Editör Kasım 2020, Sayı: 315, Sayfa: 1
Modernlik öncesi Batı, tahrif edilmiş dine dayanarak hareket ediyor, İslâm’la mücadelesini kabaca İslâmî şiarlara iftira atmaya dayandırıyordu. Kur’ân’a, peygamberimize karşı yaptığı hakaretleri Hıristiyanlığı öne sürerek meşrulaştırıyordu. İslâm’la şimdiki mücadelesi Hıristiyanlık adına değil, müşrik yahut cahili bir kültüre göre oluşturduğu hayat anlayışını ikamesi adınadır. Ancak bunu yaparken Hıristiyanlık ve Yahudilikten yararlanmıyor değildir. Modern tutumu sırf İslâm değil, genelde din karşıtıdır. Ancak aktifliği nedeniyle özel olarak İslâm karşıtıdır. Macron gibi cahiliye kanı bitlenen siyasiler de böylesi bir tutumun aktörleridirler.
Avrupa’nın son yıllarda İslâm’a ve Müslümanlara karşı sergilediği tavır, sürekli kendini yücelttiği değerlerin geçerliliğini yitirdiğini göstermektedir. İslâm düşmanlığı maraziliğine kapılan Avrupa, söylendiği gibi rasyonel, özgürlükçü, eşitlikçi, tolerans sahibi, birey ve grupların yaşama imkânını geliştiren, farklı kültürleri bünyesinde barındıran bir uygarlık olmadığını göstermektedir. Yaşanabilir Hollanda Partisi kurucusunun, kimliğini, ülkenin liberal değerlerini ‘geri’ İslâm kültüründen korumak şeklinde açıklaması sebepsiz değil. İslâm topluluklarını dışarıda bırakan Batı merkezli ifade özgürlüğü safsatası yalancının mumunun söndüğünün açık ilanıdır.
Afrika’da Fransa’nın siyasi nüfuzunun azaldığını fark eden Macron, 2018 yılında âdeta yeni bir Pavlus edasıyla İslâmiyet’te bir reform yapılması ve bunun üzerinden İslâm’ın Batı değerleriyle uyumunun sağlanması istikâmetindeki “Fransa İslâm”ı projesini ilan etmiştir. Siyasal varlığını İslâm karşıtlığı üzerinden inşa eden ve proje sürecinin Fransa’da yaşayan Müslümanların gönüllü bir kabul göstermeyeceğini düşünen Macron, Ekim ayının başında durduk yere İslâm’ın, kendilerinin cumhuriyetçi değerleriyle uyuşmadığını ve kriz içerisinde olduğunu, terör ürettiğini ifade etti.
Macron, Batı’nın bilinçaltında yer alan ama aslında yönetme konseptinin bir gereği olan “şeytanlaştırma” ve “kötüleştirme” tezini yeniden gündeme getirdi. O’nun İslâm hakkındaki zanlarının ve stratejisinin Rothschild ve Lehman Brothers gibi uluslararası yapıların ileri gelenlerinin vehimleri ve stratejileri olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple Batılı emperyalist sermayenin yeni stratejisinin başta Fransa olmak üzere İslâmî düşünceyi kontrol altına almak olduğu anlaşılıyor.
Aslında Batı’da İslâm ve Müslümanlarla ilgili ortaya konulan her proje Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra “Batı’nın yeni düşmanı İslâm’dır.” şeklindeki anlayış değişimi ile birebir ilişkilidir. Bu değişim, dünyanın siyasi ve stratejik dengelerini değiştiren 11 Eylül ile hızlandırılmış, Samuel P. Huntington’un medeniyetler çatışması adım adım dünya siyasetinin temel düsturu hâline gelmiştir.
Bu bağlamda Batı dünyasının ırkçı, ayrımcı, köleci ve köleli tutumunu yansıtan ehlileştirilmiş bir İslâm anlayışı, yani “İslâmsız bir Müslümanlık” ihdas etme arayışı sürüyor. Politik faydacılığın oluşturduğu bu gerçeklik kaybı çok farklı alanlara da sirayet ediyor. Batı Avrupa’da artan Müslüman nüfusun etkileri ile alakalı son dönemde Fransız düşünürlerin yazdığı bazı eserlerde ise Müslüman azınlıkların çoğunluğu oluşturduğu şehrin dış mahalleleri için “cumhuriyetin kaybedilmiş toprakları”, “laiklik ve demokrasinin geçersiz olduğu vahşi topraklar.” gibi dışlayıcı kavramlar kullanılmıştır. Bu yaklaşım, sadece akademisyen ve entelektüeller düzeyinde olmayıp halk düzeyinde de var olan bir yaklaşımdır.
Mesele şu: Kültürel gelişmesinin sonunda medeniyetler güven duygusunu yitirir ve yapay bir güvenlik sistemi kurmaya kalkışır. Gerçekten de Batı bugün, (tüm maddi gücüne rağmen) ontolojik güven duygusunu kaybetmiştir. Kendini yeterince güvende hissetmemektedir. Bir kendine güven demek olan ontolojik güven duygusu yıkıldığı yerde özel bir güvenlik sistemi oluşturma ihtiyacı doğar. Bu dönem, medeniyetin öncül ve hedeflerinin de ıskalandığı bir aşamadır. Bu yönüyle Batı’nın krizi çok büyük ve derindir. Batı dünyası politik yapısıyla açık bir şekilde sırf Müslüman kimlikli bir insan kesiminin değil, bizzat İslâm dininin karşısındadır. İslâm’ın bir krizi yok, krizde olan Batıdır. Dozajı gittikçe artan krizlerinin sebebinin de İslâm olduğunu düşünmektedirler.
Öte yandan küresel emperyalist kapitalist sistem, kendisine muhalefet potansiyeli taşıyan kişi ve kurumları önce kendi cephesinin ince müttefiki yaparak kullanmakta, çeşitli strateji ve taktiklerle yeni kapitalist süreçte onları dönüştürmektedir. Böylece, hem kendine yeni ve usta savaşçılar oluşturmakta hem de kendini her şartta bir tür tekrar üreterek hükümranlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu tür operasyonlarla istediği konuma getiremediklerini ise etkisizleştirmeye, yozlaştırmaya ve yok etmeye çalışmaktadır.
Avrupamerkezci Macron’un İslâm’a aydınlanmacılık önerirken İslâm’ı dünyevileştirme maksadını açığa vurması da bununla alakalı. Dar kafalılığıyla “Fransız aydınlanmacılığı” diyerek İslâm ile uzlaşma aradığını göstermek istese de bir mutasyon arzuladığı aşikâr. Bunu Mekkeli cahiliyenin temsilcileri de Peygamberimiz’e (s.) önermişti. “Bir yıl sen bizim taptıklarımıza tap, bir yıl da biz senin önerdiğin tanrıya tapalım; hangisi faydamıza ise ona tabi olalım.” demişlerdi. Bu teklif Allah’ın resûlü tarafından reddedilmiş, üstelik “Kâfirun Suresi” ile de reddiye nas hâlinde çok net bir şekilde ifade edilmişti: “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”
Şu günlerde bir taraftan ABD seçimlerine yaklaşırken Batı dışı dünyanın, çevrelemeler ve yalnızlaştırmalarla örülü siyasi ama temelde fikri bir sıkışmışlık içinde yaşadığı görülüyor. Durum ne olursa olsun insanlık düşmanı küresel kapitalizmin sonu da yakındır. Yeter ki insanlığın fıtratından bir alternatif neşvünema bulsun, insanlık vicdanı ve ahlak ayaklansın. Tam da bunun farkında olan Batı ve küresel emperyalist güçler insanın ve insanlığın yegâne umudu ve geleceği olan İslâm’a ve Müslümanlara saldırmaktan ve onları manipüle etmekten geri durmamaktadır. Ama bunun ona bir faydası olmayacak ve mukadder akıbetinden kaçamayacaktır.
Ne var ki Batılılar kendi batılları içinde debelenmeye devam ederken İslâm dünyası iyi bir hâl üzerinde bulunmamakta, Müslümanlar İslâm’a yakışmamaktadır. Dünya, İslâm hakkındaki hükmünü bizlerden gördüğü Müslümanlık ile vermektedir. İslâmiyet güneş gibidir ama bizi gerçeğe yabancılaştıran durumlar zirve yaptığı için anlayışımız yerlerde sürünmektedir. Zihinsel, entelektüel, ideolojik, politik, kültürel saldırılara cevap veremiyoruz. Bu yüzden dosdoğru yolda istikamet üzere hareket etmek, merhamet, rikkat, tefekkür, tezekkür, gibi diğer başka değerleri ayağa kaldırmalıyız.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle...
Umran