Umran'dan

 

Editör                                                                  Mart 2000, Sayı: 67, Sayfa: 1

“Soğuk Savaş”.  İlk kez 1947’de Amerikan Kongresi’ndeki bir görüşmede Başkanlık Danışmanı Bernard Baruch tarafından kullanılmış bir kavram. İkinci Dünya Savaşı ertesinde başlayıp 1980’lerin  sonlarına kadar, ABD ve SSCB ile müttefikleri arasında, siyasi, ekonomik, psikolojik mücadeleler biçiminde devam eden ideolojik düşmanlık. İki süper güç arasında doğrudan ve açık bir askeri çatışmanın yani “sıcak savaş”ın gerçekleşmeyip, dolaylı ve sınırlı çatışmalar düzeyinde kalması ve daha çok “Propaganda Savaşı”nın  egemen olması (Selahaddin Ayaz’ın ‘Helsinki Gerçekten Nihai mi?’ yazısında bu konu irdelenmektedir.), bu döneme “Soğuk Savaş Dönemi” isminin verilmesinin en temel gerekçesi gibi gözüküyor.

Soğuk Savaş Dönemi’nde ABD’nin patronajlığındaki sözümona “Hür Dünya”, bütün ekonomik, askeri, diplomatik ve psikolojik imkan ve potansiyelini bir  tek “şer” gücün; “Komünizm”in yeryüzünden tasfiyesi için kullanmıştı. Sun’î biçimde abartıldığı yıkıldıktan sonra anlaşılan dehşetengiz “Komünist” tehdit, 1990’a gelindiğinde simgesel “utanç duvarı”nın yıkılmasıyla bir anda ortadan kalkıvermişti. ABD, Batı ve “anti-komünist” savunma örgütü NATO  bir anda meşruiyet krizinin içine yuvarlanmış, varlık sebebini izahtan aciz kalmıştı. Samuel Huntington’un ifadesi ile, tarih boyunca “hep kendisini bir şeyin karşıtı olarak tanımlayan” ABD (ve onun güdümündeki NATO), kendi kimliğini şekillendirecek bir “düşman” olmadan nasıl “var” olabilecekti? Diğer bir ifadeyle “kime karşı olduğunu” bilmeden, “Kim olduğunu” nasıl bilecekti? (Bkz. Avrasya Dosyası, 1994, 1/1)

Neyse ki, komünist “demir perde”nin çatırdamaya başladığı 80’lerde ABD-Batı bloku için yeni bir “baş belası” uç vermeye başlamıştı. Artık, “Soğuk Savaş”ın, yani “Propaganda Savaşı”nın yönü değişebilir, yaklaşık yarım asır boyu kazanılan psikolojik savaş deneyimleri  “yeni global düşman”a karşı kullanılabilirdi. Eh, bu savaşın adını da Mark Juergensmeyer’in teklif ettiği gibi “Yeni SoğukSavaş” koymakta bir beis yoktu.

Juergensmeyer’in “dini nasyonalizm” diye isimlendirdiği, kimilerinin de “fundamentalizm”, “dini fanatizm” ya da “3. Dünya Terörizmi” şeklinde tanımladığı farklı, yepyeni ve biraz da “sanal” bir tehdit yelpazesiydi sözkonusu olan. NATO Konsepti’ne  (8. madde) yansıdığı biçimiyle; “çok boyutlu, çok sinsi, çok cepheli, çok yönlü, önceden bilinirliği son derece düşük tehdit ve tehlikeler”den (Bkz. NATO Konsepti- 1991, Umran 1999/60) söz ediliyorsa da, “odak düşman” İslam’dı.

Bir Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin şöyle dediğini aktarıyor Mark Jurgensmeyer (The New Cold War: Yeni Soğuk Savaş, 1993, s. 195): “30-40 yıl önce Komünizm’le ilgilendiğimizden çok daha fazla bugün İslam’la ilgilenmek zorundayız.”

Evet,  2000’lerin başında “dondurucu” rüzgarlarını ense kökümüzde iyiden iyiye hissetmeye başladığımız “Yeni Soğuk Savaş”ın boy hedefi İslam’dır artık. Bazı müslüman ülkelerin savunma amaçlı nükleer teknoloji çabaları (Örneğin Pakistan) “İslam bombası” yaygarası ile mahkum edilmeli, kimi silahlardan “Kıyamet topları” diye söz edilmeli, işgalci devletlere (Rusya, İsrail vb.) karşı mücadele eden müslümanlar “terörist” diye damgalanmalı, bütün olumsuz ve sevimsiz, hatta tiksinç eylemler, uygulamalar onlara mal edilmeli; hasılı psikolojik savaşın bütün okları aynı hedefi dövmelidir.

Türkiye dahil bütün bir İslam dünyasında “Yeni Soğuk Savaş”ın yerli taşeronlarca yürütülen değişik biçimlerine tanık olmaktayız ve olacağız. Zira “seküler” temele dayalı “global düzen”e alternatif üretebilecek felsefi ve kültürel potansiyele sahip yegane din İslam’dır. Batılı sömürgeciliğin, önünde en büyük engel ve muhtemel rakip olarak gördüğü İslam’ı terörizm, şiddet ve fanatizmle “özdeş” göstererek; yeniden tarih sahnesine çıkmasını önlemeye, bitirip tüketmeye  çalıştığı ayan-beyan ortada (Yusuf Kaplan, kendisiyle yaptığımız röportajda bu “küresel proje”ye dikkat çekiyor.) Ancak, müslümanların kendilerini yeniden keşfetmeleri ve köklerine yönelmeleriyle parıldayan İslam’ın nurunu, sinsi tuzaklarla, desise ve komplolarla “süreç”lerle karartmak mümkün olmayacaktır.


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353