Medeniyet Tartışmalarının Serencâmı

 

Günümüzde medeniyet meselesinin, dünyayı değiştirme çabası içinde daha fazla odaklanıldığı hatta
medeniyeti sahiplenmenin “radikal” bir faaliyet olduğu ileri sürülmektedir. Her şeyi romantik ve
nostaljik bir medeniyet meselesine indirgeyen bu bakışın indirgemeci bir yanının bulunduğu da inkâr
edilemez. Kimi zaman sorumluluktan kaçınma kimi zaman da sınırları çizilemeyen bir ‘ütopya’ olarak
medeniyet konusunda çeşitli platformlarda tartışmalar yapılmaktadır. Üstelik bu tartışmalar “bilmediğini
de bilmekten uzak” bir biçimde yapılmaktadır. Öte yandan Kürt sorunu da tartışılırken Bülent Arınç’ın
Kürtçe’nin bir medeniyet dili olmadığını ifade etmesi, medeniyet meselesinin siyasal hatta içselleştirilmiş
oryantalist bir bakışı meşrulaştırdığını da gösterir. Oysa Sezai Karakoç Kürtçe’yi Arapça, Farsça ve
Türkçe’yle birlikte “İslâm medeniyeti”nin dilleri arasında sayar. Toynbee’nin “İslâm bir dindir ve bir medeniyet
yaratmamıştır.” sözünün başka bir meseleye transferi gibi durmaktadır bu bakış. Bu bakımdan bir
ideoloji olarak yükseltilen medeniyetçiliğin söylemsel biçimlerinin somut durumun kavranması sürecinde
eleştirilmesi gerekmektedir.
Çok “sabırlı bir kavram” olan medeniyet aynı zamanda Türkiye’deki altmış sonrası İslâmcılık tartışmaları
açısından da ciddi bir öneme sahiptir. Hatta bu noktada başat bir Malik Bin Nebi etkisinden söz edilebilir.
Bu noktadan hareket ederek şunu da vurgulamak gerekmektedir: Türkiye’de İslâmcı düşüncenin,
tercüme yoluyla devraldığı, geleneklere, düşüncelere ve kavramlara yapmış olduğu “özgün” katkılardan
söz edilecekse, bu katkılar içinde kimi zaman romantik bir dünyanın temsilciliğine soyunsa da Sezai
Karakoç’un medeniyet odaklı yaklaşımının özel bir yerinin olduğu ifade edilebilir. İsmet Özel, 1978’de
yayımlanan Üç Mesele kitabında medeniyet düşüncesini yerden yere vurur. Aslında bu yerden yere vurma
halinin somut karşılığı medeniyet yaklaşımının temsilcisi olan Sezai Karakoç’tur. Bu metinden sonra
İslâmcı aydınların medeniyet meselesine bakışları genel olarak Batı’daki romantik akımın tezleri etrafında
biçimlenmiştir. Bu biçimlenme hâli hâlâ aşılabilmiş değildir.
Üç Mesele’nin baskıya verilmeden önceki adının “Müslümanca Düşünmeye Başlangıç” olarak düşünülmüş
olması sonraki yıllarda bu çerçevede kaleme alınan bazı eserleri ve bu eserlerde ortaya konan
Mehmet Akif eleştirisini anlamak bakımından da önemlidir. Üç Mesele kitabına kadar Müslüman bilinç
ve münevverler Allah’ın nimetleri karşısında romantik bir bakış ortaya koymaksızın sınırlara dikkat çeken
bir bakışa sahiptir. Bu yüzden teknik, güç hazırlama, donanımlı olma gibi konularda daha arı durudur
bilinçler. Genel olarak Mehmet Akif’in şiirlerinde ifade ettiği yaklaşım bir çıkış yolu olarak kabul edilir.
Sonraki yıllarda Akif’e dönük muhafazakâr ve romantik eleştirilerin ama aynı zamanda İslâmcılığın temel
tezlerinin eleştirilmesi noktasında Üç Mesele farkında olunsun olunmasın nihai referans noktası hâline
gelir. Bu yüzden İslâmcılık araştırmalarına yön veren ilk metinlerden birinde bir kopuş metni olarak baş
tacı edilir bu metin. Oysa metnin dünyası büyük oranda Batı düşüncesinin temel argümanları etrafında
örülmüştür. Martin Heidegger, Lewis Mumford, Frankfurt Okulu ve en önemlisi de 68 hareketinin ruhu
bu kitaba sinmiştir. Bu metni hedef alan ve AKP’li yıllarda “Müslüman aydın” sıfatını benimseyen isim/ler
ise Kadızadeliler, Selefilik, dünyevileşme başta olmak üzere pek çok meseleyi yanlış tasvir etmekte, kendi
kişisel husumetlerini bilgi temelli olmaksızın Müslümanların kültürel tarihini araçsallaştırarak gidermeye
çalışmaktadırlar. Mesela kaynakların arı duru dünyasına dönmeyi amaçlayan düşüncenin bir mecra olarak
Müslümanlar arasında yaygın bir ekol olmasından rahatsızlık duyulmaktadır. Bundan dolayı bu ay hem
medeniyet meselesini hem de şehirlerin yeni hallerini irdeleyen bir sayı hazırladık. Mehmed Kürşad Atalar,
Metin Önal Mengüşoğlu, Necdet Gök, Dilaver Demirağ, Naci Cepe dosyamıza katkıda bulundular.
Müslümanların aktif olarak tarihe dönmeleri bakımından hem Meşrutiyet devrinden bu yana yaygın
olan ama esas olarak altmışlı yıllardan sonra yaygınlaşan ve postmodern darbe sonrasında “İslâm devleti”
tabirinin yerine ikame edildiği açık olan medeniyetçi yaklaşımları hem de bunun karşısında yer alan antimedeniyetçi
yaklaşımlarla hesaplaşarak vasat ümmet olmayı başarmaları gerekmektedir.
Uludere, faili meçhuller ve Kürt sorununun yeni boyutları konusunda Cevat Özkaya ile yapılan uzun
söyleşi ile Sıbğatullah Kaya’nın çığlığı oldukça önemli.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…
Umran

     Editör                                                                Mart 2012, Sayı: 211, Sayfa: 1

     Günümüzde medeniyet meselesinin, dünyayı değiştirme çabası içinde daha fazla odaklanıldığı hatta medeniyeti sahiplenmenin “radikal” bir faaliyet olduğu ileri sürülmektedir. Her şeyi romantik ve nostaljik bir medeniyet meselesine indirgeyen bu bakışın indirgemeci bir yanının bulunduğu da inkâr edilemez. Kimi zaman sorumluluktan kaçınma kimi zaman da sınırları çizilemeyen bir ‘ütopya’ olarak medeniyet konusunda çeşitli platformlarda tartışmalar yapılmaktadır. Üstelik bu tartışmalar “bilmediğinide bilmekten uzak” bir biçimde yapılmaktadır. Öte yandan Kürt sorunu da tartışılırken Bülent Arınç’ın Kürtçe’nin bir medeniyet dili olmadığını ifade etmesi, medeniyet meselesinin siyasal hatta içselleştirilmiş oryantalist bir bakışı meşrulaştırdığını da gösterir. Oysa Sezai Karakoç Kürtçe’yi Arapça, Farsça ve Türkçe’yle birlikte “İslâm medeniyeti” nin dilleri arasında sayar. Toynbee’nin “İslâm bir dindir ve bir medeniyet yaratmamıştır.” sözünün başka bir meseleye transferi gibi durmaktadır bu bakış. Bu bakımdan bir ideoloji olarak yükseltilen medeniyetçiliğin söylemsel biçimlerinin somut durumun kavranması sürecinde eleştirilmesi gerekmektedir.

     Çok “sabırlı bir kavram” olan medeniyet aynı zamanda Türkiye’deki altmış sonrası İslâmcılık tartışmaları açısından da ciddi bir öneme sahiptir. Hatta bu noktada başat bir Malik Bin Nebi etkisinden söz edilebilir. Bu noktadan hareket ederek şunu da vurgulamak gerekmektedir: Türkiye’de İslâmcı düşüncenin, tercüme yoluyla devraldığı, geleneklere, düşüncelere ve kavramlara yapmış olduğu “özgün” katkılardan söz edilecekse, bu katkılar içinde kimi zaman romantik bir dünyanın temsilciliğine soyunsa da Sezai Karakoç’un medeniyet odaklı yaklaşımının özel bir yerinin olduğu ifade edilebilir. İsmet Özel, 1978’de yayımlanan Üç Mesele kitabında medeniyet düşüncesini yerden yere vurur. Aslında bu yerden yere vurma halinin somut karşılığı medeniyet yaklaşımının temsilcisi olan Sezai Karakoç’tur. Bu metinden sonra İslâmcı aydınların medeniyet meselesine bakışları genel olarak Batı’daki romantik akımın tezleri etrafında biçimlenmiştir. Bu biçimlenme hâli hâlâ aşılabilmiş değildir. Üç Mesele’nin baskıya verilmeden önceki adının “Müslümanca Düşünmeye Başlangıç” olarak düşünülmüş olması sonraki yıllarda bu çerçevede kaleme alınan bazı eserleri ve bu eserlerde ortaya konan Mehmet Akif eleştirisini anlamak bakımından da önemlidir.

     Üç Mesele kitabına kadar Müslüman bilinç ve münevverler Allah’ın nimetleri karşısında romantik bir bakış ortaya koymaksızın sınırlara dikkat çeken bir bakışa sahiptir. Bu yüzden teknik, güç hazırlama, donanımlı olma gibi konularda daha arı durudur bilinçler. Genel olarak Mehmet Akif’in şiirlerinde ifade ettiği yaklaşım bir çıkış yolu olarak kabul edilir. Sonraki yıllarda Akif’e dönük muhafazakâr ve romantik eleştirilerin ama aynı zamanda İslâmcılığın temel tezlerinin eleştirilmesi noktasında Üç Mesele farkında olunsun olunmasın nihai referans noktası hâline gelir. Bu yüzden İslâmcılık araştırmalarına yön veren ilk metinlerden birinde bir kopuş metni olarak baştacı edilir bu metin. Oysa metnin dünyası büyük oranda Batı düşüncesinin temel argümanları etrafında örülmüştür. Martin Heidegger, Lewis Mumford, Frankfurt Okulu ve en önemlisi de 68 hareketinin ruhubu kitaba sinmiştir. Bu metni hedef alan ve AKP’li yıllarda “Müslüman aydın” sıfatını benimseyen isim/ler ise Kadızadeliler, Selefilik, dünyevileşme başta olmak üzere pek çok meseleyi yanlış tasvir etmekte, kendi kişisel husumetlerini bilgi temelli olmaksızın Müslümanların kültürel tarihini araçsallaştırarak gidermeye çalışmaktadırlar. Mesela kaynakların arı duru dünyasına dönmeyi amaçlayan düşüncenin bir mecra olarak Müslümanlar arasında yaygın bir ekol olmasından rahatsızlık duyulmaktadır. Bundan dolayı bu ay hem medeniyet meselesini hem de şehirlerin yeni hallerini irdeleyen bir sayı hazırladık. Mehmed Kürşad Atalar, Metin Önal Mengüşoğlu, Necdet Gök, Dilaver Demirağ, Naci Cepe dosyamıza katkıda bulundular.

     Müslümanların aktif olarak tarihe dönmeleri bakımından hem Meşrutiyet devrinden bu yana yaygın olan ama esas olarak altmışlı yıllardan sonra yaygınlaşan ve postmodern darbe sonrasında “İslâm devleti” tabirinin yerine ikame edildiği açık olan medeniyetçi yaklaşımları hem de bunun karşısında yer alan anti medeniyetçi yaklaşımlarla hesaplaşarak vasat ümmet olmayı başarmaları gerekmektedir.

     Uludere, faili meçhuller ve Kürt sorununun yeni boyutları konusunda Cevat Özkaya ile yapılan uzun söyleşi ile Sıbğatullah Kaya’nın çığlığı oldukça önemli.

     Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…

                                                                                                              Umran

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353