Editör Ocak 2011, Sayı: 197, Sayfa: 1
Siyasette ideolojik olanın tasfiyesi yaşanmakta. Varolan durumun kutsanmasının beraberinde getirdiği ideolojisizlik siyasal ortamı kaplıyor. Kısa ve bilindik yoldan söylersek postmodernite, modernite projesinin duvara toslayıp kendi üzerine kapaklanması ve oradan saçaklanmaya koyulması halidir. Nedeni, kapitalizmin projeyi kendi omurgasına çekip, bu omurga üzerinde devinebilir konuma sürüklemesi. Proje duvara tosladı ama, kapitalizm yoluna devam ediyor. Bu bir türbülans. Modernite projesinin, taşıdığı vaatleri artık yerine getiremeyeceği bilgisinin şoku da var. ‘İzm’ olarak postmodernizm ise, günümüz kapitalizmine ait bir ideoloji. Hem tüketim toplumu modelinden beslenen, hem de onu besleyen bir ideoloji. Kentli yığınlara gösterilen bir oyun bahçesi. ‘No problem’ ve ‘lay lay lom.''
Siyaset alanında ise ne olursa olsun hiza dışına çıkmamak tembihleniyor sürekli olarak. Siyaseteninde sonunda insanlara bir şey anlatma ve onun üzerinden bir şeyler ortaya koyma çabası. Bir derdiniz var, bu derdi başkalarına iletmeye çalışıyosunuz. İlettikten sonra eğer muktedir olursanız bunları uygulayacağınızı ifade ediyorsunuz. Tabii, bunu yaparken de ideolojik bir işlev görüyorsunuz. Sadece basit anlamda siyaset yapmıyorsunuz. Siyasetin içinde, siyaset aracılığıyla insanlara götürüp anlatmak istediğiniz bir mesele var. Bu mesele bireyin sorunlarından başlayıp toplumun sorunlarına doğru genişleyebilir. İşte o süreci anlamak için siyasette ideolojik olana bakmak gerekir. Nedir ideolojik olan? Bu kavram ‘70’ lerden sonra Marksist çerçeve içinde Althusser’in adı ile öne çıktı ve ‘ideoloji nasıl bir işlev görür’ sorunu birtakım insanları uğraştırmaya başladı. Ama zamanla buradan çıkarak bir dünya görüşünü ifade edecek biçimde yaygın bir kullanıma sahip oldu. Sonrasında ‘İdeolojiler öldü’ denildi. İdeolojik bakış, ideolojik duruş, eleştirilen, olumsuzlanan bir tutum oldu artık. Nitekim 2010’da yayımlamaya başladığı Edep dergisinin ilk sayısında Arif Ay’a ait olan şu ifadeler oldukça önemli: “Nedir ideoloji? Enyalın ifadeyle, insanın sahip olduğu değerlerin insana kazandırdığı bir bakış, bir duruştur ideoloji. Bu değerler ilahi de olabilir beşeri de. ‘İdeoloji öldü’ demek değerler ortadan kalktı, değerler öldü anlamına gelmez mi? Yani değersizleşme! Oysa insan, sahip olduğu değerler ölçüsünde insandır. Koruyacağınız, yaşatacağınız, savunacağınız bir değeriniz yoksa, insan oluşunuzun anlamı ne? Değerlere sahip olmak, ilkelere sahip olmaktır. İlkeli olmaktır kısaca.''
Murat Güzel bir yazısında Türkiye siyasetinde şimdilik yapısal bir boşluk değil ideolojik bir boşluk olduğunun altını çizerken yeni ve eski siyasal yapıların, “konuya dayalı siyaset yapmaya çabalarken, söylemsel olarak siyasetteki ideolojik boşluğa seslenmek, ona yaslanmak” gibi bir dertlerinin olmadığının altını çizmişti. Bu sayımızda, siyasette ideolojiyi ve yaşanan ideolojik boşluğu tarihi arka planıyla özellikle Türkiye siyaseti üzerinden işlemeye çalışan yazılar ağırlıklı bir yer tutuyor. Ümit Aktaş, “Türkiyede siyasal alanda İslamcılık akımı hangi etkileri meydana getirdi? Bugün niye tıkandı? Düşünsel ve siyasal tıkanıklık daha iyi bir dünya düşüncesi doğrultusunda nasıl aşılabilir?” sorularının peşinden giderek Türkiye siyasetinde dönüştürücü bir imkan olarak İslamı ele alıyor. Mustafa Tekin ise bir siyasi partinin tüm teorik önerileri ve pratiklerine projeksiyon tutup perspektif geliştiren, kendi içinde bütünlüklü düşünce, felsefe ve ilkeler bütünü anlamında Türk siyasetinde yaşanan ideolojik boşluğu enine boyuna irdeliyor. Dilaver Demirağ, liberal demokrasinin ürettiği ideolojisizliği tersten totaliterlik ekseninde yorumluyor. Serkan Yorgancılar ise siyasette yaşanan ideolojisizleşmenin gençliği nasıl etkilediğini tarihi süreci içinden şimdiye odaklanarak ele alıyor. Murat Güzel’in, “İdeolojik boşluk ancak işlenirse zamanla yapısal boşluğa dönüştürülebilir” deyişinin haklılığını ortaya koyan bir yazı bu aynı zamanda.
Burhanettin Can ise üç sayıdır yayımlanan ve bir bütünlük oluşturan ‘tebliğ’ odaklı yazısı ile sorumluluklarımıza dikkat çekiyor. Bu üç yazının derli toplu olarak okunması gerektiğini de belirtelim burada. Gerek dünya siyaseti gerekse iç siyaset odaklı değerlendirmeler yanında bu sayımızda Işık Yanar’ın Nuri Pakdil üzerine yazmış olduğu yazı da, yetmişli yıllarda biçimlenen bir düşünce dünyasını anlamak için bir kapı aralıyor.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Umran