Tuhaf Zamanlar

     Editör                                                              Şubat 2011, Sayı: 198, Sayfa: 1

 

Başlığı ünlü tarihçi Eric Hobsbawm’dan ödünç aldık. Onun yaşam öyküsüne verdiği ad ilginç. 1917
doğumlu Eric Hobsbawm’ın 80 yaşın üzerinde kaleme aldığı ve Tuhaf Zamanlar (Interesting Times)
adını verdiği özyaşam öyküsü entelektüel vaadi kıt olan metinlerden değil. Hobsbawm’ı yaşamının her
dönemecinde, her on yılında ona mutluluk ve aynı zamanda acı veren bir ilişki olarak tarif ettiği dünya görüşü
ve örgütlülükle bağlarına dair ilginç bir hesaplaşma buluyoruz.
Yaşadığımız zaman dilimlerini, uzak ve yakın tarihi onar yıllık dilimlere ayırarak bakmanın önemi
yadsınamaz. Tuhaflık ya da ilginçlik içinde geçen ömürleri, farklılık gösteren çeşitli özellikleri, farklı on yıllara
yayılmış yaşam serüvenlerinin çeşitli tarihsel deneyimlerle çakışan, genel olarak bilinenlere uyan ve uymayan
yönler onar yıllık aralıklarda daha rahat bulunabilir.
Yakın zamanlarda herkesin yaşamına derin izler nakşetmiş İslamcılığın, önce, kimlik ve ardından yaşanan
politikleşme deneyimi ile bir tür hayatta kalma, var olma savaşını kazanmasına rağmen iktidar deneyimi ve
darbeler sonrasında yolunu, yönünü şaşırmış bir duruma gelişi üzerinde çokça söz söylen(e)miyor. İslamcılığın
yeniden tanımlanmasından söz ediliyor ama bu daha çok liberal az da olsa sosyalist yelpazeye savrulmakla eş
anlamlı hale getiriliyor neredeyse. Bu sayımızda bu konuya kısmen değinen yazılar ve söyleşiler yer alıyor.
Tunus devrimi bağlamı da sayının biraz daha somut hale gelmesini sağladı bir bakıma. Bu açıdan, John L.
Esposito ile Liberalizm, İslam ve Sekülarizm üzerine yapılan söyleşi oldukça önemli. İslam’ın ve İslamcılığın
liberal paradigma ile ilişkisini sorgularken kullanılacak kelimelere dikkat etmek gerekiyor. En az bunun kadar,
İslam ve Müslümanlığın düşünme biçimini ve formunu, hangi kriterlere göre okuduğumuza da bakmalı.
Esposito söyleşisi, bu zihinsel ve entelektüel iktidar meselesi üzerinden değerlendirilmeye ihtiyaç duyan bir
söyleşi. Mustafa Tekin ise aslı itibarıyla politik alanda konuşulan bir kavram olmakla birlikte, bir pragmatizmi
beslediği ölçüde bir boyutuyla kitlelere de değmekte olan reelpolitik kavramı üzerinden iktidar tecrübelerine
dikkat kesilmekte. Bir yandan AKP’nin hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da hatta bu günlerde Tunus’ta
tartışmasız en doğru İslami model olarak sunulduğu, diğer yandan endişeli modernlerin içki tartışmaları
üzerinden şeriat sendromlarının tekrardan depreştiği bir düzlemde, meseleye çok daha geniş ve kapsayıcı bir
perspektifle yaklaşan Cihan Tuğal’la Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi kitabı çerçevesinde
yapılan söyleşi İslamcılık tecrübesinin pek fark edilmeyen yanları üzerine oldukça farklı bir bakış açısı sunması
bakımından oldukça önemli. Tuğal, geçmişi basit bir şekilde keşfetmek niyetinde değil, asıl onu açıklamaya
çalışmasıyla öne çıkıyor. Üstelik bunu bugünle bağlantılandırarak yapmakta. Sonuç olarak, Pasif Devrim’de
beğenelim ya da beğenmeyelim, İslamcılık tarihine, Türkiye’deki ve dünyadaki İslamcılık deneyimlerine ve
açmazlarına dair, bu konuda oldukça dikkatli bir profesyonelin, bir akademisyenin gözlemleri yer alıyor. Bilgi
ve yaşam deneyimleri ışığında bizim için de halen önem taşıyan tartışma alanlarına değiniyor Cihan Tuğal.
Okumaya az zaman ayırdığımız şu günlerde fazla uzun görünse de gözümüze değer...
Dergimizde yoğun olarak yer alan bir konu da Tunus’ta yaşanan devrime ışık tutan yazılar. Bu yazılardan
ilki Cevat Özkaya’ya ait. Diğeri ise bağımsızlık sonrası süreçte Tunus’ta neler yaşandığını özetlemesi bakımından
önemli bulduğumuz Raşid Gannuşi’ye ait bir metin.Bu metin ayrıca Gannuşi’nin siyasal ve entelektüel
perspektifinin açık biçimde görülmesini sağlayan söyleşi ile birlikte okunduğunda hayli anlamlı olacaktır.
Mustafa Aydın, iş işten geçtikten sonra akılların başa gelmesinin pek önemli olmadığının altını çizen
bir yazıyla dergide yer alıyor. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Tasarısı Taslağı’nın yasalaştırılması
çalışmalarına değiniyor. Akıl başa sonradan gelir mi, belki de gelir... ama garantisi yoktur, belki de hiç gelmez.
Geleceğe dair bir umut beslenmesi gerektiğini düşünüyoruz, ama eğer bir şey yaparsak... Yoksa halimiz
harap. Hobsbawm’dan bir alıntıyla bağlayalım: “Bununla birlikte, tatmin edici olmayan zamanlarda bile elimiz
kolumuz bağlı kalmayalım. Sosyal adaletsizliğin ifşa edilmesi ve ona karşı mücadele hâlâ gerekli. Dünya
kendi başına bırakılırsa daha iyiye gitmeyecek.”
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Umran

     Başlığı ünlü tarihçi Eric Hobsbawm’dan ödünç aldık. Onun yaşam öyküsüne verdiği ad ilginç. 1917 doğumlu Eric Hobsbawm’ın 80 yaşın üzerinde kaleme aldığı ve Tuhaf Zamanlar (Interesting Times) adını verdiği öz yaşam öyküsü entelektüel vaadi kıt olan metinlerden değil. Hobsbawm’ı yaşamının her dönemecinde, her on yılında ona mutluluk ve aynı zamanda acı veren bir ilişki olarak tarif ettiği dünya görüşü ve örgütlülükle bağlarına dair ilginç bir hesaplaşma buluyoruz.

     Yaşadığımız zaman dilimlerini, uzak ve yakın tarihi onar yıllık dilimlere ayırarak bakmanın önemi yadsınamaz. Tuhaflık ya da ilginçlik içinde geçen ömürleri, farklılık gösteren çeşitli özellikleri, farklı on yıllara yayılmış yaşam serüvenlerinin çeşitli tarihsel deneyimlerle çakışan, genel olarak bilinenlere uyan ve uymayan yönler onar yıllık aralıklarda daha rahat bulunabilir.

     Yakın zamanlarda herkesin yaşamına derin izler nakşetmiş İslamcılığın, önce, kimlik ve ardından yaşanan politikleşme deneyimi ile bir tür hayatta kalma, var olma savaşını kazanmasına rağmen iktidar deneyimi ve darbeler sonrasında yolunu, yönünü şaşırmış bir duruma gelişi üzerinde çokça söz söylen(e)miyor. İslamcılığın yeniden tanımlanmasından söz ediliyor ama bu daha çok liberal az da olsa sosyalist yelpazeye savrulmakla eş anlamlı hale getiriliyor neredeyse. Bu sayımızda bu konuya kısmen değinen yazılar ve söyleşiler yer alıyor. Tunus devrimi bağlamı da sayının biraz daha somut hale gelmesini sağladı bir bakıma. Bu açıdan, John L.Esposito ile Liberalizm, İslam ve Sekülarizm üzerine yapılan söyleşi oldukça önemli. İslam’ın ve İslamcılığın liberal paradigma ile ilişkisini sorgularken kullanılacak kelimelere dikkat etmek gerekiyor. En az bunun kadar, İslam ve Müslümanlığın düşünme biçimini ve formunu, hangi kriterlere göre okuduğumuza da bakmalı. Esposito söyleşisi, bu zihinsel ve entelektüel iktidar meselesi üzerinden değerlendirilmeye ihtiyaç duyan bir söyleşi. Mustafa Tekin ise aslı itibarıyla politik alanda konuşulan bir kavram olmakla birlikte, bir pragmatizmi beslediği ölçüde bir boyutuyla kitlelere de değmekte olan reel politik kavramı üzerinden iktidar tecrübelerine dikkat kesilmekte. Bir yandan AKP’nin hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da hatta bu günlerde Tunus’ta tartışmasız en doğru İslami model olarak sunulduğu, diğer yandan endişeli modernlerin içki tartışmaları üzerinden şeriat sendromlarının tekrardan depreştiği bir düzlemde, meseleye çok daha geniş ve kapsayıcı bir perspektifle yaklaşan Cihan Tuğal’la Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi kitabı çerçevesinde yapılan söyleşi İslamcılık tecrübesinin pek fark edilmeyen yanları üzerine oldukça farklı bir bakış açısı sunması bakımından oldukça önemli. Tuğal, geçmişi basit bir şekilde keşfetmek niyetinde değil, asıl onu açıklamaya çalışmasıyla öne çıkıyor. Üstelik bunu bugünle bağlantılandırarak yapmakta. Sonuç olarak, Pasif Devrim’de beğenelim ya da beğenmeyelim, İslamcılık tarihine, Türkiye’deki ve dünyadaki İslamcılık deneyimlerine ve açmazlarına dair, bu konuda oldukça dikkatli bir profesyonelin, bir akademisyenin gözlemleri yer alıyor. Bilgi ve yaşam deneyimleri ışığında bizim için de halen önem taşıyan tartışma alanlarına değiniyor Cihan Tuğal. Okumaya az zaman ayırdığımız şu günlerde fazla uzun görünse de gözümüze değer...

     Dergimizde yoğun olarak yer alan bir konu da Tunus’ta yaşanan devrime ışık tutan yazılar. Bu yazılardan ilki Cevat Özkaya’ya ait. Diğeri ise bağımsızlık sonrası süreçte Tunus’ta neler yaşandığını özetlemesi bakımından önemli bulduğumuz Raşid Gannuşi’ye ait bir metin. Bu metin ayrıca Gannuşi’nin siyasal ve entelektüel perspektifinin açık biçimde görülmesini sağlayan söyleşi ile birlikte okunduğunda hayli anlamlı olacaktır.

     Mustafa Aydın, iş işten geçtikten sonra akılların başa gelmesinin pek önemli olmadığının altını çizen bir yazıyla dergide yer alıyor. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Tasarısı Taslağı’nın yasalaştırılması çalışmalarına değiniyor. Akıl başa sonradan gelir mi, belki de gelir... ama garantisi yoktur, belki de hiç gelmez.

     Geleceğe dair bir umut beslenmesi gerektiğini düşünüyoruz, ama eğer bir şey yaparsak... Yoksa halimiz harap. Hobsbawm’dan bir alıntıyla bağlayalım: “Bununla birlikte, tatmin edici olmayan zamanlarda bile elimiz kolumuz bağlı kalmayalım. Sosyal adaletsizliğin ifşa edilmesi ve ona karşı mücadele hâlâ gerekli. Dünya kendi başına bırakılırsa daha iyiye gitmeyecek.”

     Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.

                                                                                                              Umran

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353