Editör Ocak 2010, Sayı: 185, Sayfa: 1
Türkiye’de siyasal ve toplumsal sorunların çözümlenememesinin en temel nedeni, yeni bir insan ve toplum modelinin, ülkenin ana zemini üzerine dökülen suni toprakta yetiştirilmek istenmesindendir. Dahası bu toprak, ana kara ile doku uyuşmazlığına ve genetiği değiştirilmiş seküler bir muhtevaya sahiptir. Bu zemin, kökleri Türkiye’nin derinlerine uzanan birçok farklı kimlik ve yapıyı baskı altında tutmakta, üstünü örtmeye çalışmakta, ana zeminin tarihi heybeti karşısında ancak “yapma çiçekler kadar gösterişli” olabilmektedir.
Hal böyleyken ve geleceğin şekillendiği kritik bir zaman diliminden geçerken, yaşanan sıkıntıların şiddetine şaşırmamalı ve dehşete kapılmamalıdır. Aslında yaşanan her sarsıntı ile beraber suni unsurlar da erozyona uğramaktadır.
Türkiye’de milliyetçilik (kavmiyetçilik) kaynaklı sorunlar, kökeni batılılaşma maceramızın dayandığı Osmanlı dönemine uzanmakta, hâli hazırdaki sınırlara gerilenmesinden sonra Cumhuriyet’le birlikte bir ulus-devlet yaratma idealiyle “Türk”lüğün, iktidarın asıl unsuru kabuledilmesiyle farklı boyutlara taşınmıştır.
Bu boyutlar “demokratik açılım” sürecinde yükselen ve karşı karşıya gelen “milliyetçilik”lerin zıtlaşma mahallini de oluşturmaktadır. Kaldı ki süreç içerisinde zıtlaşmalar, ayrışmalar, karşıtlıklarda yeterince beslenmiştir.
Milliyetçilikler (kavmiyetçilik) yükseliyor…
Milliyetçilik yükseliyorsa dikkat etmek lazım, miyopluk da yükseliyordur, çünkü her ikiside yakını göremiyorlardır. Milliyetçiliğin yükselmesi, “kendi”nden olanı başkasına tercih noktasına varınca adalet duygusunu da aşındırır. Adaletin olmadığı yerde ise zulüm vardır. Bugün Türkiye’de milliyetçilik duygusu tabii bir his olmaktan çıkarılarak kin ve öfkenin kontrolüne teslim edilmek istenmekte, zulüm beslenmektedir.
Bu, daha önce yapılan hataları kabullenerek, onları bir daha tekrarlamayacağı söylemiyle hareket eden “Kürt açılımı” sürecine de ivme kaybettirecek bir durum hâsıl ediyor. Eğer bir imkân idiyse bu süreç, onun da kaçırılmasını...
Siyaset güven kaybediyor. Hukuk zaten yaralı; siyasetten daha az güven duyuyor insanlar adaletin tesisi noktasında ona. Geriye fazla bir şey kalmıyor aslında. Bireyler ve vicdanlar dışında…
Siyaset, hukuk ya da bireyler güveni tesis edecek olanlar onlar. Yükselen duyguları dengeleyecek olanlar onlar. Yoksa bu biz’den deyip öteki’nin hakkına girmek kolay. Zor olan, üstünlükleride, mağduriyetleri de terazinin bir kefesini ağır bastıracak şekilde yerleştirmemek. İzanla, ölçüyle, dengeyle bakmak.
Sonra, “biz”, “onlar” “şunlar” gibi ayrımlar ise zaten çok yeni, ana zeminimizin üstüne örtülen suni toprak kaldırılırsa tarihi derinliklerdeki bağlarımızı, yakınlıkları çok daha rahat görebiliriz.