Bu yılın başından beri gündem ve dünya oldukça hareketliydi. Bir yandan Arap dünyasında
reformsu devrimler meydana geldi, diğer taraftan Türkiye’de politik gerilim arttıkça
arttı. Seçim sürecinde ise fazlasıyla ciddiye bindi. Ortadoğu’da Tunus’la başlayan,
Mısır ve Suriye ile devam eden hareketler yalnızca bu ülkelerde yaşayan topluluklarda değil,
bütün dünyada heyecan uyandırdı.
Sonuçta, hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da ve tabii ki dünyada sürdürülen tartışmalar
ve mücadelelerin üzerini kimi zaman örttüğü, kimi zaman da görünür kıldığı dünya sisteminin
ideolojik boyutuna ilişkin yaklaşımlar bir biçimde izlenmekte. Gerçekten de burada
cevaplandırılması gerekli en önemli soru bundan sonra nelerin olabileceğidir. Bilindiği üzere
sokaktaki kitleler, kendilerini yöneten diktatörlerin idareyi bırakmalarını, halkın iradesine
saygılı hükümetlerin oluşturulmasını ve yaşanan sefalete çözümler üretilmesini istemektedirler.
Özellikle demokratik olarak nitelendirilen talepler bunların başında gelmektedir. Bu konu kimi
zaman tarihin sonu tezinin doğrulanması olarak da okundu. Hatırlanacağı üzere Fukuyama
şöyle demişti yıllar önce: “Şahitlik ettiğimiz şey, soğuk savaşın sona ermesi veya savaş sonrası,
tarihi bir dönemin son bulması değil; tarihin sona ermesidir aslında. Ki bu, insanoğlunun
geçirdiği ideolojik evrimin son hali, Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi, yani insan iktidarının
geldiği son noktadır.” Kapitalizm-liberalizm’in rakipsizliği ile ilgili bir durum tespitine
dayanmakta olan bu tespit, dünyanın tek yanlı bir yorumuna dayandırılmakta ve kapitalizmliberalizm’in
geldiği tıkanma noktalarını ise görmezlikten gelmektedir.
Reformsu devrimlerin dünya görüşü boyutunu ‘bizim derdimiz bize yeter’ diyenler görmek
istemese de konuşulması gereken esas nokta olduğu ifade edilebilir. Bu ise (neo)liberalizm
başta olmak üzere değişim, demokrasi, özgürlük, katılım ve elbette bu sürece ilişkin olarak
Müslümanların geliştirdiği teorik ve pratik çözümlerin yeniden konuşulmasını gerektirir.
Ortadoğu’da meydana gelen değişmeleri eleştirel bir dikkatten uzak biçimde ‘devrim’ ve
‘bahar’ özlemi ile yorumlayanlar, bu yaklaşımlarına dair kısmi eleştirellik barındıran her yoruma
derin bir şüphe ile yaklaşıyordu. Libya ,Suriye, Bahreyn gibi ülkelerdeki olaylar patlak
verince, Ortadoğu baharına ilişkin iyimserlik havası bütünüyle olmasa da önemli ölçüde kayboldu.
Libya ve özellikle Suriye söz konusu olduğunda Türkiye’nin Ortadoğu politikasında
ciddi bir aksamanın olduğunu söyleyebiliriz.
Değişimin olduğu muhakkak. Günümüzün Nemrutları ve Firavunları olan diktatörlükler
de bir biçimde değişim zorunluluğunu hissetmekte. Halkların haklı talepleri bir yana dünya
düzeni de bundan hayli memnun gözükmekte. Yeni dönemde demokratikleşme süreci buradaki
yerli halklardan daha fazlasıyla Batı için işlevsel gözükmektedir. Çünkü bu süreçten yerli
halklar bir yarar sağlayıp İslâm ile demokrasi arasında bir uyum yaşanabildiği oranda demokrasiye
olan güven de o denli güçlü olacak, bu ise Batının İslâm ile ilgili kaygılarını azaltacaktır.
Halkların geriliminin azaltılmasının yanında bu gelişmeden İslâm adına ne gibi avantaj ve dezavantajın
doğabileceğini ise zaman gösterecektir. İşte bu arka plan içinde bu sayımızda değişimin
dili üzerine odaklanan bir dosya ile karşınızdayız: Abdurrahman Arslan, Ümit Aktaş, Mustafa
Aydın, Muhammed Şankıti ve daha pek çok ismin yazıları üzerinden değişimin diline ilişkin
zaman zaman farklı da olabilen yorumlar bir anlamda sahici bir toplumsal ihtiyaca mebni olan
sürecin henüz nihai olarak tamama ermediğini de göstermektedir.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Umran
DEĞİŞİMİN DİLİ
LİBERALİZM, TARİHİN SONU VE REFORMSU DEVRİMLER
Ayda Bir Merhaba
Editör Haziran 2011, Sayı: 202, Sayfa: 1
Bu yılın başından beri gündem ve dünya oldukça hareketliydi. Bir yandan Arap dünyasında reformsu devrimler meydana geldi, diğer taraftan Türkiye’de politik gerilim arttıkça arttı. Seçim sürecinde ise fazlasıyla ciddiye bindi. Ortadoğu’da Tunus’la başlayan, Mısır ve Suriye ile devam eden hareketler yalnızca bu ülkelerde yaşayan topluluklarda değil, bütün dünyada heyecan uyandırdı.
Sonuçta, hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da ve tabii ki dünyada sürdürülen tartışmalarve mücadelelerin üzerini kimi zaman örttüğü, kimi zaman da görünür kıldığı dünya sisteminin ideolojik boyutuna ilişkin yaklaşımlar bir biçimde izlenmekte. Gerçekten de burada cevaplandırılması gerekli en önemli soru bundan sonra nelerin olabileceğidir. Bilindiği üzere sokaktaki kitleler, kendilerini yöneten diktatörlerin idareyi bırakmalarını, halkın iradesine saygılı hükümetlerin oluşturulmasını ve yaşanan sefalete çözümler üretilmesini istemektedirler. Özellikle demokratik olarak nitelendirilen talepler bunların başında gelmektedir. Bu konu kimi zaman tarihin sonu tezinin doğrulanması olarak da okundu. Hatırlanacağı üzere Fukuyama şöyle demişti yıllar önce: “Şahitlik ettiğimiz şey, soğuk savaşın sona ermesi veya savaş sonrası, tarihi bir dönemin son bulması değil; tarihin sona ermesidir aslında. Ki bu, insanoğlunun geçirdiği ideolojik evrimin son hali, Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi, yani insan iktidarının geldiği son noktadır. ” Kapitalizm-liberalizm’in rakipsizliği ile ilgili bir durum tespitine dayanmakta olan bu tespit, dünyanın tek yanlı bir yorumuna dayandırılmakta ve kapitalizm liberalizm’in geldiği tıkanma noktalarını ise görmezlikten gelmektedir.
Reformsu devrimlerin dünya görüşü boyutunu ‘bizim derdimiz bize yeter’ diyenler görmekistemese de konuşulması gereken esas nokta olduğu ifade edilebilir. Bu ise (neo)liberalizm başta olmak üzere değişim, demokrasi, özgürlük, katılım ve elbette bu sürece ilişkin olarak Müslümanların geliştirdiği teorik ve pratik çözümlerin yeniden konuşulmasını gerektirir. Ortadoğu’da meydana gelen değişmeleri eleştirel bir dikkatten uzak biçimde ‘devrim’ ve ‘bahar’ özlemi ile yorumlayanlar, bu yaklaşımlarına dair kısmi eleştirellik barındıran her yoruma derin bir şüphe ile yaklaşıyordu. Libya ,Suriye, Bahreyn gibi ülkelerdeki olaylar patlak verince, Ortadoğu baharına ilişkin iyimserlik havası bütünüyle olmasa da önemli ölçüde kayboldu. Libya ve özellikle Suriye söz konusu olduğunda Türkiye’nin Ortadoğu politikasında ciddi bir aksamanın olduğunu söyleyebiliriz.
Değişimin olduğu muhakkak. Günümüzün Nemrutları ve Firavunları olan diktatörlüklerde bir biçimde değişim zorunluluğunu hissetmekte. Halkların haklı talepleri bir yana dünya düzeni de bundan hayli memnun gözükmekte. Yeni dönemde demokratikleşme süreci buradaki yerli halklardan daha fazlasıyla Batı için işlevsel gözükmektedir. Çünkü bu süreçten yerli halklar bir yarar sağlayıp İslâm ile demokrasi arasında bir uyum yaşanabildiği oranda demokrasiye olan güven de o denli güçlü olacak, bu ise Batının İslâm ile ilgili kaygılarını azaltacaktır. Halkların geriliminin azaltılmasının yanında bu gelişmeden İslâm adına ne gibi avantaj ve dezavantajın doğabileceğini ise zaman gösterecektir. İşte bu arka plan içinde bu sayımızda değişimin dili üzerine odaklanan bir dosya ile karşınızdayız: Abdurrahman Arslan, Ümit Aktaş, Mustafa Aydın, Muhammed Şankıti ve daha pek çok ismin yazıları üzerinden değişimin diline ilişkin zaman zaman farklı da olabilen yorumlar bir anlamda sahici bir toplumsal ihtiyaca mebni olan sürecin henüz nihai olarak tamama ermediğini de göstermektedir.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Umran