Umran Dergisi Ekim 2024/362. Sayı Çıktı!

 

ORTADOĞU’DA ABD-İSRAİL TERÖRÜ

Aksa Tufanı, Siyonist Tahakküm ve Büyük İntifada

Filistinlilerin 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı’nın birinci yıl dönümündeyiz. O tarihten bu yana ABD’nin desteklediği Siyonist İsrail, soykırım ve terörünü aralıksız devam ettiriyor. Bir suikast şebekesi gibi faaliyet gösteren işgal rejimi, Hizbullah’ın üst düzey komutanlarıyla lideri Hasan Nasrallah’ı katlettikten sonra Lübnan’a saldırılarını hızlandırdı. Tüm dünyanın kınama ve acil kararlar alma dışında müdahil ol(a)madığı bu katliam, bölgesel savaş sirenlerini çaldırmaya çoktan başladı.

Hibrit savaşlarla gelecek öngörüsünün daha da belirsizleştiği bu ortamda, başta Gazze’yi yerle bir eden bombaları İsrail’e sağlayan ve BM’de etkili bir ateşkes çağrısında bulunan her türlü kararı veto eden ABD’deki seçim süreci, işleri hesaplanamaz bir noktaya taşıyor. Fakat Körfez’deki Arap devletleriyle Avrupa Birliği’nin yaşananlardaki sorumluluğunu göz ardı etmeden şu gerçeği hatırlamak gerekiyor: ABD’nin İsrail’e desteği sadece ortalığı bulandıran siyasetçiler ve Siyonizm’e bağlı medya kuruluşlarıyla sınırlı olmayıp bir tür birlik hâlidir; kader ortaklığıdır, ideolojik ve siyasi simbiyozdur. Bilindiği üzere Aksa Tufanı başladığı anda Joe Biden’dan Antony Blinken’a, hepsi “Ben de Siyonist’im!” deme yarışına girmişlerdi. ABD’de durum böyleyken Avrupa’nın tüm ülkelerinde aşırı sağ partiler yükseliyor, İslâm düşmanlığı artıyor. Mevcut uluslararası siyasal sistemde, ABD’yi dengeleyebilecek en büyük güç konumundaki Çin’in İsrail-ABD-Avrupa ittifakını dengeleyecek şekilde Ortadoğu’ya müdahil olmaktan kaçındığı görülüyor. İşgal rejimi Roger Garaudy’nin yıllar önce yazdıklarını doğrularcasına “Büyük İsrail Projesi” doğrultusunda ilerliyor, âdeta üzerimize yürüyor. Bu pervasızlık karşısında Rusya ve Çin’in doğru düzgün ses çıkarmak yerine mırıldanmakla yetinmeleri pasif suç ortaklığının nerelere kadar uzandığını gösteriyor.

                                                 ***

Askerî-endüstriyel kompleksi ve kapsamlı gözetim mimarisi ile İsrail’in barbar savaş makinesi olduğuna şüphe yok. Yapay zekânın desteklediği savaş teknolojilerini kullanan İsrail, Gazze, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Lübnan’da eşi benzeri görülmemiş bir hiddetle “kudurmuş köpek” gibi sivil hedeflere saldırıyor. Küresel siyasal sistemdeki güç dağılımında İslâm dünyası maalesef çok dezavantajlı durumda. Ancak buna karşın İsrail’in ve ona destek veren şer ittifakının saldırganlığının hedefi olmaktan kurtulmanın safları sıklaştırmaktan başka bir yolu da yok. Siyonist azgınlık karşısında tüm İslâm âleminin beraber hareket etmeye özellikle bu dönemde daha çok ihtiyacı var. Batı Şeria ve Gazze’nin işgali, Filistinlileri denetleme ve gözetleme teknolojileri konusunda İsrail’e ne kazandırırsa kazandırsın işgal rejimi yenilmez değildir. Müslüman ülkeler aralarındaki rekabet ve çatışmaları “şimdilik de olsa” bir kenara bırakıp soykırımcı İsrail ve şer ittifakına karşı ortak hareket ederek baskı oluşturmalılar.

İşte mutlak kötülüğün bütün dünyada kol gezdiği böylesi bir dönemde enformasyon savaşının füzelerini İran’a veya Hizbullah’a değil, Siyonist katillere çevirmek gerekiyor. Birtakım dezenformasyon faaliyetleriyle bağlantılı gerçek dışı iddialarından yola çıkarak Siyonist terör makinesinin vurduğu hedeflere saldırmak İsrail’i odaktan çıkarmak anlamına gelir. Doğru yerde durmanın getirdiği mesuliyetle daha duyarlı davranmalı, şartların hassasiyetine binaen ayrılıkları derinleştirmekten uzak durmalıyız. Ümmet ve mazlum toplumlar genelinde bir dayanışmaya vesile olacak çalışma ile Siyonist düşmanın pervasızlıklarını engelleme ve oyunlarını bozma konusunda daha başarılı adımların nasıl atılacağına odaklanmalıyız. İsrail’in Hizbullah’a saldırısı ve Lübnan’daki katliamları en az Filistin’dekiler kadar zalim ve haksızdır. O hâlde işgal rejimi karşısında Filistin direnişini desteklediğimiz gibi, Lübnan’a, Hizbullah’a yönelik saldırgan tutum karşısında verilen haklı ve meşru mücadeleyi de desteklememiz, onu özellikle Siyonist saldırganlık karşısında yalnızlaştırma çabalarına fırsat vermememiz gerekiyor. Tefekkür eden bir Müslümanın yapması gereken bir şey de gayrimüslimlerin yanı sıra tüm dünyayı ahlakileştirecek katkıyı sunmasıdır. Ahlaki zamana göre bütün dünyanın ahlaki sürece dâhil olması onu, dünyayı yıkım ve felaketlere sürüklemek için pusuya yatan mutlak kötülüğün pençesinden kurtaracaktır.

İsrail saldırılarını yeni silahlar ve gözetleme teknolojileri için bir test olarak kullanıyor; burada geliştirdiği silahları ve teknolojileri dünyanın dört bir yanındaki ülkelere satarak Filistin’in işgaline ses çıkarmamalarını sağlıyor, onları suç ortağı hâline getiriyor. Bu vesileyle şunu belirtelim ki Filistinlinin karşı koyuşu, bütün dünyayı ilgilendiren evrensel bir karşı koyuş modelidir. Aksa Tufanı ise bir savaşın başlatılması değil sürdürülen bir savaşa karşı geniş çaplı ve sarsıcı bir ataktır. Aksa Tufanı esnasında İsrail güçlerinin yaşadığı felç hâli ise uluslararası kamuoyunun şahitliğinde yaşanmıştır. İsrail’in hem askerî hem de istihbari açıdan zihinlerde sahip olduğu ‘yüksek’ konuma dair algıların yıkılması Tel Aviv’i saldırı pozisyonuna geçerek aksiyon almaya zorlamıştır. Aksa Tufanı’na yönelik eleştirilerde, bu girişimi mahkûm eden yorumlarda genellikle yanılgıya düşülmektedir. Sanki Filistin’de ondan önce her şey güllük gülistanlıkmış da Aksa Tufanı ortalığı karıştırmış gibi bir hava estirildi. Bunun sebebi ise, şüphe yok ki Batı emperyalizminin ve onun hizmetindeki medyanın Siyonist teröristlerin saldırılarını görmezken Filistin direnişinin karşı hamlesini bağnazlık ve şiddetle eşitlemelerinden ileri gelmektedir. Çünkü Filistinlilerin mağduriyetleri, haksızlığa uğratılmaları, katledilmeleri, evlerine baskınlar düzenlenmesi ve keyfi bir şekilde esir alınmaları onları hiç rahatsız etmiyor. Filistinlilerin hayat ve ölüm tecrübesi evrensel bilgi ve ahlak sorununun özetini barındırmaktadır.

Eski emperyalist ve sömürgeci söylemin teknoloji sosuyla yeniden pazarlandığını işgalci rejimin uygulamalarına gıpta eden yerli ve yabancı işbirlikçilerin söyleyip yazdıklarına bakarak anlamak mümkün. Sıkça kullanılan bir niteleme ile Batı’nın ikiyüzlülüğü ve hatta yüzsüzlüğü ifadeleri doğru değildir. Bu olaylar onun değişmeyen tek yüzünün bulunduğunu bir kere daha göstermiştir. Avrupa ve Batı medeniyetinin dünyaya yayılırken ve başka medeniyetleri tarumar ederken, yozlaştırırken kullandığı taktiğin kendisinden başkasını insan saymamaktan güç aldığı biliniyor. Mesela Amerika’ya gidenler oradaki yerlileri köleleştirirken, yok ederken, onların bütün hayat alanlarını ellerinden alırken, bunu onların insanlığını inkâr ederek yaptılar. Vakti zamanında Amerika yerlilerine yapılanlarla, bugün Gazze’de yapılanları meşrulaştırmak için kullanılan terimler aynı… “İşgalci” değil de “yerleşimci” kavramını kullanıyorlar; bu ilk defa Amerika’da Kızılderililerin toprakları işgal edilirken kullanıldı. Oraya gittiler, Kızılderililerin topraklarına beyazları yerleştirirken sanki orada daha önce kimse yokmuş, o topraklar sanki işgal edilmiyormuş gibi onlara settlers (yerleşimciler) dediler, oranın asıl sahiplerini insan-altı varlıklar gibi gördüler, gösterdiler. Aynı kavramı günümüzde Siyonist işgal rejimi kullanıyor. Aksa Tufanı’ndan sonra da resmî ağızlardan “Bunlar insan değil, hayvandan aşağı varlıklar!” dediler zaten. Şu var ki Batılılar insansızlaştırmayı aslında çok daha öncelerden başlattılar. Afrika’da, Hindistan’da, Kuzey ve Güney Amerika’da, Japonya’da vs. hep aynısını uyguladılar. Günümüzde de kendilerini insan, hedef tahtasındakileri ise insansılar sayıyorlar. Batı medeniyetine eleştirel yaklaşan düşünürlerin Aksa Tufanı sonrasında İsrail’e destek vermesi ya da onu eleştirmeden önce HAMAS’ı gaddarlıkla suçlamaları Batı merkezlilik açısından ibretlik bir örnek oluşturuyor. Türkiye’deki sol ve seküler mahfillerdeki hâkim tavrın Avrupa’nın aşırı sağ hareketlerinde gözlemlenen İslâm (ve Arap) düşmanlığıyla Siyonist İsrail destekçiliğini birleştiren bir içgüdüsel tepkiye demir atmasının reel siyasetin ötesinde anlamları bulunmaktadır. Şahitlik ettiğimiz savrulmaların hep ters yönde oluşu ne hazin! Bu bakımdan Büyük İntifada sembolik olduğu için epistemolojik bir değişimdir ve geç modernitenin yapısal sorunlarının gerçek bir sınamasını temsil etmektedir.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353