile doldurulması ve harekete geçirilmesi beklentisi içerisindedirler. Elbette Erdoğan, yeni dönemde, partiyi  yenileyerek bizatihi kendisi yönetmek istemektedir. Çünkü 15 yıllık iktidarı süresince parti epeyce yıpranmıştır ki bu da siyasi partiler için doğal iniş-çıkışlardır (metal yorgunluğu Bu şartlarda yapılması gereken, partiye, yeni bir ‘ruh’ kazandırmaya çalışmaktır.  Erdoğan karizmasını, rasyonel değil geleneksel otoriteye evriltmek istese de bunu geleneksel olmayan bir aygıtla modern devletle yapmaya çalıştığı, üstelik kentlerde refahın tabana az bile olsa ulaşması neticesinde yaşanan orta sınıflaşmanın talepleri ile örtüşmekten giderek uzaklaşması neticesi, artık patinaj yapıyor yani karizma rutinleşmeye başladı.  Referandum sonrasında özellikle sol-sosyalist çevrelerde tartışma “tek adamlık-otoriterlik” ve hatta “halifelik-sultanlık” gibi kısır ve açıkçası oldukça karikatür bir hat üzerinden biçimlenmeye devam ediyor. Bu hattın eninde sonunda gelip kapısına dayandığı nokta ise CHP oluyor. Referandum kampanyasında kullandığı dil üzerine siyasi tartışmalar büyük bir hoşnutsuzlukla devam ederken bu tartışmaların üzerine tuz-biber olarak referandumdan evet çıkması, “hayır” kampanyasının amiral gemisi CHP’yi çok sert bir tartışmanın ortasına atacak gibi gözüküyor.  CHP’nin tüm bu kesimleri kucaklayarak bir anlamda sol ve sol liberal cephenin liderliğini yaparak daha sol ve radikal bir siyaset yapamayacağı ise açık. Evet, CHP bu referandumda son derece akıllıca bir strateji ile makulün temsilini yapan bir siyasi parti oldu. Muhtemelen aynı taktik bir kez daha denenecek ve CHP toplumda makulün temsilcisi olacak, ama bunun CHP tarafından başarılması çok zayıf bir  ihtimaldir. 
 CHP’nin, sekülarist güçlerin bir deprem/felaket/yangın anında toplanma alanı olarak görülmesi, süreklileşen AK Parti iktidarına karşı güçlü mevzi arayışı solda çeşitli kesimleri CHP ile bir ortak payda bulma arayışına ittiği de dikkatlerden kaçmamalı. CHP yönetimi Kürt siyasetinde daha liberal bir söylemi benimsemeye teşne olmakla ve HDP ile yakınlaşmaya açık olmak istese de, bu tabandan dolayı tam tersi bir söylem izliyor. Bu da Kürt coğrafyasında HDP’ye yönelik küskün kitlenin CHP’ye oy vermesini engelliyor ve CHP büyüyemiyor. Ama aynı büyüyememe HDP ve muhalif MHP için de geçerli. HDP bu bölgelerde göçle gelen Kürtler ve kentli orta sınıf radikallerinden oy alabiliyor ve daha ileri gidemiyor. Tam da bu nedenle HDP, CHP’nin ikamesi olamıyor.  Perinçekçi PDA yeni isimleri ile İP/VP (Vatan Partisi)  her zaman siyasal projeksiyonlarını hep bir “güce”/odağa göre ayarlayan Doğu Perinçek ve çizgisi, orduyu bir “stratejik ortak” olarak daima önemsemişti. Orduya gösterilen bu stratejik ilgi, özellikle doksanlarda  İslâmcılığın düşman figürü olarak öne çıkmasıyla da bütünlenir. Perinçek’in İslâmcılığa ilişkin tutumu, Kemalizm’in bu konudaki tehdit algılamasına koşuttur.  Referandumda Evet veren bloğunun dışındaki Hayır cephesi seçimlerde çoklu ittifak sağlayabilecek bir adayla Erdoğan’ın karşısına çıkılırsa onun alt edilebileceğine yönelik ciddi bir umut kazandı ve bu umutları besleyecek bir sosyoloji de mevcut. Buna mukabil son günlerde AB ile de dâhil olmak üzere ikili ilişkilerin düzeltilmesi, bu amaca yönelik  olarak Cumhurbaşkanı’nın ABD, Çin başta olmak üzere yurt dışı ziyaretleri önemli bir fırsattır. Bunun haricinde FETÖ’ye yönelik operasyonlarda daha hassas davranılması, deyim yerindeyse “sap ile saman”ın ayırt edilmesi, orantılı cezalar verilmesi ve suçlamaların iddianamelerle bir an önce hukuki zemine oturtulması, özellikle şu günlerde çokça dillendirilen mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi noktasında hayati öneme haizdir. Liyakat esasına dayalı olmak şartıyla boşalan devlet kadrolarının bir an önce doldurulması, siyasette ilkelerin yeniden egemen kılınması  yapılması gerekenlerin başında gelen diğer hususlardır. Seçimlere doğru iyi veya kötü muhtemelen senaryoların gerçekleşip gerçekleşmemesi, öncelikle siyasi iktidarın takınacağı tavra, ortaya koyacağı yol haritasına bağlı olacaktır.  Bu vesileyle Ramazan ayınızı ve bayramınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını  Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 

 

EDİTÖR                                           Haziran 2017, Sayı:274, Sayfa:1

Türkiye 16 Nisan’da yapılan referandumun ardından dışarda ve içerde hâlâ birtakım ciddi tartışmalar içerisinde. Avrupa “bu referandumdan bir dönüş olabilir” umuduyla(!) hareket ederken Atlantiğin öbür yakasında, en azından entelektüel çevrelerde, referandum sonrası için birtakım arayışlar içerisine girilmiş durumda. Dolayısıyla dışarda Türkiye’nin merkezde olduğu tartışma, sistemin tam olarak uygulanmaya başlanacağı 2019 yılına kadar ve büyük ihtimalle 2019’dan sonra devam edecek. Bu bakımdan 2019 yılında yapılması öngörülen (veya daha erken bir tarihte yapılabilecek olan) seçimler, sadece seçim süreçleri açısından ‘nihai’ bir dönüm noktası olarak görülebilir; fakat hem dışarda hem de içerde kutuplaşmış kesimlerin mücadelelerini bitirmeleri açısından bir son nokta olarak değerlendirilemez. Zira mücadele etmenin birçok çeşidi vardır. Üstelik bu, hayati bir mesele ise, bu durumda başka yöntemlere de başvurulabileceği açıktır. Hâlihazırda aktüel siyasetin yönelimi konusunda birçok belirsizlik olduğu doğrudur. Fakat, kesin olan bir şey var ki, o da, şu: referandum, ülkedeki kutuplaşmayı azaltıcı yönde bir etkide bulunmamıştır, sadece ertelemiştir. Zira siyasi mücadelenin ‘ölüm-kalım meselesi’ne dönüştüğü bir vasatta, sahici bir uzlaşmanın ortaya çıkması zordur. Süreç, yeni gerginliklere gebe gibi görünüyor. Özellikle KHK’lar, Fetullahçılıkla ilgisi olamayacak kesimlerin bu  yapıyla irtibatlandırılarak tutuklanması,  adalet duygusunun zayıflaması, iktidarın beklenen ölçüde kendisini henüz yenileyememiş olması gibi sebepler yeni gerginliklere zemin hazırlamaktadır. Henüz seçim sath-ı mahalline girilmediği için, taraflar, bir bekleyiş içerisindeler.  Süreç başladığında, son şanslarını kullanacak olan kesimler gerginliği artıracak birtakım hamlelerde bulunmaktan geri durmayacaklar. Önümüzdeki dönemde bu çevrelerin muhtemel amacı, gayrı memnunluğun toplumun değişik kesimleri arasında yaygınlaşmasını, kin ve nefretin artmasını sağlayarak 2019’a kadar Türkiye’yi gerilim halinde tutarak huzursuzluğu yaygınlaştırmaktır. Bu bakımdan şimdiye kadar vuku bulan ve bundan sonra vuku bulabilecek olayların hiçbiri, tesadüfen meydana gelmiş olmayıp, iki yıllık bir stratejide taktik birer hamleden ibarettir/ibaret olacaktır. Operasyon için harekete geçenler mikro düzeydeki tüm fay hatlarının enerji ile doldurulması ve harekete geçirilmesi beklentisi içerisindedirler. Elbette Erdoğan, yeni dönemde, partiyi  yenileyerek bizatihi kendisi yönetmek istemektedir. Çünkü 15 yıllık iktidarı süresince parti epeyce yıpranmıştır ki bu da siyasi partiler için doğal iniş-çıkışlardır (metal yorgunluğu Bu şartlarda yapılması gereken, partiye, yeni bir ‘ruh’ kazandırmaya çalışmaktır.  Erdoğan karizmasını, rasyonel değil geleneksel otoriteye evriltmek istese de bunu geleneksel olmayan bir aygıtla modern devletle yapmaya çalıştığı, üstelik kentlerde refahın tabana az bile olsa ulaşması neticesinde yaşanan orta sınıflaşmanın talepleri ile örtüşmekten giderek uzaklaşması neticesi, artık patinaj yapıyor yani karizma rutinleşmeye başladı.  Referandum sonrasında özellikle sol-sosyalist çevrelerde tartışma “tek adamlık-otoriterlik” ve hatta “halifelik-sultanlık” gibi kısır ve açıkçası oldukça karikatür bir hat üzerinden biçimlenmeye devam ediyor. Bu hattın eninde sonunda gelip kapısına dayandığı nokta ise CHP oluyor. Referandum kampanyasında kullandığı dil üzerine siyasi tartışmalar büyük bir hoşnutsuzlukla devam ederken bu tartışmaların üzerine tuz-biber olarak referandumdan evet çıkması, “hayır” kampanyasının amiral gemisi CHP’yi çok sert bir tartışmanın ortasına atacak gibi gözüküyor.  CHP’nin tüm bu kesimleri kucaklayarak bir anlamda sol ve sol liberal cephenin liderliğini yaparak daha sol ve radikal bir siyaset yapamayacağı ise açık. Evet, CHP bu referandumda son derece akıllıca bir strateji ile makulün temsilini yapan bir siyasi parti oldu. Muhtemelen aynı taktik bir kez daha denenecek ve CHP toplumda makulün temsilcisi olacak, ama bunun CHP tarafından başarılması çok zayıf bir  ihtimaldir.  CHP’nin, sekülarist güçlerin bir deprem/felaket/yangın anında toplanma alanı olarak görülmesi, süreklileşen AK Parti iktidarına karşı güçlü mevzi arayışı solda çeşitli kesimleri CHP ile bir ortak payda bulma arayışına ittiği de dikkatlerden kaçmamalı. CHP yönetimi Kürt siyasetinde daha liberal bir söylemi benimsemeye teşne olmakla ve HDP ile yakınlaşmaya açık olmak istese de, bu tabandan dolayı tam tersi bir söylem izliyor. Bu da Kürt coğrafyasında HDP’ye yönelik küskün kitlenin CHP’ye oy vermesini engelliyor ve CHP büyüyemiyor. Ama aynı büyüyememe HDP ve muhalif MHP için de geçerli. HDP bu bölgelerde göçle gelen Kürtler ve kentli orta sınıf radikallerinden oy alabiliyor ve daha ileri gidemiyor. Tam da bu nedenle HDP, CHP’nin ikamesi olamıyor.  Perinçekçi PDA yeni isimleri ile İP/VP (Vatan Partisi)  her zaman siyasal projeksiyonlarını hep bir “güce”/odağa göre ayarlayan Doğu Perinçek ve çizgisi, orduyu bir “stratejik ortak” olarak daima önemsemişti. Orduya gösterilen bu stratejik ilgi, özellikle doksanlarda  İslâmcılığın düşman figürü olarak öne çıkmasıyla da bütünlenir. Perinçek’in İslâmcılığa ilişkin tutumu, Kemalizm’in bu konudaki tehdit algılamasına koşuttur.  Referandumda Evet veren bloğunun dışındaki Hayır cephesi seçimlerde çoklu ittifak sağlayabilecek bir adayla Erdoğan’ın karşısına çıkılırsa onun alt edilebileceğine yönelik ciddi bir umut kazandı ve bu umutları besleyecek bir sosyoloji de mevcut. Buna mukabil son günlerde AB ile de dâhil olmak üzere ikili ilişkilerin düzeltilmesi, bu amaca yönelik  olarak Cumhurbaşkanı’nın ABD, Çin başta olmak üzere yurt dışı ziyaretleri önemli bir fırsattır. Bunun haricinde FETÖ’ye yönelik operasyonlarda daha hassas davranılması, deyim yerindeyse “sap ile saman”ın ayırt edilmesi, orantılı cezalar verilmesi ve suçlamaların iddianamelerle bir an önce hukuki zemine oturtulması, özellikle şu günlerde çokça dillendirilen mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi noktasında hayati öneme haizdir. Liyakat esasına dayalı olmak şartıyla boşalan devlet kadrolarının bir an önce doldurulması, siyasette ilkelerin yeniden egemen kılınması  yapılması gerekenlerin başında gelen diğer hususlardır. Seçimlere doğru iyi veya kötü muhtemelen senaryoların gerçekleşip gerçekleşmemesi, öncelikle siyasi iktidarın takınacağı tavra, ortaya koyacağı yol haritasına bağlı olacaktır.  Bu vesileyle Ramazan ayınızı ve bayramınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını  Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 

                                                                                                                         Umran


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348